Sinan Genim

Sinan Genim

sinan@sinangenim.com

Tüm Yazıları

1957 sonrası talep “Ne olursa olsun benim yapım daha yüksek olsun” şeklinde spekülatif beklentilere dönüştü

Ülkemiz ve İstanbul zamanla gerek duyulan ama çağdaş gereksinimlere pek de cevap veremeyen imar kanununa 1957 yılında sahip olur.
Ama herkesin aklına estiği gibi yapı yaptığı bir ülkede, doğru dürüst yapı yapmayı kim istiyor ki, mimarlar bu talebe cevap verebilsinler.
Çağdaş yapı yapmak isteyenler, 1957 sonrası kanunun gücüyle istediklerini yapma şansına kavuşanlar karşısında yenik düşerler...

1943 yılında, Güzel Sanatlar Akademisi’nde, Şehircilik Dersi’ne giren Prof. Oeslner öğrencilere bir dizi soru yöneltir.

- Bana söyler misiniz, Türk halkı ne yapmalıdır?

- Dua etmelidir!

- Türk halkı ne için dua etmelidir?

- Belediyenin kasalarındaki imar planlarını tatbik edecek yöneticiler çıkmasın diye dua etmelidir! Eğer bu imar planları tatbik edilirse, bu ülke birkaç asır belini doğrultamayacaktır.

‘Doğru dürüst plan anlayışı neden yok’



2 bin yıllık yol ağı

Prof. Oelsner haklıydı ama dua etmek bizi kurtaramadı, sanırım yeteri kadar dua edemedik, çünkü büyük bir kısmımız inşaat yapmaktan dua etmeye vakit bulamadı. Çok az sayıdaki yerleşim dışında tüm Anadolu şehirleri gibi, kuruluşundan itibaren İstanbul da “Doğulu Şehir” bünyesinde oluşur ve gelişir. İstanbul’un Roma’nın yeni başkenti olarak 330’lu yıllarda yeniden oluşumu sırasında Million Taşı’ndan başlayan ana cadde (Mese), önce günümüz Bayezid Meydanı’nda (Forum Tauri) ikiye ayrılmakta, bir yol doğrudan doğruya Edirnekapı’ya ulaşırken, diğeri Aksaray’da bir kırılma yaparak Marmara’ya paralel olarak Cerrahpaşa’ya uzanmaktadır. Koca Mustafa Paşa’da ikinci kez ikiye ayrılan Mese’nin bir kolu Belgradkapı’ya, diğeri Yedikule, Altın Kapı’ya ulaşmaktadır. Yüz yıllar boyunca bazı kısa mesafeli sokaklar hariç nerede ise şehirde düz olarak ilerleyen yol yok gibidir. İki bin yıla yakın bir süre sonra hâlâ eski yol ağı, 1950’lerde ortaya çıkan yıkımlara rağmen şehir planında rahatlıkla okunmaktadır; Ayasofya / Aksaray (Divanyolu, Yeniçeriler ve Ordu Caddesi), Beyazid / Edirnekapı (Vezneciler Fevzi Paşa Caddesi) ve biraz dejenere olsa da Aksaray / Koca Mustafa Paşa (Cerrahpaşa Caddesi).

Byzantion, Konstantinopolis ve İstanbul bin yıllar boyu “Doğulu Şehir” bünyesinde oluşmuştur. Yukarıda belirttiğimiz ana akslardan uzaklaşan tali yollar ve onların devamını oluşturan çıkmaz sokaklar... Doğulu bünyeyi değiştiren veya onu değişikliğe zorlayan en önemli unsurlar; yangın ve zelzele gibi tabii afetler ile XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren yapılmaya başlanan planlama çalışmalarıdır. İstanbul bin yıllar boyu tabii afetlerle karşılaşır. Yanar, yıkılır ve kısa süre sonra hemen hemen aynı dokuda yeniden inşa edilir. Ancak özellikle XIX. yüzyılın ikinci yarısında giderek küçülen imparatorluğun kaybedilen topraklarından gelen nüfus hızla şehre yerleşmeye başlayınca planlama çalışmalarına başlanılması da kaçınılmaz olur. Örneğin 1880 tarihli Stolpe Haritası ile 1960 tarihli Agostini Haritası karşılaştırıldığında Atikali Mahallesi ile Altımermer Mahallesi’nin aradan geçen seksen yılda doğulu şehir bünyesinden, yapılan planlama sonucu yolların birbirini dik açıyla kestiği yeni bir düzene geçtiği açıklıkla görülmektedir.

