Ankara-Washington ilişkilerinin onarım dönemindeki en büyük engel doğrudan ABD’nin kendisi. Çünkü ne söz verdiyse yapmadı ya da tersini yaptı, yapıyor. Özellikle de Fırat’ın doğusu ve Menbiç konusunda... Yani lafa geldiğinde ‘teröre ve teröriste’ karşı olduğunu söyleyen ABD samimi olsa sorunlar aşılacak. Ki bu defalarca test edilmiş bir durum. O nedenle de aynı ABD’nin şimdilerdeki “S-400’den vazgeç, Patriot’u hemen al” teklifi fazlasıyla güven odaklı “acabalar” akla getiriyor. Hele de Savunma Bakanlığı (Pentagon) sözcüsünün “Rusya’dan S-400 hava savunma sistemleri alan Türkiye’yi anlaşmayı iptal etmemesi durumunda ağır sonuçlar bekliyor” gibisinden küstahça ifadeleri düşünüldüğünde... Dolayısıyla da daha önce defalarca istenilmesine rağmen Patriotları vermeyen ABD’nin ne NATO’yu ne de müttefiklik konusunu pek önemsemediği ve Türkiye’nin lehine adım atmak gibi bir niyetinin olmadığı yine çok açık. Nitekim dün konuştuğum 1998-2001 yıllarında Belçika’daki NATO karargâhında görev yapan emekli tuğgeneral Dr. Naim Babüroğlu’nun tespitleri de aynı yöndeydi:
“ABD hiçbir zaman, denildiği gibi, Türkiye’nin stratejik müttefiki ve stratejik ortağı olmamıştır. Evet, ABD Türkiye’nin
İlk kez büyük partilerin ittifaklar halinde girecekleri bir yerel seçime tanıklık edeceğiz. Geçen yıl Cumhur-başkanlığı seçiminde kurulan ‘cumhur’ ve ‘millet’ ittifakları bu kez İstanbul, Ankara, İzmir başta olmak üzere büyükşehirler ve bir çok ilde karşı karşıya geliyor. Hatta bazı ilçeler bazında da ittifaklar söz konusu. Dolayısıyla da oldukça sancılı geçen nerede, nasıl birliktelik olacak pazarlığı ve dün kesinleşen aday listelerinden sonra yeni bir kafa karışıklığı da oy pusuları ile oy atma ve oy sayma üzerine endeksli. Çünkü; büyükşehir belediye başkan adaylığı, ilçe belediye başkan adaylığı, ilçe belediye meclis üyeliği, il genel meclis üyeliği diye beyaz, sarı, turuncu, mavi renkte dört ayrı oy pusulası olacak ama bunların kullanımı her seçim bölgesine göre farklılık gösterecek. Örneğin İstanbul’da il genel meclisi olmayacak ya da Adıyaman’da olacak. Dahası tüm bunlar ittifaklarla bağlantılı olarak da değişecek. Bazı yerlerde bazı parti amblemlerinin olmaması gibi... O nedenle de seçmenin tercihte zorlanıp zorlanmayacağı merak konusu. Tabii bu işin oy atma boyutu, bunun bir de oy sayma tarafı var. Ki o noktada da sahte, mükerrer ya da YSK’daki bilgisayar sisteminde
Sonuçları pek tahmin edilemeyen bir seçime gidiyoruz. Evet, anketler ve öngörüler var ama onlarla ilgili olarak da ciddi anlamda güvenilirlik endişeleri söz konusu. Bunda da bazı “taraf” kamuoyu araştırma kuruluşlarının kötü örneklerinin yanı sıra bölük pörçük ittifaklardan kaynaklanan araştırma zorluklarının payı var. Yine bir başka etken de kararsızların bu kez daha çok “sandığa gidip gitmeme konusuna” odaklanmalarıyla bağlantılı. Çünkü kararsızlar her seçimde oluyordu ama ya partiler arası geçişkenlik olasılıkları tartışılıyor ya da aslında kararlı olup da kararını açıklamaktan çekinen seçmenlerin varlığına dikkat çekiliyordu. Oysa bu seçimde partisine küskün veya memnuniyetsiz kitlelerin yekten sandık protestosundan söz ediliyor. Hem AKP hem CHP cenahında, üstelik de fazlaca... O nedenle de her iki tarafın öncelikle kendi seçmenlerini motive etmeleri ve safları sıklaştırmaları gerekiyor. Nitekim öyle de yapıyorlar... Tabii bu arada yanlış hamle iddiaları ve buna bağlı bir tarafın “Beka sorunu diyerek yerel seçimi genel seçim havasına sokmak Millet İttifakı’nın saflarını sıklaştırmasını tetikledi” ya da diğer tarafın “Cumhur İttifakı kendi küskünlerini, seçmenini konsolide
