Aday tespitlerinde liyakat ilkesinin bir kenara bırakıldığı ve şahsi yakınlıkların ön plana çıkarıldığı gerekçesiyle partide yakın çevresi dışında dört bir koldan şimşekleri üzerine çeken Kılıçdaroğlu’nun eleştirilere yanıtı “Yeni bir gelenek başlatıyoruz, ilçe belediye başkanlarını büyükşehir adayı gösterdik” oldu. Kılıçdaroğlu bunları söylerken de aday gösterilmedikleri gerekçesiyle CHP’den istifa eden belediye başkanlarına yenileri eklendi. Yani eski ve yeni gelenek arasında sıkışan Kılıçdaroğlu’nun CHP’sinde, yekten, dediğim dedik, çaldığım düdük durumu söz konusu. Dolayısıyla da yerel seçim sürecinde dışlandığı gerekçesiyle CHP Genel Sekreteri Akif Hamzaçebi’nin istifası ya da Muharrem İnce’nin “CHP Genel Merkezi’nin yaptığı yanlışlıklar Ağrı Dağı’nı aştı” sözleri veya en son Gürsel Tekin’in “Kamuoyu anketlerinde en çok destek bulan, seçimi kazanacak kişiler aday gösterilmedi” manifestosunun pek dikkate alınmadığı da çok açık. Ki bu konuda Gürsel Tekin’in yakın çevresine anlattıkları şöyle:
“Deniz Baykal 2009 seçimlerinde ‘İstanbul Büyükşehir’de sen adaysın’ dedi, ben hazırlıklarımı yaptım. Ama anketlerde Kemal Kılıçdaroğlu ismi önde çıkınca, seve seve dedim ve hiç tereddüt
Aday tespit sürecinde hemen her partide kırgınlık küskünlük yaşandı ama sokağa, seçmene yansıtmadaki başarısıyla(!) CHP diğerlerine yine fark attı. Dahası DSP’ye kaymalarla kendi oyunun bölünmesi gibi bir tehdit yarattı. Ve hâlâ da dalgalanma bitmiş değil. Nitekim dün seçim bildirgesini açıklayan Kılıçdaroğlu da bu konuya dikkat çekerek birlik ve beraberlik çağrısı yaptı. Dolayısıyla da bir kez daha gördük ki CHP başta olmak üzere her partinin 31 Mart’a dönük tüm hesapları öncelikle kırgınları, küskünleri kazanmaya, yani kendi seçmenlerini konsolide etmeye ve yüksek oranda olduğu söylenen kararsızları iknaya endekslenmiş durumda. Peki an itibarıyla durum nedir? Gerçekten denildiği gibi kararsızların oranı çok mu fazla ve küskünlerin sayısı partilerin başarısını etkileyecek boyutta mı? Soruya kamuoyu araştırmacısı Adil Gür yanıt veriyor:
“Şu anda aday listelerini beğenmeyenler, küskünler çok gibi görünüyor ama seçim zamanı yaklaştıkça insanlar bu kırgınlıklarını, kızgınlıklarını bir kenara bırakarak elleri titreyerek de olsa aidiyet duygusu içinde gidip partilerine oy veriyorlar. Ama söylenenlerin önemi şurada 24 Haziran’a veya 2014 seçim sonuçlarına baktığımızda yüzde 0,5 ya da
Türkiye Menbiç ve Fırat’ın doğusuna dönük “Sınırımda terör yapılanmasına izin vermem, öyle ya da böyle gerekeni yaparım” diye çok net tavır koydu, koyuyor. Tıpkı Fırat’ın batısında olduğu gibi. O nedenle de Suriye’den çekileceğini açıklayan ve daha önce Türkiye’nin defalarca gündeme getirdiği “güvenli bölge” formülünü öneren ABD’ye ısrarla “Ben varım ama bölgedeki PYD/PKK’lı teröristleri temizlemek kaydıyla” diyor. Dolayısıyla da bu noktada daha çok merak edilen, teröristleri silahlandıran, koruyup, kollayan ABD’nin şapkadan başka ne formüller çıkaracağı. Çünkü O’nun da kafasındaki planı uygulamak için zaman kazanmaya oynadığı açık... Ve bugüne kadar Trump ile Pentagon ve CENTCOM arasında çekilme konusundaki görüş farklılıkları dâhil tüm yaşananların da bu oyunun bir parçası olduğu malum. Nasılını Genelkurmay İstihbarat Dairesi eski Başkanı Em. Korg. İsmail Hakkı Pekin anlatıyor:
