Fetullahçı Terör Örgütü’ne yönelik yürütülen soruşturmalar ve açılan davalar sebebiyle yurt dışına kaçan ve haklarında yakalama kararı olan çok sayıda kişi var. Bunların hepsi de kendilerine kucak açan ülkelerin hamiliğinde Türkiye aleyhine faaliyetlere devam ediyorlar. Üstelik de Türkiye tarafından ısrarla yinelenen iade edilme taleplerine rağmen... Yani başta ABD ve Almanya olmak üzere birçok AB üyesi ülke FETÖ’cüleri yekten korumaya almış durumda. Adamlar Avrupa’da müze açıyor, konferanslar düzenliyor, kitaplar, raporlar yayınlıyorlar. Avrupa Parlamentosu’na gidip konuşmalar yapıyorlar. Dahası iade edilmemek için yaptıkları iltica talebi taktikleri de ivme kazanmış durumda... Hem FETÖ’cülerin talepleri hem de onları koruyup kollayan ülkelerin buna olumlu yaklaşımları açısından. Ki bunun son örneğini daha bir kaç gün önce Hollanda’nın da “mültecilik” taleplerine yaktığı yeşil ışıkla yaşadık… Dolayısıyla da mültecilik
Libya’ya asker gönderme olasılığıyla birlikte TSK’ya bağlı düzenli birlik yerine tıpkı ABD ve Rusya’da olduğu gibi özel askeri şirketler bünyesindeki paralı asker seçeneğini tartışmaya başladık. Bu bağlamda konuşan üst düzey emekli asker, strateji uzmanı hemen herkesin ortak görüşü de “doğru ve yerinde” olacağı, hatta geç bile kalındığı yönünde. Hem savaş şekilleri de değişen dünyada ülkelerin sahada artık ordularıyla değil, kurdukları veya destekledikleri güvenlik şirketleriyle (Wagner ve Blackwater vb.) faaliyet gösterdikleri realitesi hem doğrudan resmi asker göndermenin olaya fiilen katılma gibi yaratacağı riskler açısından. Dolayısıyla, önümüzdeki günlerde özel askeri şirketler konusunun daha bir ivme kazanacağı açık. Öncelikle de henüz olmayan yasal düzenlemelerin yapılması bağlamında. Yani ihtiyaç ve şart denilen özel askeri şirket seçeneğinin yolu kısa vadede açılabilir. O nedenle nasıl ve kimlerden olabilir konusunu irdelemekte yarar var. Eski Genelkurmay İstihbarat Daire
Türkiye hem sahada hem diplomaside peş peşe yaptığı stratejik hamlelerle Suriye’de olduğu gibi Doğu Akdeniz’de de dengeleri altüst etti. Tabii yine her kirli oyunun baş aktörü konumundaki ABD’ye rağmen... Hem de Amerikan Senatosu’nun Türkiye’yi S-400 füzelerinden dolayı cezalandırmak, Rum ve Ermeni lobisiyle beraber Türkiye ve KKTC’ye karşı Rumlara silah ambargosunu kaldırmak gibi son derece tehlikeli hamlelerinin olduğu bir dönemde... Yani Türkiye kararlı ve dik duruşuyla ABD ve onun güdümündeki ülkelere bir kez daha “Ben olmadan hiçbir denklem kurulmaz” mesajını verdi. Dolayısıyla da bildik “ABD bunun farkında değil mi?” tartışması yine gündemde. Bu bağlamda da son yıllarda ABD ile yaşanan her gerilimde görüş belirten askeri ve istihbari kaynakların kesiştiği nokta şu:
“ABD’nin Türkiye’den vazgeçme lüksü yok. Türkiye çok büyük bir devlet. Askeri açıdan NATO’nun ikinci büyük ülkesi. NATO’nun stratejik hedefleri içerisinde coğrafyası
Kâğıt üstünde ABD ile Türkiye müttefik, hatta stratejik ortak. Aynı ittifakta, yani NATO’da yer alıyorlar. Ancak ABD’nin tavrına ve attığı adımlara baktığınızda bırak müttefikliği tam anlamıyla hasmane bir görüntü söz konusu. Özellikle de S-400’ler ile Barış Pınarı Harekâtı nedeniyle Türkiye’ye yaptırım uygulanmasına dönük hamleleri ve Temsilciler Meclisi’nden sonra, Senatosu’nun da aldığı skandal soykırım kararları dikkate alındığında... Ki bunlarda Türkiye aleyhine çalışan ve şimdilerde ortak hareket eden ABD’deki FETÖ’cüler ile Ermeni, Yahudi, Kürt lobilerinin, yani şer ittifakının payı da büyük. Çünkü onlar da birebir markajla ABD’nin yürütme ve yasama organlarını etkileyip dizayn etmeye çalışıyorlar. Nasılını Hava Kuvvetleri Komutanlığı eski başsavcısı, emekli Albay Ahmet Zeki Üçok anlatıyor:
“ABD’deki FETÖ’cüler, Ermeniler, Yahudiler PKK’lılar hep birlikte bu tasarının geçmesi için tanıdıkları senatörlerle
Rus yapımı S-400’ler konusunda Türkiye’ye önceleri “Vazgeç, yoksa” diye yaptırım şantajı yapan ABD şimdi de “Aktif hale getirme” ya da “Başka yere gönder” gibisinden aynı dayatmacı havada. ABD Senatosu’nun aldığı son “skandal karar” da bunun tipik örneği. Yani ABD müttefiklik ve diplomatik teamüllere uygun olmayan, baskıcı, küstah üslubunda ve de hasmane tavrında ısrarcı. Tüm bunlara karşı Türkiye ise bağımsız bir ülke olarak verdiği kararın arkasında duracağını, her konuda olduğu gibi, çok net olarak defalarca yineledi, yineliyor. Hem de olası yaptırım tehditlerine karşı sessiz kalmayacağı vurgusuyla. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun “Dayatmayla bir yere varılamayacağını ABD Kongre üyelerinin anlaması gerekiyor. Türkiye aleyhine yaptırım kararı alınması durumunda İncirlik ve Kürecik meselesi de gündeme gelir” resti de atılacak olası adımların işaret fişeği. Dolayısıyla da İncirlik ve Kürecik kozunun önemini ve kapatılması durumunda ABD açısından ne anlama geleceğini irdelemekte yarar var.
