Türkiye kendisine yönelik tehditleri bertaraf etme konusundaki kararlılığını hem sahada hem de masada çok net ortaya koydu, koyuyor. Üstelik de ABD ve Rusya’ya rağmen. Çünkü her ikisi de bir yandan Türkiye ile müttefik gibi davranıyor, diğer yandan da biri terör örgütü YPG/PYD/PKK’yı diğeri Suriye rejimini kullanarak kendi çıkarlarına dönük çalışıyor. Dahası her ikisi arasında sanki gizliden bir müttefiklik havası da var gibi. Yani görünürde çıkar çatışması içindeler ama mümkün olduğu kadar birbirlerine dokunmuyorlar. Karşılıklı hâkimiyet alanlarına girmeden bir şeyler yapmaya çalışıyorlar. O alana giren olursa da onu engelliyorlar, bunun için de aralarında devir-teslim bile yapıyorlar. Örneğin; Fırat’ın doğusunda Türkiye’nin Barış Pınar Harekatı’nı yaptığı bölgenin doğusunu ve batısını ABD Rusya’ya bıraktı. Aynısını Menbiç’te de yaptı… Son olarak da Kamışlı’daki devriye geriliminde yan yana dalgalanan ABD-Rus bayraklarını gördük. ABD
Bir önceki “ABD ve Rusya’nın İdlib oyunları” başlıklı yazımızda iki süper gücün Suriye’de terör örgütü YPG/PYD/PKK’yı kendi safına çekme konusundaki rekabetine değinmiştik. Türkiye YPG/PKK’yı etkisiz duruma getirme mücadelesi verirken, İdlib’de müttefik gibi davranan ABD terör örgütünü yeşertmek, güçlendirmek için uğraşıyor, diğer aktör Rusya ise kıyafet değişikliğiyle o gücü Suriye ordusuna katıp kendi kontrolü altına almak istiyordu. Yani İdlib kriziyle bağlantılı başka tezgâhlar ya da kirli hesaplar da vardı. Hem de mazisi çok eskilere uzanan. Dolayısıyla, geçmişi de irdelemekte yarar var. Özellikle de terörist başı Abdullah Öcalan’ın 21 yıl önce bugün (15 Şubat 1999) özel bir uçak içinde elleri arkadan bağlı, ağzı bantlı şekilde Türkiye’ye getirildiği döneme dikkat çekerek... Çünkü Öcalan’ı veren ABD o günde müttefik havasındaydı ama kafasında bugünlerin hesabı vardı. Rusya da
ABD’den son iki haftadır İdlib konusunda Türkiye’ye destek görüntüsü var. Suriye Özel Temsilcisi Jeffrey’in Ankara’ya gelmesi de bu anlamda son derece kritik ve verilen mesajlar da ABD ile NATO’nun “müttefikliği” anımsaması açısından önemli. Ancak bunların hiçbiri ABD’nin elini taşın altına koyarak gerçek anlamda destek verdiği, vereceği anlamına gelmiyor. Çünkü somut adım yok, sadece “Mümkün olduğu kadar destek” gibisinden yuvarlak sözler var. ABD’ye olan ciddi anlamdaki güven ya da samimiyet sorunu da endişelerin bir başka boyutu. Hele de destek sözü veren ABD’nin vazgeçmediği PYD/YPG/PKK sevdası ve Pentagon’un 2021 mali yılı bütçesinde terör örgütüne ayırdığı 200 milyon dolarlık maddi katkı dikkate alındığında. Evet, bunlar sürpriz değil, ABD’nin 2011’den bu yana Suriye’de terör örgütüne alan açma çabası ve garnizon devletçiği kurdurma niyeti bilinen şeyler ama Pentagon’un son raporunun
İdlib’de çatışmalar şiddetlenecek mi, durulacak mı? Suriye rejiminin Türkiye’ye yönelik saldırısından sonra en çok tartışılan konu bu. Çünkü Suriye Ordusu’nun operasyonu sürdürmesi, Türkiye ile Suriye’yi çok ağır bir çatışma noktasına getirebilir. Nitekim Türkiye yapılacak yeni bir saldırı durumunda meşru müdafaa kapsamında yine en sert şekilde karşılık verileceğini de deklare etti. Dolayısıyla asıl merak edilen Rusya’nın tavrı ki bağlamda Ankara-Moskova hattında diplomatik temaslar yoğunlaşmış durumda. Ancak bu gelişmeleri Putin istese bir telefonla hamisi olduğu Esad’ı durdurur ama biraz daha alan kazanmasını sağlamak için zamana oynuyor diye yorumlayanlar da var. Yani Türkiye her zamanki gibi kartları açık oynuyor, Rusya ise ikircikli bir görüntü içinde. Aynısı NATO müttefikliğini hatırlayan ABD için de geçerli. O da Türkiye’nin yanındaymış havası veriyor ama “derinden” kontrolündeki “provokatör aktörleri” manipüle ediyor. Nasılını İstanbul
Türkiye’de afet denildiğinde ilk akla gelen deprem oluyor çünkü ülkenin büyük bölümü fay hatları üzerinde. Ancak afet kavramının ülkenin her bölgesinde farklı karşılıkları da görülüyor. Çığ, su baskını, hortum, toprak kayması, hava, deniz, kimyasal madde kazaları ya da orman yangınları gibi...
