Tunca Bengin

Tunca Bengin

tunca.bengin@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Atatürk 19 Mayıs 1938’de son defa Gençlik ve Spor Bayramı kutlamalarını izledi. Hemen ardından da ilerleyen rahatsızlığına rağmen Hatay (İskenderun Sancağı) sorunuyla ilgili olarak Mersin’e hareket etti ve daha sonra Adana’ya geçti. Çeşitli kaynaklara göre; Atatürk, Hatay konusundaki kararlılığını, Mersin’e hareketinden iki gün önce Başbakan Celal Bayar’a şöyle bildirdi:
“Benim, kırk asırlık Türk yurdu Hatay esir kalamaz dediğimi unutmuş olanlar olabilir. Ama ben unutmadım, unutamam, sen de unutamazsın.”
Hatay konusunun en kritik döneminde, sağlığı üzerindeki olumsuz düşüncelerin neticeyi etkileyeceği düşüncesiyle, sınıra kadar otomobiliyle giderek askeri birlikleri denetleyen Atatürk, sürekli ayakta kaldı. Sağlıklı olduğunu hissettirmek için her şeyi denedi, bu arada da konuşmalarıyla Fransa’ya mesaj verdi. Birkaç gün sonra da Ankara’dan arayan Celal Bayar İngiliz ve Fransız elçilerinin tüm koşulları kabul ettiğini iletti. Böylece de bağımsız Hatay Cumhuriyeti 12 Eylül 1938’de kuruldu.
Atatürk’ün bu dik duruşu Hatay sorununu sonlandırmıştı. Fakat kendisini de bitirmişti. Nitekim birkaç ay sonra da Hatay’ın Türkiye’ye ilhakını (30 Haziran 1939) göremeden yaşamını yitirdi...
Peki, Atatürk Hatay’ı neden bu kadar önemsiyordu ve harekete geçmek için niçin 19 mayıs’ı seçmişti? Bu soruların yanıtını Marmara Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Vahdettin Engin şöyle veriyor:
Gerekirse savaşırız mesajı
20 Ekim 1921 tarihli, Fransızlarla yapılan Ankara Anlaşması’nda belirlenen güney sınırı çerçevesinde İskenderun Sancağı Fransa’da kaldı. Ancak o anlaşmada Atatürk, “İskenderun Sancağı’nda resmi dil Türkçe olacaktır. Orada yaşayan Türklerin kültürel haklarına sahip çıkılacaktır” diye bir maddeyi koydurttu. Bu daha 1921 yılında yani Sakarya Savaşı’ndan sonra Atatürk’ün kafasında yeri ve zamanı geldiğinde oraya el atmanın olduğunun bir göstergesidir. Nitekim yeri ve zamanı geldiğinde de el atıldı ve Hatay alındı. 1936 Temmuz’unda boğazlarda tam egemenliğin kazanıldığı Montrö’nün imzalandığı gün Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras “Şimdi sıra İskenderun Sancağı’nda” diyor. Ondan sonra bu olay gündeme getirilmeye başlanıyor. Hatta Atatürk’ün İnönü ile arasının açılma sebeplerinden biri de budur aslında. İnönü orada pasif davranmış, yani ülkeyi ülkeyi bir macereya sürüklememek gibi bir tutum almıştır. Atatürk’ün 1938 Mayıs ayında hasta hasta askeri kıtaları teftiş etmesi, orada yapmış olduğu konuşmalar doğrudan Fransa’ya bir mesajdır. Hatay bizim için önemlidir, dolayısıyla bu işin barış yoluyla halledilmesinde yarar vardır ama barış yoluyla hallolmazsa da biz savaşırız mesajını vermesidir.
Türkiye için Hatay’ın önemi
Doğu Akdeniz’deki tek stratejik liman İskenderun Körfezi. Suriye, İsrail, oradan batıya doğru dönün Mısır, hiç böyle stratejik bir yer yok, hepsi dümdüz. İskenderun’un donanmanın konuşlanması açısından önemi vardır, Basra Körfezi’ne giden yollara, Doğu Akdeniz’e hakim olma açısından çok stratejiktir. Ayrıca Türklerin çoğunlukta olduğu bir yerleşim. Onu zaten Atatürk her zaman “Binlerce yıldır Türk yurdu İskenderun’u vermeyiz” diye dile getiriyor. Dolayısıyla, İskenderun Körfezi’nde hakim olursanız bölgede de ağırlığınız artacaktır, o yüzden de üzerinde önemle duruluyor. Haritaya bakarsanız Hatay ele geçmeden önce sınır İskenderun Körfezi’nin kuzeyinden başlar. Hatay alınınca ise o körfez Türkiye’nin hakimiyetine girmiştir. Yani Hatay alınmasa körfezi kontrol etmeniz mümkün değil. Suriye’de veya Fransa’nın hakimiyetinde kalacak.

