Haberin Devamı

Habere göre “Dişi maymunların hayatı ‘Sex and the City’ dizisindeki gibi... Doğru erkeği bulana kadar sürekli sevişiyorlar”.
Dişi insanların seks meselesinde “maymun iştahlı” olabilmesi, belki de en en en baştaki özgürlüğe geri dönebilmesi için insanlık çok uzun bir yol kat etti. Medeniyetler kurdu, kentler inşa etti, kanunlar yaptı, Manolo Blahnik ayakkabılar tasarladı...
Ve şimdi, maymunlar kentli kadınlara benzetiliyorlar, öyle mi?
Eh, “Sex and the City” kadınlarını maymuna benzetmek olmazdı tabii.
Ama benim zorlayasım var: “Sex and the City” dizisinin çıkış noktası; son yıllarda giderek yükselen, insanın doğaya dönüş, kendi özüne dönüş arzusu olabilir mi? Gerçi “Doğru erkekle öyle mi evlensek, böyle mi evlensek?” temalı “Sex and the City” filmi bunu bozdu ama belki de dizideki kadınların seks hayatı maymunlardan araktı. 

En sağlıklısı fakirlik mi?
Tüm dünyada insanlar uzun zamandır doğaya ve medeniyetin sınırları içinde kendi doğalarına dönmenin yolunu arıyor. Doğaya aykırı yaşamak sağlığı bozuyor çünkü. Bugün uyku kadar doğal bir ihtiyaç için bile, “Günde kaç saat uyumak doğru?” diye araştırmalar yapılıyor. Oysa eskiden insanlar günde kaç saat uyuyacaklarına kafayı takmak zorunda değildi. Güneşin ilk ışıklarıyla uyanıyor, karanlık çökünce uyuyorlardı. Elektrik yoktu, televizyon yoktu, bar-kulüp vesaire yoktu...
Ve günde kaç saat uyumak daha doğru diye araştırmalara gerek yoktu!
“Neyi, ne zaman yemek daha yararlı?” diye araştırmalar da yoktu.
Olan, olduğu zaman yeniyordu.
Her tür meyve-sebzenin her mevsimde bulunabildiği bir dönemde, bugün beslenme uzmanlarının önerdiği de tam bu değil mi: “Her şeyi mevsiminde yiyin.”
Ay hocam, neyin mevsimi ne zamandı, biz unuttuk gitti. Örneklerle şey’etseniz...
“Fakir gibi beslenin. Sebzeler ve meyveler, mevsiminde ucuz olur.”
Aaaa, yoksa en sağlıklısı fakirlik mi hocam?
İnsanlığa komünizm gerekiyorsa, galiba onu da doğa getirecek.

Babaannenin reçetesi
Ama doğaya dönüş için geriye gidişte
-ki irtica da denebilir buna- ilk durak dinler oldu. Başta Müslümanlık olmak üzere Semavi dinler yükselişte, Doğu dinlerine ilgi büyük.
Türban kadın doğasının bir gereği mi? Oruç, beden sağlığı için mi gerekli? Yoga, reiki vesaire... İyi enerjiler, kötü enerjiler, feng shui‘ye göre düzenlenen evler...
Birçok kimse ilahi emirden ziyade aslında sağlıklı yaşam için en doğru, çünkü eski, dolayısıyla da doğaya en yakın kaynak olarak gördüğü ve güvenilir bulduğu için uyguluyor dini kuralları.
Doğadan başka neye, kime, nasıl güvenebiliriz ki?
Bakmayın son yıllarda sigaranın kansere sebep olduğu mevzuunun ayyuka çıkmasına. Başlangıçta sigarayı çok sağlıklı, yararlı diye pazarlamamışlar mıydı?
Yarın cep telefonunun da sigarayla aynı kefeye konmayacağını, üzerine “Cep telefonu kullanmak size ve çevrenizdekilere ciddi zararlar verir” diye yazılmayacağını, kapalı alanlarda yasaklanmayacağını nereden bileceğiz?
Nitekim cep telefonu ile ilgili uyarılar sıklaştı.
Teknoloji ilerliyor. Ama insan kullandığı teknolojinin kendisine ne kadar yarar, ne kadar zarar getirdiğini asla bilemiyor.
Tıp ilerliyor. Ama aynı hastalıkla ilgili her doktor başka bir şey önerirken, hangi doktora ne kadar güveneceğine karar vermek zor.
Babaannenin 100 yıllık reçetesinin, kirazın sapının, üzümün çekirdeğinin aniden kıymete binmesi bu yüzden.

