Türkiye, 'Hedef Avrupa Birliği' diyor ama; yargısı çökmüş... Araç yokluğu nedeniyle tutuklular
mahkemeye, hasta mahkumlar
hastaneye götürülemiyor. Cezaevleri, tutukluluk hali yıllarca süren insanlarla dolu. Ya adliyeler?.. Binalar yetersiz, zabıt katibi - mübaşir yokluğu nedeniyle İstanbul'daki mahkemeler durma noktasında. Yazı işleri müdürü, zabıt katibi, mübaşiri olmayan mahkemeler (Örnek; İstanbul 10. Ticaret Mahkemesi) var. Ve bilgisayar çağında hala
daktilo kullanılıyor. O da sağlam ve de bulunursa!.. Daha da vahimi
Ankara iki yıldır durumun farkında ama; çaresiz... Çünkü
Maliye Bakanlığı kadro vermiyor... Ya da üç bin talebe karşılık 'bin kişiyle idare et' mantığıyla yaklaşıyor...
İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı
Ferzan Çitici, '1961'de Yozgat'ta staja başladım. O dönemdeki abilerimiz yargının hangi sorunlarını konuşuyor ve tartışıyorsa, 39 yıl sonra aynı noktadayız. Personel, ödenek, mefruşat, bina sıkıntısı vardı, aynen sürüyor' diyor...
Mübaşirsiz mahkemeler
Yargı hızlı işlesin diye adliye sayısını artırmakla iş bitmiyor. Halen DGM ve Bölge İdare Mahkemeleri de dahil olmak üzere İstanbul'da toplam
22 adliye bulunuyor. 539 hakim ve 309 savcıya karşılık, 3205 hizmetli var. Bir o kadar da ihtiyaç... Sadece Sultanahmet'teki İstanbul Adliyesi'ne günde giren - çıkan insan sayısı 10 bin...
Buna karşın 5 bin tane dava dosyası olan mahkemenin
zabıt katibi yok. Mübaşir - odacı olmazsa arşivden dosyayı kim getirip götürecek? Acı ama gerçek, bazı mahkemelerde mübaşir görevini hakimler yapıyor. Kürsüden bağırıyor, kapı aralığından duyan vatandaş karşısına geliyor. Ya hala daktilo kullanımına ne demeli? Bakkalın, manavın, muhtarın bilgisayarı var, adliyenin yok. Tek tük olan da kendi olanaklarıyla sahip olmuş... Bu mu çağ atlamak?.. Bu fotoğrafla Avrupa Birliği olası mı?.. İsrafa hepimiz karşıyız ama; israf olmayan yerde tasarruf olur mu?.. Sadece
hakim ve
savcıya yüklenmekle yargı hızlanır mı?
İstanbul hepten bitmiş...
Olası deprem senaryoları tutarsa İstanbul yanmış. Bırakın kaçak yapıları, ruhsatlı olanların durumu dahi felaket. İstanbul Büyükşehir Belediyesi; 17 Ağustos 1999 faciasından bugüne dek toplam 111 bin 98 yapıda (103 bin 487 daire, 7 bin 300 işyeri, 143 büro, 5 kreş, 9 hastane, 27 yurt, 22 kamu binası, 85 camii, 20 okul) hasar tespit çalışması yapmış... Sonuçları şöyle:
"Özellikle tarihi yarımadada kalan binalar
korozyona uğramıştır. Korozyon zaman içinde taşıyıcı sistemin nemlenmesi ve kiriş - kolonlara su sızmasıyla deprem olmasa da binaların çökmesine neden olacak etkendir.
Beton kalitesi çok düşük ve yıkanmamış deniz kumu ile inşa edilen binalar görülmüştür. Ve yine su sıkıntısı yaşanan yıllarda yapılan binaların betonlarının inşaat süresince yeterince yıkanmayışı ve kavrulmuş olması kalitesiz beton konusunu risk olarak karşımıza getirmiştir.
İmar hataları
Projelere sadık kalınmadan yapılan inşaatlar, yüksek boylu kolon - kiriş kullanımı, çok katlı yığma binalar inşaat hatalarını teşkil etmiştir. Vatandaşların çoğu oturdukları dairenin dekorasyonuna büyük özen gösterdikleri halde, apartmanlarının bodrumlarına bir kez olsun inmemiş.
Mimari hatalar çok. Oturum alanı az, kat yüksekliği fazla. Örneğin 100 metrekarelik bir alana oturan 5 katlı bina ile 400 metrekarelik bir alana oturan 5 katlı bir bina arasında ciddi direnç farkları bulunmaktadır.
Binaların oturdukları taban dışında üst katlarında genişleme yapılmış. Taşıyıcı sistemin dışında kalan bu bölümler depremde ilk yıkılacak yerler.
Bitişik binalarda kot farkları sıkıntı yaratıyor. İnşa edilen binaların kolon - kiriş bağlantı yüksekliklerinin farklı, yani bir binanın kolon - kiriş bağlantısı diğerinin duvarına yaslanmış. Özellikle eğimli arazilerde çok fazla..."
Bir kez daha hatırlatmakta yarar var. Yukarıdaki tespitlere projesiz - kaçak binalar dahil değil!..
Yazara E-Posta: tbengin@milliyet.com.tr