Soğuk Savaş sonrası dönemin en ilginç olaylarından birisi NATO’nun genişlemesiydi. Çünkü o sıralar NATO’nun “varlık nedeni”nin yok olduğu ve “düşman” ortadan kalktığına göre, bu ittifaka artık gerek kalmadığı da konuşuluyordu. Ama tam aksi oldu, NATO daha da büyüme kararıyla “açık kapı” politikası uygulamaya başladı. Ve bir zamanlar “düşman” gibi görülen dağılan “Varşova Paktı”nın üyeleri ABD’nin başını çektiği NATO şemsiyesi altına katılmak için sıraya girdiler. Kime karşı? Daha önce birlikte oldukları Rusya’ya. Dolayısıyla o günlerde yapılan yorumlar da “bu ülkeler NATO’yu kendi güvenliklerinin garantisi sayıyorlar” şeklindeydi.
ABD açısından bakıldığında ise anlamı Rusya’nın çevrelenmesi ya da köşeye sıkıştırılmasıydı. Bu bağlamda da gelişen zaman içerisinde ilk etapta Polonya, Macaristan ve Çek Cumhuriyeti olmak üzere birçoğu NATO’ya dahil oldu. NATO’nun 16 olan üye sayısı Varşova Paktı’ndan
Ukrayna'nın NATO üyeliği zaten hayaldi ama o da kırmızı çizgiyle noktalandı artık. Rusya öyle acımasızca vurdu ki Ukrayna ordusunun savaşma güç ve kabiliyetini tamamen ortadan kaldırdı. Hava savunma sistemi, iletişim ağları, havaalanları, komuta, kontrol merkezlerini yok ederek Ukrayna'yı felç etti. İnsanlar öldü, evlerini barklarını terk ederek korkuyla yollara düştü. "Beni buna zorladılar" diyen Putin şimdi ne istiyor? Rusya'ya bağlı ya da Rusya yönünde bir yönetim. Yani bağımsız Ukrayna Devleti, halkının kendi hür, özgür iradesiyle yönünü tarafını seçmesine izin vermiyor. Gerekçe olarak da "Benim güvenliğim ya da çıkarım söz konusu, seni asla bırakmam" diyor. Kafa böyle olunca da hak, hukuk, kural, vicdan falan takmıyor, kaba güçle basıyor tokadı ya da sarılıyor silaha. Üstelik bu sadece son zamanlarda yaşanan değil Ukrayna'nın Sovyetler Birliği'nden ayrıldığı 24 Ağustos 1991 tarihinden bu yana aralıklarla devam eden sıkıntılı bir süreç. Mesela, Rusya yanlısı Viktor Yanukoviç iktidarının Kasım 2013’te U
Ukrayna krizinde Biden ve Putin görüşmesi diplomasi umudu denilirken, sahadaki gelişmelerle hava bir anda sertleşti. Putin Ukrayna’nın doğusundaki ayrılıkçı bölgeler Donetsk ve Luhansk’ın bağımsızlığını tanıyarak sahada yarattığı fiili duruma siyasi gerekçe üretti. Ardından da “Barış Gücü” adı altında Rus askerleri bağımsız, egemen devlet Ukrayna topraklarına girdi. Yani daha birkaç gün öncesinde ABD’nin ısrarlı “Rusya bir şekilde Ukrayna’ya” saldıracak iddialarını kesin bir dille yalanlayan Putin, adı saldırı olmayan, kendi yazdığı bir senaryoyu oynayarak de facto bir durum yarattı. Dahası, bununla da yetinmedi ve “Rus askerinin daha da ileri gitmesi sahadaki gelişmelere bağlı” diyerek kendisine tepki veren dünyaya da meydan okudu. Dolayısıyla, topyekûn savaş riski de pik yapmış durumda. ABD ve NATO’da bunu dillendiriyorlar zaten. Açıkçası, Putin Ukrayna krizinde diplomasi ile savaş arasında at başı giden bilek güreşini yekten Rus Ruleti’ne çevirdi ve gözü kara bir şekilde silahı ortaya koydu. Buna
Omicron varyantı kaynaklı vaka ve ölüm sayıları oldukça yüksek seviyelerde devam ediyor ama bir yandan da salgının bitme olasılığını sıklıkla konuşmaya başladık. Hatta aşılama oranı yüksek bazı ülkeler maskeleri atıp tamamen normale dönüş anlamında kararlar alıyor. Ülkemizde de buna dönük sinyaller var. Gelişmelere Dünya Sağlık Örgütü’nün yaklaşımı ise “Salgın bitmedi. Biz bitirmeye karar verdiğimiz zaman biter. Sonuç olarak bu bir ihtimal değil, tercih meselesidir” şeklinde. Yani çözüm küresel aşı eşitsizliğini gidermek ve dünyada yaşayanların büyük çoğunluğunu aşılamak...Afrika kıtasında nüfusun sadece yüzde 8’inin aşılandığına bakıldığında da bu anlamda durumun hiç iyimser olmadığı ortada. Yine bu arada tartışılan bir başka nokta da virüsün kökeni konusunda salgının başladığı andan itibaren internette ve sosyal medyada süregelen komplo teorilerini tetikleyen gelişmeler...Mesela daha geçen hafta İngiliz Daily Mail Gazetesi “Macaristan’da bilim insanlarının,
Yunanistan'ın Ege Adalarını silahlandırması ve buralarda tahkimat yapması 1914 Londra (Büyükelçiler) Konferansı, 1923 Lozan Barış Antlaşması ve 1947 Paris barış antlaşmalarına aykırı. O adalar silahsızlandırılma koşuluyla Yunanistan’a bırakıldı, sadece güvenlik amacıyla polis ve jandarma bulundurma hakkı verildi ama adalarda bugün Yunan ordusunun tümen ve tugayları konuşlu, savaş uçakları için havaalanları bile var. Silahların namluları da NATO üyesi Türkiye’ye çevrilmiş durumda. Ve Yunanistan hiç utanmadan, sıkılmadan bir de bu adalara kıta sahanlığı, kara suyu çiziyor, oralarda askeri tatbikatlar da yapıyor. Hatta Yunanistan'ın Cumhurbaşkanı, Bakanları uluslararası anlaşmalar gereği silahsızlandırılması gereken bir yerde Yunan askerleri arasında objektiflere poz bile verdiler, veriyorlar.