“Güvenli bölge önerisi bana göre ABD’nin tuzağı, içerisinde ne olduğu belli değil. ABD güvenli bölge konusunu Türkiye’nin o bölgeye taarruzunu önlemek, yani kendi kurduğu düzenin bozulmasını engellemek için ortaya attı. Çünkü ABD çekilirken o bölgedeki PYD/PKK’yı hem rejime hem de Türkiye’ye karşı
31 Mart’a dönük İYİ Parti’yle ilan edilmiş geniş bir ittifak içindeki CHP, lokal aşılarla SP ve ÖDP’yle dirsek teması, HDP’yle de örtülü bağlantı görüntüsü veriyor. Bu arada 24 Haziran seçimlerinde kendisiyle aynı safta yer alan DSP (seçime katılamadı ama Millet İttifakı’nı destekledi) ise Marmaris Belediye Başkanı Ali Acar ve İstanbul Şişli’de Mustafa Sarıgül’ü aday göstererek sürpriz ataklar yaptı, dahası, özellikle CHP’de siyaset yapmış diğer isimlerle de temas halinde. Yani Cumhur İttifakı’na karşı bir blok oluşturma amacındaki Kılıçdaroğlu’nun CHP’si farklı görüşleri bir şekilde memnun edeyim derken kendi içinde kırıp, küstürdükleriyle bir anlamda aynı kulvardaki siyasi rakibini hareketlendirmiş durumda. Dolayısıyla da CHP’de hem siyaseten durduğu yere uygunluk anlamında hem de aday tespitlerindeki sıkıntılar nedeniyle teşkilatlar kaynıyor ve bu da aday tespitlerinin son gününe kadar devam edecek gibi. O nedenle de tüm eleştiri okları Kılıçdaroğlu’na yönelmiş durumda. Özellikle de aday tespit yöntemi ve sürenin uzaması açısından. Örneğin dün konuştuğum CHP’nin önde gelen bir isminin buna dönük tespiti şöyleydi:
“CHP en büyük yanlışı aday tespitindeki gecikmeyle yaptı. Çünkü bu
Trump’ın Fırat’ın doğusu ve Menbiç’e dönük oyalama-yutturmaca taktiği bezdirdi. ‘Çekileceğim, çekiliyorum’ diyor, bölgeye yeni asker gönderiyor. Türkiye’nin terör örgütü PYD/PKK konusundaki hassasiyeti, endişelerine hak verdiğini söylüyor, teröristlerin ele başını Washington’da ağırlayıp “Sizi seviyoruz, koruyacağız” gibi abuk sabuk sözler sarf ediyor. Yani Trump değil YPG/PKK’dan vazgeçmek, aksine stratejik müttefiklik adına alenen her adımı atıyor... Hem de Türkiye’nin Fırat’ın doğusundaki YPG/PKK’lı teröristleri temizleme kararlılığını bile bile... Dolayısıyla da ertelenen harekât seçeneği her an
yine devreye girebilir.
Niyesini emekli Tuğgeneral, Dr. Naim Babüroğlu anlatıyor:
“Çekiliyorum diyen ABD, bölgeye 400 yeni asker getirdi. Bir asker olarak çekilmek için ilave asker getirildiğini dünya savaş tarihinde hiçbir yerde okumadım. Hani çekiliyorum derken kamyon, kargo uçağı, bazı muhabere cihazlarını ya da silah sistemlerini sökmek için teknik heyet gelmesi olur da 400 tane muharip asker olmaz ki. Böyle saçma sapan bir şey mi olur? Bu resmen zaman kazanmak için oyalamak... Bu noktada en büyük endişem de şu. Fransa, Almanya, İngiltere gibi Avrupalı bazı ülkelerle görüşen
Dün sabah Abdi İpekçi’nin Zincirlikuyu Mezarlığı’ndaki kabri başındaydık. Üstatlar ve meslektaşlarla Abdi Bey’i, katledilişini, gazeteciliğini konuşurken artık gelemeyenleri, gelemeyecekleri anımsadık. Örneğin, Milliyet’in efsanelerinden Mete Abi’yle (Akyol) son olarak 37’inci buluşmada bir aradaydık. 38’inci buluşmaya da Abdi Bey’in ölümünden sonra onun koltuğuna en uzun süre oturan eski genel yayın yönetmenlerimizden Doğan Abi’yle (Heper) kol kola gelmiştik. Sağlık nedenleriyle uzun süre ayakta kalamıyordu ama bana tutunarak anma etkinliğinde baştan sona dimdik durmak için inatla direnmişti. O gün Abdi Bey’in mezarı başında yaptığı son konuşmasında da “Onun hatıraları önünde hürmetle her zaman eğiliyorum ve onu hatırlamak için de odamda halen resmini ilk gündeki gibi muhafaza ediyorum” demişti...
