Esad’ın uzun süre ittifak içinde olduğu terör örgütü PYD/PKK’yı hedef alan sözleri Suriye’de bir şeylerin değiştiğini, değişeceğini gösteriyor. Özellikle de çözümde federasyon formülüne odaklanan ABD açısından. Çünkü Esad’ın çıkışı buna karşı ve PYD’yle savaşırım tonunda. Tabii ne kadar samimi olduğuyla bağlantılı olarak. Dün bu durumu 2015’te Suriyeye giden Vatan Partisi heyetinde bulunan Genelkurmay İstihbarat Dairesi eski Başkanı Em. Korg. İsmail Hakkı Pekin’e sordum. Öncelikle de Esad’ın, PYD/PKK için sarf ettiği vatan hainleri sözlerinin ne anlama geldiğini. Yanıtı şuydu:
“PYD ile savaşacağını, yani PYD ile federasyon yapmayacağını gösteriyor. Bunları Rusya başbakan yardımcısıyla yaptığı görüşmeden sonra açıklayarak da Rusya’nın desteğini arkasına aldığını dünyaya duyuruyor. Zaten federasyon istemediklerini 2015’teki görüşmemizde bize de söylemişti. Bugüne kadarki görüşülebilir açıklamaları tamamen gaz almak amaçlıydı. Ama değişen ortamda Esad PYD ile savaşmayı göze alıyor çünkü karşısında çok fazla güç kalmadı, PYD var bir tek şu anda.”
PYD ile yakın ilişki içerisindeydiler ama?
Onlar taktik ilişkilerdi. Hatta Esad diğer muhaliflerle savaşabilmek için o bölgeden güçlerini
FETÖ odaklı iddiaların başında örgütün ABD, İsrail ve AB ile derin ilişkileri var. Ki bunlar ‘FETÖ Çatı İddianamesi’nde ülke ve istihbarat örgütlerinin isimleri verilerek açıkça ifade edilmiş durumda. O nedenle İstanbul’daki ABD Başkonsolosluk görevlisinin ya da Zarrab davasında savcılık lehine tanıklık yapan eski polisin firari FETÖ’cü olması sürpriz değil. Tabii Fetullah Gülen’in iadesi taleplerine yanıt verilmemesi ya da ABD, İngiliz, Alman gizli servisleri yetkililerinden peş peşe gelen FETÖ’ye arka çıkan açıklamalar da... Yani artık gizli değil “aleni” bir ilişki söz konusu. Örneğin ‘FETÖ yazılır ABD/AB okunur” diyen Hava Kuvvetleri Komutanlığı eski Başsavcısı emekli albay Ahmet Zeki Üçok bu ilişkiyi şöyle tanımlıyor:
“FETÖ, ABD ve AB ülkeleri istihbarat örgütlerinin kontrolünde gelişip büyütülen bir örgüt. Dünyanın her yerinden topladığı bilgileri CIA, MOSSAD ile Alman ve İngiliz istihbaratına aktaran bir yapı bu. Ve artık gizli de değil, çok rahatlıkla görünüyor. Gülen ve örgütünün ABD’nin emrinde olduğu, CIA tarafından kullanıldığı çok açık. Mesela CIA ajanları, öğretmen gibi değişik ülkelerdeki Gülen okulları üzerinden devletlere sızmakta ve istihbari bilgi toplamaktadır.”
