Sultanahmet Meydanı’ndaki Alman Çeşmesi, her ne kadar Sultan II. Abdülhamid’e bir şükran hediyesi olarak yaptırılmış gibi görünüyorsa da gerçekte Almanya’nın Müslümanlar üzerinde hamilik rolüne soyunmasının ve II. Wilhelm’in, bir imparator olarak spina üzerine anıt diktirmeye hakkı olduğunu düşündüğünün göstergesidir
İstanbul’un pek farkına varılmayan anıtsal yapılarından biri de Alman Çeşmesi’dir. Sultanahmet Meydanı’nda bulunan bu çeşmenin bilinçli olarak Hipodrom’un orijinal aksına yerleştirildiğini çok az insan bilmektedir. Hipodrom’un ortasında yer alan ve yarış arabalarının etrafında döndüğü yüksek duvara “Spina” denilir. Bir dönem spina duvarı üzerinde bulunan üç anıt günümüze erişir. Bunların en eski tarihlisi, Firavun III. Tutmosis (MÖ 1502-1488) adına, MÖ 1450 yılına doğru Karnak’taki Amon-Re Mabedi önüne yerleştirilen obelisktir. I. Constantinus (324-337) döneminde başlanan çalışmalar sonrası, I. Theodosius döneminde (379-395) spina duvarı üzerine bugünkü yerine dikilir.
Spina duvarının güneybatı ucunda yer alan ve “Örme Sütun” adıyla bilinen sütunun VII. Constantinus döneminde (913-959) inşa edildiği kabul edilmektedir. Örme Sütun üzerinde, daha önceki İmparator I. Basileios’un (867-886) kazandığı zaferleri anlatan tunç levhalar bulunmaktaydı. Latin İstilası esnasında bu levhaların sökülerek eritildiği bilinmektedir.
Her iki dikilitaş arasında bulunan “Burmalı Sütun”un da ilginç bir hikâyesi vardır. Bu sütun bazı kaynaklarda “Yılanlı Sütun” olarak da isimlendirilir. Delphi’deki Apollon Tapınağı önündeki bu anıt, I. Constantinus’un İstanbul’u Roma İmparatorluğu’nun başkenti olarak yeniden inşa ettirdiği dönemde şehre getirilir. Perslere karşı MÖ 480 Salamis Deniz Savaşı ve MÖ 479 Platea Savaşı sonrasında kazanılan zafer anısına dikilen bu anıt, 8.00 metre yüksekliğinde, 29 boğumlu üç yılanın taşıdığı, altın bir kazandan oluşmaktaydı. Yılanların gövdeleri üzerinde savaşı kazanan Helen Birliklerini oluşturan otuz bir Helen sitesinin isimleri yazılıdır. Günümüze ancak 5.30 metrelik bir bölümü ulaşan anıtın üzerindeki yılan başları zaman içinde tahrip olmuştur. Kaybolan bu yılan başlarından birisinin üst çenesi yapılan kazılar sonucu bulunmuş olup, İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nde teşhir edilmektedir.
Hipodrom’un sessiz tanıkları
Hem Onofrio Panvinio’nun XV. yüzyıl sonlarına ait gravüründe hem de Matrakçı Nasuh’un 1537 tarihli İstanbul görünüşünde, spina duvarı üzerinde çok daha fazla sayıda anıt görülse de günümüze yalnızca yukarıda sözünü ettiğim üç anıt ulaşabilmiştir.
II. Wilhelm’in ziyareti ve politik arka plan
1871 yılında Alman Birliği’ni oluşturan Prusya Kralı I. Wilhelm (1861-1888), Prusya İmparatoru ilan edilir. 1888 yılındaki ölümünün ardından, oğlu I. Friedrich (1888) kısa bir süre imparatorluk yapar ve akabinde yerine torunu II. Wilhelm (1888-1918) tahta geçer. II. Wilhelm, tahta çıktıktan bir yıl sonra, 1889 yılında İmparatoriçe Victoria ile birlikte İstanbul’a bir gezi yapar. Güçlenen Almanya’nın doğuda dostlara ihtiyacı vardır. Daha sonra, 1898 yılında bu kez deniz yoluyla geldiği İstanbul’da, II. Abdülhamid ile yakın ilişkiler kurar. “Doğu’ya Seyahat” adıyla anılan bu ziyaret sırasında Kudüs’e gider ve Doğu Hristiyanlarının hamisi rolüne soyunur. Almanya’ya dönüşünde, Sultan II. Abdülhamid’in tahta çıkışının yirmi beşinci yıldönümünü kutlamak için bir hediye hazırlığına başlar.
Hediye bahane: Önemli olan görünürlüğü olan bir mesaj
İmparatorun desenini çizdiği görkemli bir çeşme, İstanbul’un merkezindeki bir alana yapılacak ve hem onun adının yaşamasını hem de Alman nüfuzunun Osmanlı İmparatorluğu üzerindeki etkisini gösterecektir. Çeşmenin planlarını Kayser II. Wilhelm’ın danışmanı mimar Spitta çizer. Yapımını ise mimar Schoele üstlenir. Alman mimar Carlitzik ile İtalyan mimar Joseph Antony de bu projenin gerçekleşmesi için yapılan çalışmalara katılır.
Açılış günü: Gecikme mi, bilinçli seçim mi?