İçimiz acıdı... Hem artık onların yokluğundan hem de Milliyet’in bazılarına göre yeni ama bize göre eski binası, daha doğrusu yuvasını göremeyecek olmalarından. Çünkü Milliyet’in duvarları, her köşesi Abdi Bey’le birlikte O’nun yol arkadaşlarının fotoğraflarıyla dolu. Yani yıllar içinde tek tek yitirdiğimiz Turhan Aytul, Namık Sevik, Doğan Heper, Hasan Pulur, Orhan Tokatlı, Bedri
31 Mart’a dönük kam-panya stratejisini “polemikten kaçınan toplumda siyasi kutuplaşmayı engellemek için birlik, beraberlik ve huzur söylemi” diye açıklayan CHP’nin güven sorununu aşmak ya da sokağı inandırmak noktasında öncelikle bu sözlerin gerçekliğini parti içinde kanıtlaması gerekiyor. Çünkü CHP’nin bugünkü görüntüsüne bakıldığında, değil birlik ve huzur, tam aksine, 10 Aralık Hareketi başta olmak üzere, şucu bucu diye birkaç tarafa çekilen parçalı ve kırgın-küskünlerle dolu bir durum söz konusu. Yani 31 Mart’ta seçmene bahar havası vaat eden CHP’nin kendi içinde fırtınalar kopuyor, istifalar yaşanıyor. Evet, eskiden de böyleydi ve bu bir anlamda CHP’nin kronikleşmiş sorunu denilebilir, ancak hizipleşmenin bu kadar aleni ya da göze sokarcasına yapılması pek fazla bildik durum değildi. Dahası, partinin kendisiyle çelişen örnekler de yoktu. Şöyle ki Kılıçdaroğlu hemen her yerde belediye hizmetlerinde CHP’li başkanların başarısından söz etmesine ve o başkanların önemli bir bölümünün, Ekim 2018’de Sosyal Demokrat Belediyeler Derneği (SODEM) tarafından ödüllendirilmelerine, hatta ödülleri kendisinin vermesine rağmen aday göstermedi. Bunda da gerekçe daha çok genel başkanlık
Fırat’ın doğusundaki YPG/PKK’lı teröristleri temizleme kararlılığındaki Türkiye’nin artık üç farklı harekât seçeneği var. ABD ile hareket edip güvenli bölge oluşturmak, Rusya’nın gündeme getirdiği Adana Mutabakatı’nı devreye sokmak ya da terörden arındırılmış bölgeyi tek başına kurmak... Dolayısıyla da sonuç belli. Bu temizlik öyle ya da böyle gerçekleşecek. Ki içeriği henüz belli olmayan güvenli bölge önerisi ile son Moskova zirvesindeki Adana Mutabakatı vurgusu da artık bunun Trump ve Putin tarafından da çok net anlaşıldığının kanıtı. Çünkü her ikisi de Türkiye’yi kaybetmemek adına hamleler yapıyor. Ancak bunların Türkiye’nin işini kolaylaştırdığı kadar zorlaştıran boyutu da var... Nasılını Adana Mutabakatı kapsamında daha önceleri Suriye ile yürütülen görüşmelerde Alt Komite Başkanlığı’nı yapan (2007-2011 arası) Genelkurmay İstihbarat Dairesi eski Başkanı Em. Korg. İsmail Hakkı Pekin anlatıyor:
“ABD tek seçenek olsaydı o zaman güvenli bölgede daha farklı bir şey olurdu. Ama şimdi ABD bize yeni bir teklifle gelecek büyük ihtimalle. O güvenlikli bölgede kim olacak, kimin gözetiminde olacak, PYD/PKK ne olacak, nereye gidecek bütün bunlarla ilgili ABD’nin bir şeyler söylemesi,