İttifaklar kapsamında her iki tarafın bileşen partileri hesaplarını yaptılar ve adaylarını saptadılar. Mart’ın 3’ünde de listeler kesinleşecek. Yani yerel seçime dönük kâğıt üstündeki siyaset mühendisliği tarafı tamam. Sıra seçmeni ikna etmekte çünkü her iki tarafta da birçok yerde kendi partilerinden olmayan, tanımadıkları adaylara oy verilmesi isteniyor. Dahası, bunlar arasında siyasi partilerin felsefesine, programına ters olanlar bile var. Dolayısıyla da ideolojiden ziyade her şeye rağmen kazanma odaklı formüller daha ön planda. Tabii seçmeni ne kadar ikna ettiğinle doğru orantılı olarak. Zira eskiden seçmeni etkileyen gönül verdiği parti, ideoloji vardı, yani sağcı sağcı, solcu solcuydu ama şimdi siyaset öyle bir noktaya geldi ki ya bu blok ya öteki blok... Bunda da sistemsel değişiklik kadar, oy kaygısıyla partilerde yaşanan ideolojik zikzaklar da son derece etkili. Örneğin, dün konuştuğum eski yeni birçok siyasetçinin buna dönük ortak tespitleri şöyleydi:
“Siyasi partiler kendi arasındaki siyasal farklılıkları törpülediler. AKP ile MHP neredeyse tek parti haline geldi. CHP sol bir partiydi, sağa kaymaya, sağdan adaylar tercih etmeye başladı. Kendi içerisinde sol düşünen
Suriye’den çekiliyorum diyen ABD, “barışı koruma” göreviyle yaklaşık 200 askerin bir süre daha bu ülkede kalacağını duyurdu. Tabii yersen... Çünkü Trump çekilme açıklamasını (17 Aralık 2018) yaptığında ABD’nin Suriye’de 2000 askeri vardı. O günden bu yana da çekilme kararı ve sürecin nasıl işleyeceğine ilişkin tartışmaların dışında pek bir gelişme olmadı, aksine 15-20 gün kadar önce ABD’den 600 ilave asker geldi Suriye’ye. Bu arada da 50 TIR jeneratör, iş makinaları ve buna benzer lojistik malzeme de getirdiler. Yani çekilme açıklaması ve kararlılığını gösteren Trump’ın bunun işaret fişeğini atmasından sonra Suriye’deki ABD askerinin sayısı 2000’den 2 bin 600’e çıktı, lojistik malzemelerin donatım miktarı da arttı. Dolayısıyla da ABD’nin gerçekte çekilme gibi bir niyetinin olmadığı çok açık. Hele de 200 askerinin bölgede kalacağını duyurmasından sonra... Niyesini Emekli Tuğgeneral, Dr. Naim Babüroğlu anlatıyor:
“Diyelim ki 2600 askerden 200’ü kaldı, 2400 ünü çektiler. Nereye? Bir bölümünü Irak’ın batısında Suriye sınırına yakın olan yerdeki ABD’nin çok modern en büyük askeri üssü El Anbar’a, bir bölümünü de ABD topraklarına... Ama bunları çekerken de en azından PYD/PKK için