Anıtsal çeşmenin monte edileceği yer, İstanbul’un yüz yıllardır önemli bir merkezi olan Sultanahmet Meydanı’dır. Toprak olan bu alan yeniden düzenlenir ve ağaçlandırılır. Çeşmenin altyapısı hazırlanır ve Almanya’da imal edilen çeşme, bu temel üzerine monte edilir. 1899 yılında yapımına başlanan çeşmenin, Sultan II. Abdülhamid’in tahta çıkışının yirmi beşinci yılı olan 1 Eylül 1900 günü açılışının yapılması planlanırsa da inşaat bu tarihte bitirilemez. Gerçekten bitirilemedi mi, yoksa bilinçli olarak mı bitirilmedi? Bunun üzerine, açılışın Kayser II. Wilhelm’in doğum günü olan 27 Ocak 1901 tarihinde yapılmasına karar verilir.
Eşi benzeri olmayan bir mimari yapı
Alman Çeşmesi ne klasik Avrupa çeşmelerine ne de Osmanlı meydan çeşmelerine benzememekte olup, bildiğimiz kadarıyla benzeri olmayan anıtsal bir yapıdır. Yüksek bir alt bölüm üzerine oturan sekizgen planlı yapının ortasında büyük bir su haznesi yer almaktadır. Ortadaki su haznesinin etrafında oluşturulan koridorda dolaşmak mümkündür. Sekiz somaki mermer sütunu birbirine bağlayan kemerlerin üzerindeki pandantiflerden dördünün içinde Sultan II. Abdülhamid’in tuğrası, dördünün içinde ise Kayser II. Wilhelm’in simgesi olan “W” harfi ve altında “II” sayısı bulunmaktadır. Koyu yeşil renkteki sütunların taşıdığı görkemli bir kubbe ile örtülüdür. Çeşmenin tunç kitabesinde Almanca olarak “Alman Kaiser’i Wilhelm II, 1898 sonbaharında Osmanlıların hükümdarı haşmetli Abdülhamid II nezdinde ziyaretinin şükran hatırası olarak bu çeşmeyi yaptırdı” yazmaktadır. Çeşmede bir de Türkçe kitabe bulunmaktadır.
Yer seçimi tesadüf değil!
Alman Çeşmesi’nin yapıldığı yer, çok az kişinin ilgisini çekmektedir. Hemen hemen hiç kimsenin dikkatini çekmeyen en önemli özelliği, bir dönem Hipodrom’un uzun aksını oluşturan spina duvarı üzerine monte edilmiş olmasıdır. Spina duvarı üzerindeki eskiden kalma anıtların ancak bir imparator tarafından dikilebildiği göz önüne alındığında, II. Wilhelm’in yer seçimindeki tercihinin nedeni daha iyi anlaşılabilir. Her ne kadar Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu, II. Franz’ın 6 Ağustos 1806 günü tahttan çekilmesiyle dağılmış olsa da Kayser II. Wilhelm’in imparatorluk iddiasının devam etmekte olduğu anlaşılmaktadır.
Simgeler ve anlamlar
Sultanahmet Meydanı’ndaki Alman Çeşmesi, her ne kadar Sultan II. Abdülhamid’e bir şükran hediyesi olarak yaptırılmış gibi görünüyorsa da gerçekte Almanya’nın Müslümanlar üzerinde hamilik rolüne soyunmasının ve II. Wilhelm’in, bir imparator olarak spina üzerine anıt diktirmeye hakkı olduğunu düşündüğünün göstergesidir.
Tarih bilinci ve gelecek politikalar
İstanbul, varlığını sürdürdüğü sürece bu tür üstü örtülü gösterilere sahne olmuş ve olmaya da devam edecektir. Önemli olan, bizim bu gibi girişimlerin altında yatan beklentilerin farkına varmamızdır. Eğer, benzeri çok olan bu gibi girişimlerin farkına varırsak, buna göre bir politika oluşturmamız mümkün olacaktır. Ancak ne yazık ki, başta çoğu yöneticimiz olmak üzere, bizim ülkemiz insanı bu tür olaylara seyirci kalmaktadır. Tarih bilincimizin olmaması, geçmiş deneyimlerin farkına varamamamız, bazı olaylara seyirci kalmamıza yol açıyor. Ne yazık ki, çoğu zaman iş işten geçtikten sonra yapılanların ardındaki gerçek nedenleri ve beklentileri fark edebiliyoruz. Günlük beklentiler, dedikodu sınırlarını aşmayan söylentiler, önümüzü görmeye ve gelecek için çalışmamıza mâni oluyor.
Görünmez kılınan anıtlar ve ağaçlandırma sorunu
Üstü örtülü bu gibi girişimlerin yanı sıra, Almanların Sultanahmet Meydanı düzenlemeleri; bir dönem boş olan alanı ağaçlandırmaları, günümüzde bu alanda yer alan çok sayıda anıtsal yapımızı görünmez kılıyor. Başta Sultanahmed Camii olmak üzere, İbrahim Paşa Sarayı, Defter-i Hâkani Binası, Dikilitaş, Örme Sütun, Yılanlı Sütun ve bir dönemin Ziraat ve Maden Bakanlığı Binası, neredeyse meydanı gezen insanlar tarafından görülmez hâle geldi.
Dünyanın hiçbir meydanında ağaç yoktur. Bu alanlarda genellikle alçak bitkiler bulunur ve tarihi dokuyu etkilemez. Şehirlerin içinde ağaç parklara dikilir; çevresinde yer alan anıtsal yapıları örtmez. Sanırım geçmişte çoğu kez olduğu gibi, beni “Ağaç düşmanlığı” ile suçlayacak çok insanımız olacaktır. Ama ne yazık ki gerçek bu: Sanki utanılacak bir şeylermiş gibi anıtsal yapılarımızı görünmez kılmayı marifet sanmaktayız...