‘Doğru dürüst plan anlayışı neden yok’


Mülkiyet problemleri

Bu planlama çalışmasının ana nedeni, şehrin yerleşim dokusunun bilinçli bir çalışmayla yenilenmesi değil, yangın sonucu boşalan alanların yeniden yapılanmaya açılması sırasında çoğunlukla da mülkiyet problemlerinin getirdiği anlaşmazlıkları merkezi otorite eliyle halletmek için yapılan bir düzenleme olmasıdır. Suriçi’ne nazaran Galata yerleşmesi erken tarihlerden itibaren birbirini dik kesen sokaklardan oluşan ve çıkmaz sokakların en az göründüğü bir düzenleme arz eder. H. 1261/1845 tarihli Mühendishane - i Hümayun Haritası’nda bu yerleşim düzenini açıklıkla görmek mümkündür. XIX. yüzyılda şehir dokusundaki radikal değişiklikleri inceleyen Zeynep Çelik, “...Henüz gelişme aşamasında olan Galata yakasına nazaran, yangınların daha sık ve nüfusun daha kalabalık olduğu İstanbul yakasında düzenleme çalışmaları kent dokusunda daha radikal değişikliklere neden oldu...” demektedir.

1957 dönüm noktası


Ülkemiz ve İstanbul, zaman içinde oluşturduğu problemler nedeniyle pek de çağdaş gereksinimlere cevap verecek bir nitelik taşımayan “İmar Kanunu”na ancak 1957 yılı başlarında sahip olur. O güne kadar geçmişi 24 Teşrinievvel 1298 / 5 Ocak 1883 tarihli “Ebniye Kanunu”nun bazı maddeleri esas olmak üzere 10.6.1933 tarihinde kabul edilen 2290 sayılı “Belediye Yapı ve Yollar Kanunu” ve bu kanunlarda bir dizi değişiklik yapan kanunlarla şehirlerimize çekidüzen vermeye çalışırız. Her ne kadar 1930 tarih ve 1580 sayılı Belediye Kanunu ile bütün belediyelere imar planı yapma zorunluluğu getirilmiş ise de bu planlara göre oluşmuş veya bu planlar çerçevesinde gelişmiş ve günümüze ulaşan bir yerleşmemiz yoktur.

Kanunu eğip bükme


Mustafa Kemal Atatürk’ün direktifleriyle 1928 yılında çıkarılan 1351 sayılı “Ankara İmar Müdürlüğü Kuruluş ve Görevini Tayin Eden Kanun” ile Prof. Hermann Jansen’e hazırlattırılan “Ankara İmar Planı”nın da sonucu ortadadır... Eğer ki “Niçin bizim ülkemizde çağdaş, güzel, insana değer veren yapılarımız yok” diye bir soru sorarsak önce “Niçin bizim ülkemizde doğru dürüst bir plan anlayışı yok” diye sormamız gerekir. Herkesin aklına estiği şekilde yapı yaptığı bir ülkede, doğru dürüst yapı yapmayı kim istiyor ki, mimarlar bu talebe cevap verebilsinler. Sanırım burada uzun zamandır, çeşitli platformlarda dile getirdiğim bir tespiti bir kere daha gündeme getirmem faydalı olacaktır. “1957 İmar Kanunu” öncesi (Elbette şehirlerimizde bu kadar yoğun bir yerleşme talebi yoktur) komşuluk münasebetleri, idare ile karşılıklı uyum içinde, insan gereksinimlerine cevap verecek ve gerçekten çağdaş bir yapı yapmak için çaba gösteren insanlar, 1957 sonrası kanunun gücüyle istediklerini yapma şansına kavuşanlar karşısında yenik düşerler. Artık, kanunları başarılı bir şekilde eğip, bükme şansına sahipseniz, sözde imar planlarına müdahale etme imkânına bir şekilde erişirseniz, nerede ise her dilediğinizi yapabilme yolu açılmış demektir. Bundan böyle oluşan talep, doğru proje, iyi çözülmüş mekân ilişkileri, vs. gibi teknik çözümlerden uzaklaşarak, “Ne olursa olsun benim yapım daha büyük olsun, daha yüksek olsun” gibi spekülatif beklentilere dönüşmüştür.