Atatürk’ün  son 19 Mayıs’ı
19 Mayıs’ı seçmesinin anlamı
19 Mayıs Milli Mücadele’nin başlangıcıdır, dolayısıyla başka bir 19 Mayıs’ta Hatay içinde bir mücadele gerekiyorsa biz bunu vereceğiz mesajı olarak düşünmek lazım. Atatürk’ün böyle enteresan örtüşmeleri var. Örneğin büyük taarruzu 26 Ağustos’ta yapması bu anlamda çok önemlidir. Ordu ağustosun ikinci yarısından itibaren hazır ama Atatürk özellikle 26 Ağustos’a denk getirerek Malazgirt Meydan Muharebesi’ne bir gönderme yapıyor. Nitekim daha sonra bunu söylüyor. Yine Erzurum Kongresi 23 Temmuz niye, ikinci Meşrutiyet o zaman milli bayram olarak ilan edilmişti. Ya da Halk Fırkası’nın kurulması 9 Eylül, İzmir’in kurtuluşu. Bir Milli Mücadele başlangıcı olarak 19 Mayıs törenlerinden sonra oraya gitmesi de işte böyle özel bir anlam taşır.
Bugünleri öngörerek yaptı
Atatürk’ün şöyle bir stratejisi vardı. Türkiye’nin bir kere Osmanlı Devleti’nin devamı olduğunun çok farkında. Osmanlı bir süper güçtü, son dönemlerde tabii ki bir zafiyet gösterdi ama Atatürk’ün hedefi tekrardan Türkiye’yi önemli bir dünya gücü haline getirmekti. Bu hemen bir anda olabilecek bir şey değil elbette. Kademe kademe birtakım operasyonlarla önce Misak-ı Milli’yi gerçekleştirdi, sonra komşularla iyi ilişkiler çerçevesinde, örneğin Balkan Antantı (9 Şubat 1934), Sadabat Paktı (8 Temmuz 1937) bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Komşularla iyi ilişkiler kurmak suretiyle onların gücünü de yanına çekerek Türkiye’yi bir bölgesel güç haline dönüştürmeyi düşünüyordu.
Yeri ve zamanı geldiğinde Türkiye’nin gücünü de dikkate alarak tabii ki o hinterlandı genişletme çabası içine girmişti. Bu önemli bir strateji, Atatürk’ten çok ders alınacak şeyler var orada yani. Buradaki temel unsur da Türkiye’nin gücünün farkında olup o gücü doğru değerlendirmek. Yani diyelim 100 birimlik bir gücü var ülkenin, biraz risk alıp 120 veya 125 birimlik bir gücün varmış gibi strateji üretmek mümkündür. Atatürk bunu yapıyordu. Ama 100 birimi 200-250 birim olarak düşünüp de paldır küldür bir şeyler yapmaya kalkarsanız, o zaman da duvara toslarsanız. Bu reel politiğe uymaz. Türkiye’nin bugün yaşadığı sıkıntılar biraz buradan kaynaklanıyor.
***
O’nu çok arıyoruz...