ABD Fetullah Gülen’i iade taleplerine yanıt bile vermezken, Avrupa’nın Türkiye’ye yönelik FETÖ odaklı hamleleri devam ediyor. İlkinde Alman İstihbarat Servisi (BND) Şefi “Darbe girişiminin FETÖ tarafından yapıldığına ikna olmadıklarına” yönelik siyasi içerikli bir çıkış yapmıştı. Benzer bir açıklama da İngiliz Parlamentosu Dış İlişkiler Komisyonu tarafından hazırlanan raporda yer almıştı. Şimdi de bunlara AB’nin Terörle Mücadele Koordinatörü’nün “FETÖ’yü bir terör örgütü olarak görmüyoruz” sözleri eklendi. Aslında buna yeni bir boyut kazandı demek daha doğru çünkü iş darbeyle bağlantı iknasından çıktı, hepten FETÖ’nün terör örgütü olmadığı noktasına geldi. Dün bu durumu Hava Kuvvetleri Komutanlığı eski Başsavcısı emekli Albay Ahmet Zeki Üçok’a sordum. Öncelikle de bir hukukçu bakışıyla terör örgütü olduğunu ortaya koyan gerçekleri. Yanıtı şuydu:
“Bir ülkenin yönetimini ele geçirmeye çalışmak, bunu da askeri güç yani şiddet kullanarak yapmaya çalışmak tam bir terör eylemi. Yaptıkları bizim gözlerimizin önünde televizyonlarda canlı yayın halinde verildi. FETÖ hiç tartışmasız terör örgütü. Bunu Avrupalıların veya ABD’lilerin kabul etmiyor olması bu gerçeği hiçbir zaman değiştirmez.
ABD Başkanı Trump’ın Cumhur-başkanı Erdoğan’la yaptığı telefon görüşmesinde artık YPG’ye silah vermeyeceklerini söylemesinin ardından ABD Savunma Bakanlığı Pentagon’dan gelen “YPG’ye desteğimiz sürecek” açıklaması çelişki gibi görülse de tipik bir Amerikan klasiği... Yani ABD’de kim ne derse desin, sonunda Pentagon ve CIA’nın dediğinin olması gerçekliği... Ancak bu kez durum biraz farklı. Çünkü daha öncekiler gibi sütre gerisinden değil, aleni ve doğrudan Trump’ın karizmasını da çizen bir müdahale söz konusu. Bu bağlamda da nedenleri ve niyesi hakkında farklı yorumlar var. Örneğin, Washington’da uzun yıllar Deniz Ataşesi olarak da görev yapan Dz. K. K. eski Genel Sekreteri E. Dz. Kur. Kd. Albay Mehmet Asal’a göre, Türkiye’nin Rusya’ya yakınlaşması nedeniyle politik davranan Trump’ın YPG konusundaki sözlerinin duyulması Pentagon ve CIA’nın hoşuna gitmedi. Çünkü bu onların dünyanın her yerinde bir terör örgütünü kullanma politikalarına aykırı, özellikle CIA’nın tamamen aykırı. Dolayısıyla da “PYD’yi kullandı, yüzüstü bıraktı” imajının sıradaki örgütleri etkileme olasılığı endişe yarattı ya da işlerine gelmedi. Ki aynı durum Fetullah Gülen için de geçerli. Yani Fetullah’ı
Soçi zirvesi ve hemen sonrasında ABD Başkanı Trump’ın Cumhur-başkanı Erdoğan’ı arayarak artık terör örgütü YPG’ye yardımı keseceklerini bildirmesinin ardından Ortadoğu’daki dinamiklerin değişeceği çok açık. Tabii samimiyet testiyle bağlantılı olarak. Dolayısıyla ‘Trump YPG’ye silah vermeme konusundaki sözünü tutar mı, ABD Kürtleri terk eder mi, ediyor mu?’ soruları en çok konuşulan konuların başında geliyor. Nitekim bunu öngören yorumlar da söz konusu. Yani Suriye yine yeni sürprizlere gebe. Olasılıkları dün MİT eski Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş’le konuştum. Öncelikle de Trump’taki değişikliğin Türkiye, Rusya, İran liderlerinin birlikteliğini gösteren Soçi fotoğrafından mı kaynaklandığını sordum. Yanıtı şuydu:
“ABD zaten Soçi fotoğrafının dışında değil. Rusya Soçi’deki kararlar alınmadan önce Trump’la da konuştu, İsrail’le de konuştu. Karşılıklı ve kontrollü işbirliği gelişmelerle ortada. ABD bugün Suriye’de hava-kara üsleriyle, Kürtlerle olan ilişkileriyle önemli bir konuma sahip ve tabii ki bu pozisyonunu korumaya çalışacaktır.”