Problem yaratma ustaları

Diğer yandan doğru dürüst 1/1000 ölçekli Uygulama İmar Planı yapmayı ve uygulamayı beceremeyen meslek mensupları, 1/5000 ölçekli Nazım İmar Planı, 1/25000 ölçekli Bölge Planı, 1/100000 ölçekli Çevre Planı gibi daha üst ölçekli planlar yaparak veya yapılmasını gündeme getirerek, problemleri halletmek yerine, daha büyük problemler yaratmakta usta olmuşlardır. Bu arada ülkemiz insanları şiddetle yeni yapı talebinde bulunurken, aynı zamanda binlerce yılın birikimi “korunması gerekli taşınmaz kültür varlığı”na sahip olduğunun farkına da varmıştır. 1/1000 ölçekli Uygulama İmar Planları ile yapılması gereken kültür varlıklarını koruma işleminin, uygulama şansı olmayan veya şehir zaten teşekkül ettiği için uygulanamayacak olan imar planları ile yapılamadığını görerek bir başka oyuncak icat edilmiş ve “Koruma Amaçlı İmar Planı” adıyla tüm dünyada örneği olmayan bir başka (Hiçbir şekilde uygulanma şansı olmayan) planı gündeme taşımıştır. Görüldüğü gibi 1930 yılından bu yana yaklaşık 90 yıldır, şehirlerimizin imar planlarının yapılması ve şehir gelişiminin bu planlara göre yapılması zorunludur. Bu zorunluluğun ortaya çıktığı 1930 yılından 13 yıl sonra Prof. Oelsner, “Allah Türkiye’yi korusun” demekle acaba neyi anlatmaya çalışmaktadır? Geçen 13 yıl içinde neler olur, nasıl bir planlama anlayışı gündeme gelir ki, işimiz daha o tarihlerde Allah’a kalır?

Karmaşık mevzuat

‘Doğru dürüst plan anlayışı neden yok’



1945’te nüfusumuzun % 18.3’ü şehir ve kasabalarda yaşarken, 2019’da bu oran % 92.8’e çıkar. Pek çok aksaklığı bulunan 9 Temmuz 1956 tarih ve 6785 sayılı “İmar Kanunu” değiştirilerek yerine 3 Mart 1985 tarih ve 3194 sayılı “İmar Kanunu” yürürlüğe konur. 6785 sayılı Kanun’un
60. Maddesi’ne bir göz atmak faydalı olacaktır; “2290, 2555, 4585, 5220, ve 5431 sayılı kanunlarla 1299 yılında neşrolunan Ebniye Kanunu’nun mer’iyetteki maddeleri ve bunu tadil eden 642 sayılı kanun, 1580 sayılı Belediye Kanunu’nun 15 inci maddesinin 30 uncu fıkrası ve 114. maddesinin son fıkrası, 1351 sayılı kanunun 7’nci maddesinin, 1504 sayılı kanunun 1’inci maddesinin ve diğer kanunların bu kanuna aykırı hükümleri mer’iyetten kaldırılmıştır.” Kanun yapıcı karmaşık mevzuatı kendisi bile takip edemediği için bazı kanun maddelerini saymaktan öte ne olur, ne olmaz diye diğer kanunların bu kanuna aykırı maddelerini yürürlükten kaldırdığını ifade etmektedir.

YARIN: İMARLA İLGİLİ YASAMIZ, YÖNETMELİĞİMİZ VAR AMA NEREDE HATA YAPTIK?