Fırat Kalkanı harekâtı, ABD destekli YPG/PKK’nın terör koridoru hayalini engellemek ve güvenli bir bölge oluşturmak adına çok stratejik bir hamleydi. Bugün Cerablus ve El Bab’daki huzur ortamı da bunun somut kanıtı... Ancak bu Kalkan’ın olması gereken bir de ikinci bacağı vardı. O da boşaltılan Süleyman Şah Türbesi ve Saygı Karakolu’nun eski yerine taşınması, dolayısıyla Menbiç’in de kontrol altına alınmasıydı. Ki böylece Fırat’ın batısı tamamen emniyete alınacak ve hâlâ var olan El Bab’ın güneyinden Afrin’le terör koridorunu birleştirme tehdidi hepten ortadan kalkacaktı. Ama bu, ABD’nin ikiyüzlülüğü nedeniyle olmadı, daha doğrusu ABD, terör örgütü YPG/PKK’nın Suriye’nin kuzeyinde oluşturmak istediği koridorun önünü açabilmek için Türkiye’yi oyaladı, yanılttı. Aynen Türkiye’yi Şah Fırat Operasyonu’na zorlayan süreçte yaşananlar gibi. O nedenle de Başbakan’ın Süleyman Şah Türbesi ve Saygı Karakolu’nun eski yerine ya da Türkiye’nin Suriye’deki toprağına taşınacağına dönük son sözleri gecikmiş olsa da çok kritik yeni bir hamlenin habercisi. Tabii yine gecikmemek kaydıyla. Çünkü kirli tezgâhlar ve değişen dengeler nedeniyle şartlar zorlaşıyor. Örneğin, emekli tuğgeneral Dr. Naim
İstanbul’un ev sahipliği yaptığı olağanüstü İslam İşbirliği Teşkilatı Zirvesi’nden olağanüstü bir karar çıktı. Yani beklenenin aksi oldu ve Trump’ın Kudüs kararı Filistin konusunda İslam, Arap ülkeleri arasında ayrışma değil, bir birleşmeyi ortaya koydu. Dolayısıyla da iç politikadaki konumunu güçlendirmek ya da kendi koltuğunu kurtarmak adına BM kararlarına rağmen bir hamle yapan Trump, İstanbul Deklarasyonu’yla daha çok prestij kaybına uğradı. Bir başka deyişle Doğu Kudüs’ün resmen Filistin Devleti’nin başkenti olarak ilan edilmesi sadece uluslararası hukukun, BM kararının teyidi, tekrar kabulü olmadı, Trump’a ayar vermek, daha doğrusu darbe anlamına da geldi. O nedenle de bundan sonra gelecek hamleler çok önemli. Trump, “Hataymış, mesajı aldım” deyip kararından geri mi dönecek yoksa bölgede karışıklığın, kaosun artması için yeni fitiller mi ateşlenecek? Ya da Trump’ın oldubittilerine karşı safları sıklaştıran Arap ülkeleri aynı kararlılığı ABD ve İsrail’le yürüttükleri ikili ilişkilerde gösterebilecekler mi? Dünkü tarihi kararın hemen ardından bu soruları MİT eski Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş’e yönelttim. Yanıtları şöyleydi:
Trump yanıldı mı?
Trump’ın aldığı karar ABD’nin,
Trump’un “Kudüs” kararına karşı Türkiye tepkisini çok net ortaya koydu. Hemde iktidarı, muhalefeti ve sokaktaki insanıyla tek vücut olarak. Bu konuda ortak tavır alınması amacıyla şu ana kadar da dünyanın tüm ülkeleriyle yoğun bir diplomasi trafiği yürüttü. Yani sadece yüksek perdeden sözlü tepkiyle yetinmeyip, somut adımlar atılması için elinden gelen çabayı gösterdi, gösteriyor. Dolayısıyla da bundan sonrasına ABD ve İsrail’e tepki gösteren tüm dünya ülkeleri adına samimiyet testi ya da sınavı denilebilir. Özellikle de bugüne dek Filistin davasının çözümünde samimi davranmayan ve aslında bu davayı savunur gibi görünüp kendi hesap ve kavgalarında kullanan Arap ülkeleri ve liderleri açısından...Çünkü şu an itibarıyla bir kaç cılız kınama dışında hiçbiri elini taşın altına koymuş değil. Bakalım Çarşamba günü İstanbul’daki İslam İşbirliği Teşkilatı Zirvesi’ne hangi düzeyde katılacaklar ve asıl sonrasında atılacak adımlarda Türkiye’nin ortak tavır çağrılarına kim nasıl yanıt verecek, ne adımlar atacaklar, hep birlikte göreceğiz...
Dün bu konuyu Kuveyt ve Irak’ta 2 yıla yakın görev yapan, Arapça bildiği için de bölgesel yazılı- görsel yayınları yakından takip eden emekli tuğgeneral
Trump’ın Kudüs hamlesi zaten çalkantılı haldeki bölgeyi hepten karıştırdı. Artık barış değil, savaş konuşuluyor. Hem de geniş kapsamlı ve uzun soluklu bir savaş. Dün sokağa yansıyanlar da bunun öncü atakları. Peki, bunlar bir anda gelişen bir çılgınlığın sonucu mu? Değil çünkü bu ABD’nin bölgede başlattığı vekâlet savaşlarıyla, yaptırtmak istediği olaylar ve siyasal şekillendirmelerle sistematik olarak gelişen bir süreç. Yani bugün sözü edilen bombanın pimi çoktan çekilmişti zaten...