Kene için önlem: Tımar
Toprak da bu yüzden kıymete binmedi mi? Bin yıllardır toprağa basan, toprakla iç içe yaşayan insanlar yanılıyor olamazlardı. Toprak kandırmazdı.
Bunun üzerine Avrupa’da, Amerika’da insanlar öğle tatilinde parklara gittiler, ayakkabılarını çıkarıp yalınayak yürüdüler, toprağa basmak ve negatif enerjilerden kurtulmak için. Bir ara New York’ta Central Park’a gidip ağaçlara sarılmak pek moda oldu.
Türkiye’de belki kentlerde öğle tatilinde gidilip çıplak ayak gezilip ağaç kucaklanacak parklar olmadığından, belki de en kentlinin bile toprakla teması henüz Batılılar kadar kopmadığından, bu tür zorlama hareketlere pek rastlamadık.
Hatta ölümcül keneler bile hafta sonu pikniklerinin sonunu getirmişe benzemiyor.
Televizyonda gördüm, bir uzmandı galiba, piknikten dönüşte ev halkının birbirine kene kontrolü yapmasını öneriyordu.
Buna, primatlarda “tımarlama faaliyeti” deniyor.
Pirimatların parazitlerden arınmak için birbirlerini tımar etmeleri; karşılıklı yardımlaşma, şefkat ve sevgi gösterme, birinin üstünlüğünü kabul etme, güven verme, yatıştırma gibi manalara da geliyor.
“Maymunlar da tıpkı bizim gibi birbirlerinin kenelerini ayıklıyor” diye haberi de çıkar mı yakında?
*    *    *
Git git git en geriye git, dön dolaş doğayla buluş... Varacağın en güvenli yer, birbirine güven galiba. 

Sus, sus, sus; komşular duymasın
“Doğru erkeği bulana kadar sürekli sevişen
‘Sex and the City’ maymunları” da neyin ne’si? Hangi maymunlarmış bunlar? Kentte mi yaşıyorlar?
Zira kadınların, yani dişi insanların, istediği erkekle sevişebilmesi için bir kentte, hatta mümkünse New York City’de yaşaması gerekiyor.
İskoçya’daki St. Andrews Üniversitesi‘nin yaptığı araştırmada bahsi geçen “maymunlar” Uganda‘da yaşıyorlar. Şempanze onlar. “Kentli” tarafları “doğru erkeği” ya da “aşkı” bulmak için sürekli sevişmeleri değil. Sevişirken mümkün mertebe az ses çıkarmaya, çığlıklarını kontrol etmeye çalışmaları.
Bak sen şu kibarlığa, komşuları rahatsız etmek istemiyor demek...
Hayır, bulduğu erkek yüzünden etraftaki dişilerin hışmına uğramak istemiyor. Eğer etrafta başka dişiler varsa, sevişen dişi şempanze çenesini kapıyor.
Çünkü dişi şempanzeler, rekabetten kaçınmak için diğer dişiler tarafından fark edilmeden mümkün olan en çok sayıda erkekle çiftleşmeye çalışıyorlar.
“Sürekli seviştikleri” bir bakıma doğru yani.
“Doğru erkeği bulmak” için mi?
Aksine, bilim adamlarına göre doğru erkek arayan primatlar sevişirken yüksek sesler çıkarıyor. Böylece etraftaki diğer erkeklere bir tür çağrı yaparak erkekleri birbirine düşürüp aralarından
“en güçlü”yü seçmeleri mümkün oluyor.
Uganda’daki dişi şempanzelerin sessizliği ise buna uymuyor.
Bu sessizlik dişi şempanzelerin “daha çok seks” ile “en güçlü, doğru erkek arayışı” arasında tercih yapmaları gerektiğinde, daha çok seksi tercih ettiklerini gösteriyor.