Dolayısıyla da her an her türlü afet senaryosuna karşı hazırlıklı olmak gerekiyor. Hem öncesinde alınacak önlemler hem de olduğunda ve sonrasında yapılacaklar açısından. Zira doğru ve hızlı müdahale insan hayatını kurtarmada son derece önemli. Bunun en somut örneklerini de peş peşe gelen facialarda gördük. Tabii, hatalarımızı ve eksiklerimizi de.
Özellikle de çığ faciasındaki organize olmayan iyi niyetli destek ve yardım çabalarının olay mahallinde yarattığı riskleri ve vahim sonuçlarını.
Yani Türkiye her türlü felakete açık bir ülke ve biz evet arama-kurtarma çalışmalarında önemli bir yol aldık ama toplumun bilinçlenmesi noktasında hâlâ sıkıntı var. O nedenle de
Kâğıt üstünde ABD ile Türkiye müttefik, hatta stratejik ortak. Aynı ittifakta, NATO’da yer alıyorlar. Yani uluslararası hukuk bakımından da gerçek müttefikler. Rusya ise Ortadoğu’daki, Suriye’deki gelişmeler çerçevesinde Türkiye ile müttefiklik pozisyonuna girmiş durumda. Hem askeri bakımdan hem ekonomik açıdan. Ancak sahadaki fotoğrafa ve beklentilere baktığınızda ikisinin de çıkarları Türkiye ile örtüşmüyor ya da paralel gitmiyor. Çünkü Rusya Ortadoğu’da yerleşmek, Suriye’deki konumunu daha da pekiştirmek istiyor. Bu bağlamda Esad’ı da kollayarak veya Suriye rejimiyle ilişkilerini koruyarak güç kazanmak ve devamlılık sağlamak niyetinde. ABD’de bu gelişmeleri engelleyerek Suriye’nin parçalanmasına çalışıyor, kafasında da Fırat’ın doğusundaki bölgede bir özerk yapı var. Dahası Türkiye-Rusya ilişkilerini zayıflatmak istiyor. Tabii aynısı Rusya için de geçerli. O nedenle her ikisi de Türkiye için “güvenilmez müttefikler” konumunda.
Soçi Mutabakatı’na rağmen bombaların yağdığı ve her gün onlarca sivilin öldüğü İdlib’de gözyaşı ve göç görüntüleri değişmiyor. Değişmesi de zor çünkü Rusya, rejim güçlerini kullanarak İdlib’deki tansiyonu yükseltiyor. Gerekçe olarak da bölgedeki teröristlerin süren varlığı ile M4 ve M5 karayolunun güvenliğini gösteriyor. Dolayısıyla da yeşil hat olarak kullanılan yer gittikçe Türkiye sınırına doğru küçülüyor. Yani Rusya, Türkiye’nin ateşkes konusundaki tüm çabalarını hiçe sayarak başından beri kafasında var olan etkili operasyon planını uyguluyor. Ancak bu İdlib’de oynanan oyunun sadece Rusya boyutu, bunun bir de ABD ayağı var. O da katliama karşıymış havası veriyor ve saldırıları kınıyor ama “derinden” CIA ve onun kan kardeşi MOSSAD aracılığıyla bölgedeki radikal örgütleri manipüle ediyor. AB ülkeleri ise tam anlamıyla seyirci konumunda. Tabii amaç da malum Türkiye’yi zora sokmak ve Türkiye ile Rusya’nın
Kudüs’ün tamamını “İsrail’in başkenti” olarak kabul etme, işgal altındaki Suriye toprağı Golan Tepeleri’nin İsrail’e ilhakını tanıma adımlarının ardından Trump şimdi de Filistinlileri hepten yok sayarak “Kudüs’ü ve Batı Şeria’yı İsrail’e verdim” dedi Hem de yüzyılın anlaşması ya da barış planı yutturmacasıyla. Dahası, pervasızca, toprakların gerçek sahibi Filistinlilere para dahi teklif etti. Tabii anında da Filistinlilerden “Kudüs ve topraklarımız satılık değildir” yanıtını aldı. Yani başkanlık koltuğunun verdiği güç ve kibirle Ortadoğu’da sınırlar çizen Trump, “dünya emlak kralı” edasıyla ülkelerin topraklarını parselleyerek, ABD’nin jandarması İsrail’e devretmeye çalışıyor. Dolayısıyla da Trump’ın yutturmaya çalıştığı gibi Ortadoğu’da çözüm getiren değil, aksine, İsrail ile Filistin arasındaki sorunu düğümleyen Arap dünyası ile ilişkilere yeni boyut kazandıran hatta Türkiye-İsrail ilişkilerini de zedeleyen bir durum söz konusu. Ki buna