Masada barış umudu, sahada kan ve gözyaşı artarak sürüyor. Aynı ivme propaganda, enformasyon, dezenformasyon savaşına da yansımış durumda. Her iki taraf da kendi elini kuvvetlendirmek, her iki taraf da karşı tarafın moral motivasyonunu bozmak, kırmak için elinden geleni yapıyor. Ama Putin’in işgali başlattığı andan bu yana geçen süreçte Ukrayna Batı’nın askeri, istihbari, ekonomik, diplomatik, hem de teknolojik bilişim anlamındaki yardımlarıyla propaganda ve psikolojik üstünlükte Ruslardan daha ileride. Fakat her iki taraftan da gelen bilgilere çok ihtiyatlı yaklaşmak gerektiği de bir başka realite. Çünkü her ikisinin de duyurduğu kayıp ve imha edilen askeri hedef verileri arasında uçurum var. Dolayısıyla açıklanan son derece kritik gelişmeler dahi sorgulanır durumda. Mesela, Ukrayna savaşın başladığı günden şu ana dek Rusya ordusundan dört generalin öldürüldüğünü duyurdu. Hepsi de Rus ordusu açısından önemli isimler. Rusya tarafından ise henüz bir doğrulama ya da yalanlama gelmedi. Dün bu durumu uzmanlık alanı
Yönetim sistemi değişikliğiyle birlikte siyasi literatürümüzde ağırlık kazanan seçim öncesi ittifak düzenlemesi TBMM’ye sunulan yeni seçim yasası teklifiyle mutasyona uğradı. Yani hâlâ var ve siyasi partiler açısından yine özendirici ama yeni varyantıyla bir o kadar da sıkıntı yaratacak, zorlayacak nitelikte. Özellikle de oyları düşük partiler için. Şöyle ki yüksek oy oranlı lokomotif partilerin katarına eklenen, ittifak kapsamındaki az oyu olan partiler daha önce olduğu gibi yine baraj sorunu yaşamayacaklar ancak sahip olacakları milletvekili sayısında bu kez iş başa düşecek. Her parti kendi aldığı oya göre milletvekili çıkaracak. O nedenle de hesaplar, beklentiler hepten karışmış durumda. Tabii ittifak pazarlıkları da... Mesela ittifaklar arasındaki güç dengesinde artı bir hesabıyla “Sadece oy oranıma bakma, benim etkim çok daha fazla” diyerek 10-15 milletvekili talep etmek biraz zor. Dahası, güç iddiasında çıtayı yüksek tutan DEVA, Gelecek ve Saadet Partisi Genel Başkanları’nın bile CHP
Ukrayna’da hiç beklemediği bir dirençle karşılaşan ve ağır kayıplar veren Putin yaptığı taktik değişiklikle doğrudan siviller üzerinden Zelenskiy’e baskı uyguluyor. Bir yandan da kentlerdeki sivillerin askeri güç dozajında elini, kolunu bağladığı havası veriyor. Yani isteseydim bu iş çoktan biterdi, ezer geçer taş üstünde taş bırakmazdım diyor. Putin’in tavrı ve hamlelerine dönük yapılan öngörüler de hep bu yönde zaten. Kiev ve kuşatılan diğer kentlerdeki siviller tahliye edildikten sonra Putin daha da sertleşecek, kalan kim varsa katliam yapacak. Dolayısıyla Putin’in sanki sivillerin hayatını çok önemsediği, kadın ve çocukların ölümüne asla dayanamadığı gibi bir algı hesabı, daha doğrusu vicdan yutturmacası da söz konusu. Çünkü evet Putin ezer geçerdi, yapabilirdi o gücü ve karakteri var ama bu demek değildir ki şu ana dek yumuşak davrandı, savaşta sivillerin hayatını önemsiyor. Sen bir ülkeye füzelerini gönderiyorsan, uçakların kentleri aralıksız bombalıyorsa istediğin
Putin bu işin kolay olacağını düşünmüştü. Bu kadar büyük kuvvetlerle geldiğim zaman bana karşı direnemeyeceğini anlayan Kiev yönetimi korkar kaçar hesabındaydı. Ama Kremlin’deki hesap Ukrayna’ya uymadı. Cumhurbaşkanı Zelenskiy değil bırakıp kaçmak, aksine, kararlı bir şekilde ordusuyla direndi, direniyor ve o kararlılık halka da yayılmış durumda. Başta Zelenskiy’i yalnız bırakan Batı’nın silah desteği de var artık. Özellikle de sokak savaşında etkin anti tank füzesi Javelin’ler ve helikopter avcısı Stinger’lar gibi. Dolayısıyla, şehir savaşıyla çatışmaları zamana yayarak Rusya’yı yıpratma hesabı da ön planda. Dahası, Rusya tarihte en fazla yaptırım uygulanan ülke konumunda şu anda. ABD Başkanı Biden, “Ben bu yolla çökerteceğim” diyor.