O halde Trump neden böyle bir açıklama gereği duydu?
“Türkiye ABD içinde, NATO içinde vazgeçilebilir bir ülke değil. O bakımdan şimdi Türkiye ile olan
Elektronik yüksek mühendisi Kerem Parıldar’ın intiharıyla 8’e çıkan ASELSAN’daki şüpheli ölümler serisi 2006’da başlamıştı. Mühendislerin hepsi de F-16 savaş uçakları, tanklar, insansız hava araçları gibi kritik projelerde çalışıyordu, dolayısıyla da ölümleriyle ilgili pek çok karanlık nokta vardı. Ancak “Neden intihar ettiler veya öldürüldüler, bunun arkasında kim var?” sorularının yanıtı hâlâ yok. Evet, 15 Temmuz sonrasında yeniden başlatılan soruşturma kapsamında FETÖ’nün izi çıktı ama arkası karanlık. Nitekim bu bağlamda yeni bir müfettiş incelemesi de söz konusu.
Tabii bunlar labirentin bir boyutu, bunun bir de Meclis tarafı var. Şöyle ki; geçen 11 yıllık süreçte çok sayıda milletvekili bu konuda araştırma ve soruşturma önergeleri verdi. Hatta bu şüpheli ölümler taban tabana zıt olan Meclis’in muhalefet partilerini bile aynı noktada buluşturdu. Ama hepsi ilginç gerekçelerle havada kaldı. Örneğin, 24. dönemde MHP’li Alim Işık’ın “Bu konuda ne yapıldı, nelere ulaşıldı; savcılık soruşturmaları bugüne kadar neden sonuçlandırılamadı; o dosyalarda hangi gerçekler gizlendi, üzerine gidilmedi veya gidilemediyse bunların araştırılması gerekiyor” diyerek Meclis Başkanlığı’na verdiği
Norveç’teki NATO tatbika-tında Atatürk’ün ve Cumhur-başkanı Erdoğan’ın düşman ülke liderleri olarak gösterildiği skandal münferit denilip sözlü ya da yazılı özürlerle geçiştirilecek bir durum değil. Çünkü sütre gerisine dönük FETÖ, PKK ya da bazı ülke gizli servisleri gibi çok sayıda olağan şüpheli söz konusu. Dolayısıyla da Türkiye’nin beklentisi açık ve net. Soruşturma derinleştirilsin, gerçek sorumlular ortaya çıkarılsın. Yani bir daha böyle olaylar yaşanmaması ve ittifakla ilişkilerin zarar görmemesi için gereken yapılsın. Doğal olarak bu ABD başta olmak üzere NATO’ya üye tüm ülkeleri fazlasıyla düşündürmesi gereken bir durum. Ancak bunun bir de Türkiye açısından dersler çıkarılması gereken boyutu var. Özellikle de bu tür tezgâhlara karşı müdahale edecek personel bakımından herhangi bir eksiklik ya da aksaklık olup olmadığı konusunda. Evet, bu skandal bir Türk subayının dikkatiyle ortaya çıkarıldı ama jenerik senaryodaki Türkiye ile örtüşen S-400 ile ilgili bölümlerin neden daha önce fark edilip önlenmediği gibi soru işaretleri de söz konusu. Dün bu durumu 1998-2001 yıllarında Mons-Belçika’da NATO karargâhında görev yapan emekli tuğgeneral Dr. Naim Babüroğlu’na sordum.
