Her yapı bir hikâye anlatır. Biraz kulak verirsek, şarkı söylediklerini bile duyabiliriz. Narmanlı Han da yeniden bir şeyler söylemeye çalışıyor. İsteyenler duyuyor ve hayatı doyasıya yaşıyor...
Bu yazıyı, son yıllarda restorasyonunu yaptığım bir yapının projelendirilme ve uygulama aşamalarında başıma gelenleri anlatmak için kaleme aldım. Çoğu kişi, İstanbul’a böylesi hoş bir mekân kazandırdığım için teşekkür ediyor; ama yine de bazı kişiler, yapılan düzenlemeyi eleştirmeye, karşı çıkmaya devam ediyor. “Narmanlı Han” veya “Narmanlı Yurdu” hakkında derinlemesine bir araştırma yapılmamış olup, günümüze ulaşan bilgilerin büyük bir kısmı kulaktan dolmadır. “Narmanlı Geçidi” adıyla andığı yapı hakkında Behzat Üsdiken: “Bu yapı 1924 yılına kadar Rus Konsolosluğu olarak kullanılırdı, bu tarihten sonra konsolosluk elçilik binasına taşınmış olup, yapıda yalnızca ‘Neft Syndicat’ bürosu kalmıştı. 1930 yılında o da taşındı ve sonrasında bina satıldı… Hâlen binanın dışında görülen dükkânlarda önceleri konsolosluk arabaları dururdu. Geniş ve iki kanatlı büyük kapıdan girdiğinizde karşıki bina kançılarya bürolarına aitti. Sağ dipteyse, Rusların hapishaneleri bulunuyordu.” demekte.
Narmanlı Yurdu
1930’lu yılların başlarında Avni Narmanlı ve Sıtkı Narmanlı tarafından satın alınan yapının cephesinde yer alan ahırlar dükkâna dönüştürülmüş, girişe göre avlunun solunda yer alan binalar ofis, sağında yer alan binalar ise konut olarak kiraya verilmiş. Kira gelirleri azalan ve giderek harap olan yapı, son yirmi beş senedir, kapısı kilitli, içine kimsenin giremediği adeta bir mezbelelik hâlindeydi.
Orta avluda sağa sola eğilmiş birkaç ağaç ve kendi kendine büyüyen bazı bitkiler dışında yeşil bir alan bulunmuyordu. Ayrıca orijinal yapının orta avlusunda bulunduğunu bildiğimiz havuz ve fıskiye de yok olmuştu. Her iki kanattaki binaların çatıları çökmüş ve içine girilemez durumdaydı. Narmanlı Han’ın bir anı değeri olmaktan öteye önemli bir mimari karakteri yoktur. Narmanlı Han’ın orijinal cephesi, 1914 yılında Cadde-i Kebir’e tramvay hattı döşenmesi nedeniyle yapılan genişletme çalışmaları sırasında yıkılmış, yaklaşık altı metre geriye çekilerek bugün görmekte olduğumuz cephe inşa edilmiştir. Said N. Duhanî bu olayı şu sözlerle anlatır: “İstiklâl Caddesi’yle Müeyyed Sokağı’nın kesiştikleri noktada apartman olarak kurulmuş bulunan ‘Narmanlı Han’, Rus Devleti’nin mülkiyetindeydi; Rus Konsolosluğu bu binadaydı. Başlangıçta bu bina, gördüğümüz gibi içerde kalmış değildi; bir zamanlar sokağın büyük bir yüzeyini kaplıyordu; şimdiki çizgisine 1914’ten sonra getirilmişti. Moskova Hükûmeti, o tarihten beri kendini bu konuda daha rahat hissetmiştir.” Aynı konuda, Nur Akın, “19. Yüzyılın İkinci Yarısında Galata ve Pera” isimli kitabında, Narmanlı Han’dan “Dönemin yalınlaştırılmış Rus klasisizmini yansıtan cephesiyle, çevresindeki eklektik yapılardan ayrılmaktadır. Rus Devleti’nin mülkiyetinde olan yapıda Rus Konsolosluğu yer almaktaydı” diyerek Said Duhanî’den alıntı yapar.