Karşılaştığı direnç üzerine taktik değişikliğine giden ve başta Kiev birçok kenti kuşatan Putin ise daha fazla kan, katliam ya da masada istediklerimi ver baskısıyla Zelenskiy’i diz çöktürmeye zorluyor. Putin bir yandan da ABD ve Batı ülkeleri tarafından uygulanan
Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle başlayan savaşın nasıl gelişebileceği ya da bitebileceğine dönük bir sürü tahmin öngörü var. Olma olasılığı konusunda da “Şimdiye kadar büyük bir faaliyetini görmediğimiz Rus Hava Kuvvetleri yıkıcı hava saldırıları yapar. Binlerce sivil ölür. Kiev cesurca direnişe rağmen kısa sürede düşer” ya da “Rusya’nın Kiev’i ve diğer kentleri sokak sokak çarpışarak alması, yani yabancı savaşçıların da dâhil olacağı uzun savaş” senaryoları daha ön planda. Dolayısıyla, işgale başlarken bunun kolay olacağını düşünen ama gördüğü direnç ve kayıplarla hesap hatasına düşen Putin’in sivillere odaklı taktik değişikliği savaşın iğrençliğini zirveye taşımış durumda. Kuşatılan şehirlerin elektriği, suyu, gıdası, sağlık ihtiyaçları kesilerek halk ya Zelenskiy’e karşı isyana ya da kentleri terk etmeye zorlanıyor. Niyet malum. Bölgeyi sivillerden arındırmak, kalanların hepsini Ukrayna ordusuna aittir ya paramiliter güçtür ya silahlandırılmış
Ukrayna’nın başına gelenler bir kez daha çok net gösterdi ki uluslararası hukuk ya da ülkelerarası garantörlük antlaşmaları falan hikaye... Güçlü olan zorbalıkla istediğini yapıyor. Dolayısıyla Ukrayna açısından geçmişte Kırım’da ve Gürcistan’daki ABD, NATO’nun tavrından ders alınmadığı anlamında yapılan yorumların yanı sıra en fazla sorgulanan nokta şu:
Ukrayna elindeki nükleer silahları teslim etmeseydi Putin buna cesaret edebilir miydi?
Malum; Aralık 1991’de Sovyetler Birliği dağıldığında dünyada en büyük üçüncü nükleer güce sahip ülke Çin, Fransa ya da İngiltere değil Ukrayna idi. Elinde 5 bine yakın nükleer başlıklı silah vardı. Depolarında termonükleer savaş başlığı taşıyan uzun menzilli füzeler bulunuyordu. Bu nükleer gücü de sadece Rusya ve ABD geçebiliyordu...
Aralık 1994’e gelindiğinde de ABD, İngiltere ve Rusya’nın altına imza koyduğu Budapeşte Protokolü ile hiçbir ülkenin Ukrayna’ya karşı güç veya tehdit kullanmayacağı ve ülkenin
Rusya-Ukrayna savaşında bir yanda kalıcı ateşkes umudu, diğer yanda da Putin’in nükleer silah kullanma tehdidine kadar taşınan saldırganlığı var. Dolayısıyla, Rusya’nın Zaporijya Nükleer Santrali’ne yaptığı saldırıya “Her şeyi yapabiliriz” çılgınlığının uyarı atışı da denilebilir. O nedenle de nükleer hesaplaşma olasılığı ve 3. Dünya Savaşı’na evrilme endişesi had safhada. Ki bu anlamda liderlerden gelen tetikleyici sözler de malum. 3. Dünya Savaşı kelimesini önce ABD Başkanı Biden kullandı. “Ya 3. Dünya Savaşı’nı seçecektik ya yaptırımları. Biz yaptırımları seçtik” dedi. ABD ve NATO ülkelerinden gelen tepki ve yaptırımlar üzerine de Putin, “orduya, nükleer caydırıcı güçleri yüksek alarma geçirme emri verdiğini” açıkladı. Sonrasında Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov’un “3. Dünya Savaşı nükleer ve yıkıcı olacak” sözleri endişeleri daha da tırmandırdı. Lavrov son açıklamasında da “Bize karşı gerçek bir savaş başlarsa, bu planları yapanlar bunu
Savaş teorileri denildiğinde akla gelen ilk isimler, biri Uzakdoğu’nun ve klasik dönemlerin, diğeri Batı’nın ve modern dönemlerin temsilcisi olan iki büyük düşünür Sun Tzu ile Carl Von Clausewitz’dir. Gerek Sun Tzu’nun “Savaş Sanatı“, gerekse Clausewitz’in “Savaş Üzerine“ adlı eserleri, savaş konusunda üzerinde en çok durulan, en fazla tartışılan ve daha da önemlisi, en çok dikkate alınıp, uygulanmaya çalışılan kitaplar olarak bilinir. Bu anlamda da iki düşünürün yaklaşımında, savaşın amacı, zafere giden yol, kullanılacak yöntemler gibi temel konularda taban tabana zıt farklılıklar vardır.
Komutan, filozof Sun Tzu’ya göre, mükemmellik her savaşta çarpışarak kazanmak değildir. En iyi strateji savaşmadan kazanmaktır. Savaş bir ülkenin ana sorunu, ölüm kalım yeri, var olma ya da yok olma yoludur; muhasebesiz olmaz. Bu muhasebe de yol, gök, yer, komutan ve kural olarak beş aşamadır. Yol, halkın yöneticisiyle aynı görüşe sahip olması anlamına gelmektedir. Halk ise ancak kendi