Bir varmış bir yokmuş, her gün kadınların öldürüldüğü, şiddet gördüğü, yöneticilerinin halkını itip kaktığı, yolsuzlukların diz boyu olduğu bir ülkede mutlu mesut insanların yaşadığı bir köy varmış. Oradakilerin evlerinde para dolu ayakkabı kutuları yokmuş ama, çorbaları her gün kaynarmış... Selda ile Ahmet bu yerde dünyaya gelmişler, beraber oynamışlar, yemyeşil vadide keçi otlatmışlar. Birbirini kovalayan yılların ardından büyüyüp serpilince de evlenmişler. Fırıncılık yapan Ahmet, köyün tepesindeki en güzel manzaralı evi kiralamış. Senesinde de Rukiye adını verdikleri bir kızları olmuş. Mutluluktan uçuyorlarmış ancak, bir yandan da Rukiye’nin geleceği için Ahmet’in sigortalı ve geleceği olan(!) bir işte çalışması gerektiğini konuşuyorlarmış? Sonra bir gün Ahmet koşarak eve gelmiş. Kızını kucağına alarak sevinçle “Madende iş buldum” demiş...
Bu işin masal kısmı... Bundan sonrası ise gerçek...
Masal diyarındaki köyün en tepesinde bulunan o evdeyiz. İçerden kadın ve çocuk sesleri geliyor. Ama bunlar mutluluk değil, hüzün veren ve yürek parçalayan cinsten. Ayakkabı dolu eşiği aşarak 2 oda bir holden oluşan eve giriyoruz. 7-8 metrekarelik hol başlarını öne eğmiş, boş gözlerle birbirine bakan kadınlarla dolu.
Holü odalara bağlayan kapının sağ tarafında karnını tutarak oturan genç bir kadın, ayağına yatırdığı pembe giysili bir çocuğu sallıyor. Kapının sol tarafında ise bir başka genç kadın yere kapaklanmış hıçkırıyor. Onun yanında da bir başka çocuk var.
Sağdaki kadının adı Selda... 22 yaşında madene gidip geri dönmeyen masaldaki Ahmet’in eşi. Ayağında salladığı ise 3 yaşındaki kızları Rukiye... Tuttuğu karnında da Rukiye’nin henüz dört aylık kardeşi varmış... Soldaki kadın... Tayyibe Çakır. 23 yasında Ahmet ile birlikte ocağa gidip geri dönemeyen Selda’nın ağabeyi Sadık Çakır’ın eşi. Yanındaki çocuk da Rukiye ile aynı yaştaki kızları Ecrin...
Doyamadı çocuğuna
Hava o kadar ağır ki, konuşmakta zorlanıyoruz. Hıçkırıklarıyla sessizliği bozan Selda, kısık kısık masaldaki son geceyi anlatıyor:
“Çok zor, sizden ayrılmak çok zor’ diyordu. ‘Cehennem gibi sıcak orası... Borcumuz bitsin, bir dakika kalmam’ diyordu... Sanki içine doğmuştu... Sabaha kadar kızına sarılıp uyudu. ‘Doymadım’ diye öpüp kolladı. Gece yarısı çay istedi, demledik, karanlıkta karşı dağlara bakıp konuştuk. Sabah yine balkona çıktık, yemyeşil tepelere uzun uzun baktık. Sonr çantasını hazırlayıp gitti...”
Çaresizlik... Selda karnındaki bebesini okşarken, bu kez sessizliği Tayyibe’nin hıçkırıkları bozdu: “Kömür taşımaktan. Omuzları sırtı yara içindeydi... Bin lira borcumuz kalmıştı... Son iki taksiti ödeyecektik...”
Ne dersiniz? Verilecek yanıt, denilecek söz var mı?
Kaçarcasına evden çıktık. Kapıda karşıdaki yemyeşil tepelere baktık.
Köyün erkekleri, masal kahramanlarını toprağa veriyorlardı.