Suruç Belediye Başkan Vekili’ne suikast hazırlığındaki PKK/PYD/YPG’lı teröristin takip edilerek yakalanması Türkiye’nin terörle mücadeledeki kararlılığının yanı sıra imkân ve kabiliyetini bir kez daha çok net ortaya koydu. Çünkü terörle, teröristle mücadelede başarı güvenlik güçlerinin donanımı ve kullanılan teknoloji kadar, istihbaratın etkinliğiyle de bağlantılı bir durum. Yani caydırıcılık açısından var olan vurucu güçle birlikte özellikle güvenilir, net bilgi elde etmek ve doğru ya da nokta hedeflere yönelmek de gerekiyor. Hem arananlar listesindekileri paketlemek hem de eylem hazırlığındaki teröristleri harekete geçmeden enselemek açısından. Bu bağlamda da son dönemlerde MİT ve güvenlik güçlerinin iş birliğiyle Şanlıurfa örneğinde olduğu gibi eylem hazırlığındaki çok sayıda terörist yakalandı. Yerleri bulunamaz, hele de kendileri açısından karargâh olarak gördükleri bir yerde onlara kimse erişemez diye gizemli havaya sokulan lider kadrosundaki
Barış Pınarı Harekâtı’yla Suriye’deki oyunu bozan Türkiye, Libya ile işbirliği hamlesiyle de Doğu Akdeniz’deki bütün dengeleri değiştirdi. Yani Türkiye bölgede yine “esas aktör” olduğunu gösterdi ve şer ittifaklarına karşı sahada üstünlük kazandı. Çünkü Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni Doğu Akdeniz’de saf dışı bırakma planları bu hamleyle alt üst oldu, çöpe gitti. Yunanistan’ın feryat figan hali, Libya’nın büyükelçisine kapıyı gösterme küstahlığı da bunun çok açık kanıtı. Ancak Atina yönetimi hala Türkiye karşıtı adımlarına devam ediyor ve Türkiye’yi Girit’i haritada yok sayarak anlaşma imzalamakla suçluyor. Dolayısıyla Ankara’nın bu hamlesinin Atina’nın kimyasını da bozduğu ortada. Özellikle de tutarsız ve mantık dışı Girit Adası savı dikkate alındığında. Niyesini Deniz Kuvvetleri Komutanlığı eski Genel Sekreteri ve Washington eski Deniz Ataşesi emekli Kurmay
Türkiye, coğrafi konumu nedeniyle yıllardan beri düzensiz göçün en uğrak güzergâhlarından biri. Resmi verilere göre, yakalanan düzensiz göçmenlerin sayısında 2013’ten bu yana artış var. 2013 yılında 39 bin 890 olan yakalanan düzensiz göçmen sayısının 2018 yılında 268 bine çıktığı görülüyor, bu yılki rakam ise şu an 420 bin ile 430 bin arasında. Bu göçmenlerin bazıları Türkiye’yi hedef ülke olarak değerlendirirken, önemli bir bölümü ülkemizi transit ülke olarak görüyor.
Dolayısıyla da Türkiye 4 milyonu Suriyeli sığınmacı olmak üzere sahip olduğu yüksek miktarda mülteci nüfusun yanında göç hareketlerinin geçiş güzergâhında bulunmasıyla da kilit ülke konumunda. Özellikle de AB ülkelerinin sınır güvenliği açısından. Çünkü bu insanların öncelikli hedefi Ege Denizi’ni geçerek önce Yunanistan’a ve oradan da İtalya, Almanya ve Fransa gibi daha gelişmiş AB ülkelerine ulaşmak. O nedenle de