ABD destekli YPG/PKK ile DAEŞ’in Rakka’daki kirli ittifakı sürpriz mi? Değil. Benzerlerini 2014-2015’te Tel Abyad ile Ayn el Arab (Kobani)de de gördük. Orada da göstermelik bir kaç çatışmanın ardından DAEŞ çekildi, YPG/PKK alan kazandı. O nedenle bunlara iki terör örgütü arasındaki savaştan ziyade Amerikan tiyatrosu demek daha doğru. Çünkü ABD açısından DAEŞ bir araç ve gerçek niyet Suriye’nin kuzeyinde düzenli bir YPG/PKK, yani terör ordusu kurmak. Sonrasında da bu silahlı güçleri kullanarak Birleşik Kürdistan’ın yolunu açmak. Nihai hedef de puzzle’nin İran ve Türkiye topraklarını da içine alan hayal üzerine...Dolayısıyla Rakka savaşı için diye verilen silahların detaylarını Türkiye ile paylaşma ve amacı dışında kullanılmaması için takip etme sözleri tam anlamıyla bir oyalama ya da yutturmaca taktiğiydi. Aynen ‘YPG Menbiç’ten çıkacak, kesinlikle Fırat’ın doğusuna çekilecek’ masalında olduğu gibi. Çünkü o silahlar Rakka’da kullanılmadı bile, dahası bazıları da Şırnak’taki Kato Dağı’nda ele geçirildi. Bu arada da ABD’lilerce eğitilen teröristler o silahlar ve zırhlı araçlarla düzenli bir orduymuş gibi görüntüler vermeye başladı. Hem de hamileriyle birlikte..Yani ABD Türkiye’nin bu
Terörle müca-delede yeni strateji “taarruz” doğrultusunda TSK yurt içi ve dışında PKK’ya yönelik kesintisiz operasyon yapıyor. Bu kapsamda da sadece son bir yılda etkisiz hale getirilen PKK’lı sayısı 3 bini geçti ve binin üstünde sığınak-barınak imha edildi. Hedef, sınırdan 25 kilometre içerideki terör kampları ve Kandil. Yani tehdidi kaynağında yok etmek... Türkiye’nin bu kararlılığı karşısında PKK’nın hareket alanının daraldığını belirten Genelkurmay İstihbarat Dairesi eski Başkanı Em. Korg. İsmail Hakkı Pekin, TSK açısından gelinen durumu şöyle özetliyor:
Türkiye İHA’larla kamplardaki, mağaralardaki teröristleri görüyor ve vuruyor. Keşif kodlu F16’lar da 15-20 kilometre uzaktan hedefi görüp lazerle işaretliyor, diğer uçak da ona ateş ediyor. Yani havadan nokta atış imkânları var. Tabii sonucun bu kadar başarılı olmasının nedenlerinden biri de komando tugay sayısı 12’ye çıkarıldı. Ve komando tugayının muharip unsurları tamamen profesyonel asker, yani uzman çavuş, onbaşı ya da sözleşmeli er. Bunlar en az 4-5 senedir o işi yapan çocuklar. Jandarma’nın JÖH’leri de (özel harekât) var, onlar da profesyonel. Yine Polis Özel Harekât da sadece şehirde değil, dağlarda Silahlı
TSK’daki kripto FETÖ’cü-lerle ilgili son yazımızda Hava Kuvvetleri Komutanlığı eski başsavcısı, emekli Albay Ahmet Zeki Üçok’un şu sözlerine yer vermiştik:
“358 generalimizin 171’i darbeye katıldı, geriye kaldı 187. Önce bu 187 general darbe gecesi neredeydi onları bir tespit edelim, ne yapmışlar bilelim. Sadece Ankara’da 172 tane atamalı general var. Bunlar Genelkurmay ile Deniz Kuvvetleri arasında el ele tutuşsalar darbeyi önlerlerdi.”
Bu sözlere dün emekli tümgeneral Ahmet Yavuz’dan yanıt geldi. O da Üçok’un söylediği gibi 15 Temmuz’da kimin ne yaptığının soruşturulmasından yanaydı ama herkesin potansiyel suçlu durumuna sokulmasına da karşıydı. Bu bağlamda da öncelikle şunu vurguladı:
“Halkın, Cumhurbaşkanı’nın, Meclis’te direnenlerin, medyanın, emniyet güçlerinin rolü çok büyük ama darbeyi ağırlıklı olarak önleyen Silahlı Kuvvetler’in içerisindeki vatanseverlerdir; bu açık ve net. İstanbul’da, Ankara’da olanlar belli. Koskoca Etimesgut’taki zırhlı tümenden tank çıkmıyor, bir tane çıkıyor, iki tane tank çıkamıyor yani. İçeride insanlar direniyorlar yoksa bu iş çok farklı istikametlere kayardı.”
Ankara’daki generallerin birkaçı dışında elinde birlik olmadığını, dolayısıyla