Kılıçdaroğlu’nun aday listelerinde akraba bağı olanların istifasını isteyeceği ve onların yerine liyakate dayalı isimlere yer verileceğine dönük çıkışı gerçekten kulağa hoş gelen sözler ama sadece o kadar... Şöyle ki; CHP’deki kırgın, küskünlerin iddiası neydi? Aday tespitlerinde liyakatten çok, genel merkeze yakınlık, genel başkana sadakat göz önüne alındı, Kılıçdaroğlu’nun yakın çevresindeki hemen herkes kenarlara, köşelere kendi adamlarını yerleştirdi. Ancak bunlar değil dikkate alınmak, tam anlamıyla dediğim dedik, çaldığım düdük ve de giden gider, kalan sağlar bizimdir havasıyla tam yol aday atamalarına devam edildi. Dolayısıyla da Kılıçdaroğlu’nun şimdilerdeki belediye meclis üyeliği listelerini mercek altına alma ve “liyakate dayalı adaylar” sözleri de hamleden ziyade bir manevra izlenimi veriyor. Özellikle de listelerin seçim kurullarına teslim edildiği dikkate alındığında... Çünkü artık inisiyatif Kılıçdaroğlu’nda değil, doğrudan listedeki adayda. Yani aday istifa etmem diye diretirse CHP kurmaylarının yapabileceği bir şey yok. Ki bu konuda geçmişten alınacak dersler de var. Bir örneğini dün konuştuğum deneyimli CHP’li anlatıyor:
“Seçim kuruluna listeleri verdikten sonra
FETÖ’yle mücadelede asker, polis, yargıya sızmış on binlerce kripto hain deşifre edildi ve kurumlarıyla ilişikleri kesildi, halen de temizlik tam gaz devam ediyor. Ankara, İstanbul ve İzmir başsavcılıklarınca Türkiye genelinde başlatılan operasyonlar da bunun son örnekleri. Yani kripto mripto artık hikâye, hepsi tek tek ete kemiğe bürünüyor... Daha da önemlisi şu ana dek binlerce kişi de itirafçı oldu, oluyor. Örneğin daha iki gün önce 677 ankesör operasyonunda 9 bin 352 kişinin gözaltına alındığı, bunların da yüzde 46’sının itirafçı olduğu medyaya yansıdı. Ki bu da örgütün çözülmesine dönük yol alındığını gösteriyor. Çünkü temizlik oluyordu ama FETÖ algı operasyonlarıyla elemanlarına umut vererek onların itirafçı olmalarını, yani çözülmeyi engellemeye çalışıyordu. Dolayısıyla da şimdilerdeki itirafçı sayısının fazlalığı FETÖ belasını bertaraf etmek anlamında son derece önemli bir gelişme. Hem örgütün çözülmesi hem de itirafçıların söylediklerinin doğruluğunun artık kolaylıkla test edilebilir hale geldiğini göstermesi açısından. Nasılını ve niyesini Hava Kuvvetleri Komutanlığı eski başsavcısı, emekli Albay Ahmet Zeki Üçok anlatıyor:
“Genelkurmay Başkanlığı’nda Partigöç’ün
CHP’nin kaleleri olarak görülen bazı il ve ilçelerde aday gösterilmeyen isimlerin DSP’ye geçerek aday olması, oyların bölünmesi kaygısını da beraberinde getirdi. Aslında buna “bölünme rakibe yarayacak” sendromu hortladı demek daha doğru. Çünkü bu konuda siyasi tarihimizden ders alınması gereken fazlasıyla örnek var. Özellikle de 1994 ve 1999 yerel seçimlerinde İstanbul ile Ankara’da yaşananlar gibi... Ve bugünkü bıçak sırtı dengeler dikkate alındığında bu risk daha da fazla. Dolayısıyla da suçlamalar ve endişeler had safhada. Şöyle ki; CHP Genel Başkan Yardımcısı Muharrem Erkek 24 Haziran’da DSP’nin seçimlere sokulmadığı, şimdi ise CHP’yi zayıflatmak için kullanıldığı imasında bulunarak, bunun bir proje olabileceğini savundu. Yine bazı CHP’liler de DSP’ye geçenleri koltuk bencilliği ve ilkesizlikle eleştirdi, eleştiriyor. Tabii bunlara karşı “adayları açıklamada süre uzadıkça partide gerginlik arttı, tartışma yaşandı, bu da doğal olarak kırgınlık ve küskünlüğü körükledi. Bunların sonucunda da CHP içinde kırılan, dökülen ve partiye sırtını dönenlerden bazıları soluğu DSP’de aldı. CHP yönetimi bu kırgınlıkları bile sağlıklı bir politikayla asgariye indiremedi ve kendi oylarının