Açıkçası, Yunanistan rasyonel ve uluslararası hukuka uygun olmayan bir durumla yine saçmalıyor; dahası, gerekirse savaş gibisinden tehditlerle bunun dozajını küstahlık boyutuna çıkarmış durumda. Hukuk tanımazlık, ağır tahrik, pervasızlık had safhada yani. Tabii tarih boyunca
Siyasetin sıcak gündeminde özellikle muhalefet partileri hareketli günler yaşıyor. Hem ittifak hesapları ve Cumhurbaşkanlığı adaylığı konusu hem de hedefledikleri Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’e dönüş yolunu açacak parlamento aritmetiği anlamında farklı senaryolar söz konusu. Mesela 6’lı fotoğraf veren blokun 28 Şubat’ta açıklayacağı yol haritasının içeriği ya da HDP’nin önderliğindeki 3. ittifak durumu gibi. Çünkü bir yanda “6’lı fotoğrafa HDP de eklenmeli, o olmazsa aritmetik çoğunluk hesapları tutmaz” tartışmaları sürüyor, diğer yanda da “Zaten beraberler 3. ittifak sadece bir taktik” iddiaları var. Yani beraberiz ama ayrıymış gibi duralım hikâyesi. Nitekim CHP lideri Kılıçdaroğlu da 3. ittifakın hem demokrasi hem de Millet İttifakı yararına olacağını söyledi zaten. Yine esas nokta Cumhurbaşkanlığı adaylığı konusunda Kılıçdaroğlu başta olmak üzere konuşulan isimler, seçenekler ve onlar üzerine süren tartışmalar ise malum. Dolayısıyla, söz konusu her senaryo da kendi
Dünyanın gözü ve aklı Biden-Putin görüşmesindeydi. Onların gözü ve aklı da Ukrayna üzerinden küresel güç dengesi hesaplarında. Yani bir yanda gerçekten sıcak bir savaş çıkar mı, çıkarsa bölgeyi nasıl etkiler, hatta 3. dünya savaşı olası mı endişesi diğer yanda da küresel iki gücün bilek güreşi söz konusuydu. Dolayısıyla iki liderin bir saatlik telefon muhabbetinde “hadi öptüm” deyip kesin barış beklentisi ne kadar iyimserse birbirlerinin suratına telefonu kapatıp “öyleyse savaş” resti de o kadar ütopikti. Çünkü her ikisi açısından da yekten geri ya da ileri adım atma durumu zor ve riskliydi. Nitekim öyle de oldu. Görüşmenin ardından Beyaz Saray tarafından yapılan açıklamada Biden’ın Putin’i olası bir saldırının bedelinin ağır olacağı yönünde uyardığı aktarıldı. Kremlin ise ABD’yi “hezeyanın zirveye ulaşması” nedeniyle eleştirirken liderlerin diyaloğa devam etme konusunda anlaştıklarını bildirdi. Durum görüşme öncesi gibi yani.
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Omicron’un (BA.1) alt varyantı BA.2’nin halihazırda dünya çapında baskın olan BA.1’den daha bulaşıcı olduğunu ve muhtemelen daha yaygın hale geleceğini duyurdu. BA.2’nin daha önce BA.1 olan kişileri yeniden enfekte edip edemeyeceği ise belirsiz. Yani Omicron’un önceki varyantlara göre daha bulaşıcı özelliğine rağmen öldürücülüğünün düşük olması nedeniyle “Virüs eski gücünde değil” diye normale dönüş anlamında oldukça iyimser bir hava söz konusu olsa da Kovid son derece sinsi ve belalı virüs. Dolayısıyla, sadece alt varyant BA.2 değil, olası diğer varyantların durumu ve etkisini kestirmek de zor. Hele de virüsün bugüne dek inanılmaz bir hız ve biçimde uğradığı sürekli mutasyon dikkate alındığında. Çünkü bu açıdan bakıldığında da Omicron şimdiye kadar tanımlanan koronavirüs varyantları içerisinde en fazla sayıda mutasyon içeren, yani orijinal haline göre değişime uğrayan soy. Bu da bilim insanlarınca