İstiklal Caddesi ve ona açılan çoğu sokakta yer alan yapıları günümüzde konut olarak kullanmak neredeyse mümkün değildir. Belki konut olarak kullanılan birkaç yapı varsa da bölgede çocuk yetiştirmenin gerçekçi bir yöntem olmadığı görülmektedir.
Aliye Berger ve Bedri Rahmi Eyüboğlu
Narmanlı Han’ın ilginç yanı, bir dönem Aliye Berger ve Bedri Rahmi Eyüboğlu gibi sanatçıların binanın bazı bölümlerini atölye olarak; girişin sağındaki binanın zemin katındaki bir odanın ise Ahmet Hamdi Tanpınar tarafından konut olarak kullanılmış olmasıdır. Tatyana Moran bu olayı şöyle anlatır: “Ankara’dan döndükten sonra Hamdi, profesör olarak Edebiyat Fakültesi’ne girdi. Aynı zamanda da Güzel Sanatlarda ders veriyordu. Mali durumu düzelmişti. Bana artık ablasının evinden ayrılıp taşınmak istediğini söyledi. Aklıma birden bizim Narmanlı Yurdu’nda giriş katındaki küçük daire geldi; bir büyük oda, ortak olarak kullanılan mutfak ve banyodan ibaretti. Ucuza da vereceklerdi. Teklif ettim. Hamdi çok sevindi. Derhal tuttu ve taşındı. Perde olarak gazeteler yapıştırıldı. Bir iki tabak, bardak satın alındı.”
Ahmet Hamdi Tanpınar
Ahmet Hamdi Tanpınar gibi, Türk edebiyatının önce ve örnek bir kişisinin içinde yaşadığı şartlara bakın: bir odalı ev ve perde yerine takılan gazete kâğıtları… Bu binanın “Ahmet Hamdi Tanpınar Müzesi” olmasını isteyenleri gerçekten hayretle dinliyorum. Üstelik Ahmet Hamdi Tanpınar, bu yapıda çok kısa bir süre yaşar; daha sonra Gümüşsuyu’nda Beytülmalcı Sokak, No. 68/7 adresine, 1952 yılında ise Ömer Avni Mahallesi, Emektar Sokak, No. 17 adresine taşınır ve 24 Ocak 1962 günü de burada vefat eder.
Aliye Berger, 1950’ler ve 1960’larda Narmanlı Han’ın üst katındaki bir bölümü atölye olarak kullanmış; zaman zaman burada sanatçıların katıldığı toplantılar düzenlemiştir. Bedri Rahmi Eyüboğlu ise 1933 yılında Narmanlı Han’a yerleşmiş; ana girişin sağ tarafında bulunan dükkânlardan birini kullanmış ve 1975 yılına kadar burada çalışmıştır. Bugün Ahmet Hamdi Tanpınar, Aliye Berger ve Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun, yapının yenilenen avlusundaki heykelleriyle yeniden yaşamımıza katıldıklarını düşünüyorum. Merak eden insanlar “Bunlar da kim?” diye soruyor. “Bir dönem bu yapıda yaşamış insanlar” dendiğinde merak edip araştırıyor, bilgi sahibi oluyorlar.
Yaptığımız bu onarımdan sonra Narmanlı Yurdu yaşam buldu. Şimdi içinde insanlar diledikleri gibi hayatlarını yaşıyorlar. Zaman zaman ziyaret ediyorum ve kahkahaların yükseldiğini duyuyorum. Aklıma Halil Cibran’ın bir deyişi geliyor.
“Bir sene önce komşum bana ‘elemden gayri bir şey olmadığı için hayattan nefret ediyorum’ demişti. Dün mezarına uğradım. Hayat kabri üzerinde raksediyordu.”
Günümüzden yaklaşık bin yıl kadar önce, Ömer Hayyam bir rubai yazmış; belki birilerinin ilgisi çeker.
“Hiç, hiçbir şey bilmiyorlar, bilmek istemiyorlar.
Şu cahillere bak, dünyaya egemen onlar.
Onlardan değilsen eğer, sana kâfir derler.
Onlara aldırma Hayyam, yoluna devam et.”