“Artık bir din savaşlarının, bir medeniyet savaşının gelişeceğini görmek durumundayız” diyen MİT eski Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş, gelinen noktayı ve nedenlerini yorumluyor:
“Pimi çekilmiş bomba ABD’nin elindeydi, şimdi elini açtı ve ortaya koydu. Bu açışta da görebiliyoruz ki evet, bölgesel, küresel savaş var; bir paylaşım savaşı var ama burada esas koltuğu sallanan Trump’ın iç politikadaki konumunu güçlendirmek, hakkında yürütülmekte olan davalar, takibatlar konusunda Siyonist lobinin desteğini alabilmek için tamamen kişisel menfaate, hırsına dayanan bir durumla karşı karşıyayız. Çok riskli bir süreç.”
Neler olabilir kısa, orta vadede?
“Görülen, ortada tansiyon yüksek, çıkar, paylaşım savaşları en
Türkiye’nin Suriye’de tavrı çok net. Sınırında PYD/YPG yapılanması istemiyor, dolayısıyla komşuda parçalanma değil toprak bütünlüğünden yana. Bu konudaki kararlılığını da sahada ve masada ısrarla gösterdi, gösteriyor. Hem de ABD ve Rusya’nın ikiyüzlülüğüne rağmen. Çünkü sorulduğunda her ikisi de “Bağımsız bir Kürt girişimini desteklemiyoruz” diyorlar ama fiiliyatta biri açıktan silah vererek PYD/YPG’ye arka çıkıyor, diğeri siyasi manevralarla çözüm masasına oturtmaya çalışıyor. Bir başka deyişle, küresel güçler kendi çıkarlarına dönük Suriye’deki Kürtleri kolluyor ya da kullanıyor. Tabii Kürtlerin Suriye’de karşı karşıya gelmek istemeyen ABD ve Rusya arasındaki nazik durumu kendi gelecekleri için manipüle etme durumu da var. Yani bölgede PYD/YPG odaklı ama partneri gelişmelere ve çıkarlara bağlı olarak değişen kirli bir oyun söz konusu. Bunun kanıtı, daha doğrusu son örneği de Deyrizor’da Rus general ve YPG sözcüsünü birlikte gösteren skandal fotoğraf. Şöyle ki; Rus bayrağı ile YPG flamalı o fotoğrafın adresi her ne kadar doğrudan Türkiye olsa da aslında ABD başta olmak üzere bölgedeki tüm aktörler açısından bir mesaj içeriyor ve bilinçli olarak sızdırıldığı da çok açık. Dün bu
Afrin ile Koba-ni’nin birleşmesini “Kürt koridoru” projesinin en önemli ayağı olarak gören Türkiye bunu sıcak bir müdahaleyle önleme noktasında kararlı. Nitekim gelişmeler de bu yönde, yani ABD’nin desteklediği Afrin’deki YPG’lileri temizlemek için her an düğmeye basılabilir. Tabii Rusya’nın onayıyla. Çünkü şu an itibarıyla Rusya’nın Afrin civarında askeri üsleri var ve bölgedeki uçuş trafiği de onların kontrolünde. Aslında buna ABD destekli YPG/PKK için Türkiye’nin olası bir operasyonuna karşı fiili bir Rus Kalkanı da denilebilir. Dolayısıyla Afrin operasyonu için Rusya’nın onayı ve İdlib’deki gibi hava desteği gerekiyor. Bir başka deyişle de bir gece ansızın Afrin’e gitmenin yolu Rusya’yla olan ilişkilerden geçiyor. Niyesini emekli tuğgeneral, Dr. Naim Babüroğlu özetliyor:
“Afrin’de Rusya var. Eğer Rusya olmasaydı Türkiye çoktan yapardı. Rusya’yı karşınıza alamazsınız. Uçağınızı düşürürse ne olacak? Masada, Astana’da ve Cenevre görüşmelerinde sizi dışlarsa ne olacak? Rusya’dan koptuğunuz sürece zaten ABD ile ilişkileriniz sıkıntılı, o zaman Suriye’de söz hakkınız kalmaz. Bu sefer ‘El Bab’tan da silahlı kuvvetlerinizi çekin’ diye baskı olur. Daha önce Suriye uçağıyla bir iki defa