Sandık demok-rasinin gereği, seçim süreci ise demokrasi şöleni ya da karnavalı..Ancak 7 hazirana dönük süreç şölenden ziyade pazar yeri havasında. Çünkü sırayla seçim bildirgelerini açıklayan hemen tüm siyasi partiler asgari ücret, emekli aylıkları, mazot fiyatları gibi halkın en duyarlı konularında öyle bir vaat rekabetine girdiler ki, görüntü pazar tezgahlarındaki etiketlerden farksız. Örneğin asgari ücret konusunda vaatler 1400-1500 ile 1800 lira olarak değişiyor, hatta 5 bin lira vereceğim diyen de var. Yani herkes “gel vatandaş gel” diyor. O nedenle de hem sokaktaki insanın hem de siyasilerin kafası karışmış durumda...
Kafa karışıklığa yol açan bir başka etken ise siyasi kutuplaşma...Ülkede öyle bir hava varki insanların gözleri görmüyor, kulakları duymuyor ya da duymak istediğini duyuyor. Bu da kampanyaları ve partilerarası oy geçişliliğini zorluyor. İşte bu durumda da “vaatler sandığa nasıl yansır? sorusu akla geliyor.Yanıt kamuoyu araştırmacısı Adil Gür’den:
“Vatandaşa gel kardeşim en yükseği bizde demekle olmaz burası pazar yeri değil. Pazarda en ucuz kim satıyor benzeri en yükseği kim söylüyorsa vatandaş akın akın oraya gitmez. Ama yapılacağı yolunda bir algı oluşursa o partinin oylarına bir iki puanlık yansıması olur. Yoksa bu vaatler bir partiyi ne 10 puan yükseltir ne de 10 puan düşürür. Ancak bu seçimde 1-2 puanlık oynamalar çok değerli olduğu için durum farklı. AKP tek başına iktidar olmak, HDP barajı aşmak, CHP ve MHP ise bir önceki seçimin üstünde oy almak iddiasında. Ama, çok fazla vaatte bulunmak da her zaman tehlikeli ve risklidir. Ayakları yere basan bir iki tane lokomotif proje siyaseten çok daha etkilidir.”
Sarı basın kartı ‘anormal’ kimlik mi?
Sarı Basın Kartı, Başbakanlık Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü (BYEGM)’nce belli şartları ve yasal bekleme sürelerini yerine getiren gazetecilere Basın Kartları Komisyonu kararıyla veriliyor. Önyüzünde kart sahibinin fotoğrafı, T.C. kimlik numarası ve koskoca T.C.Başbakanlık BYEGM yazısı ile sahteciliğin önüne geçebilmek amacıyla üç boyutlu hologram,arka yüzünde ise kişinin nüfus cüzdanı bilgileri (seri numarası dahil) ve ev adresi bulunuyor... Dahası Basın Kartı Yönetmeliği’nde (Resmi Gazete: 23 Mart 2001/ 24351) “resmi nitelikte bir kimlik belgesi” yazıyor, ancak uygulamada kimlik yerine geçmiyor.
Kartı gören devletin görevlisi (polis- memur) boş boş bakıp “Normal kimlik yok mu?” diye soruyor. Ya kartın ne olduğunu bilmiyor ya da bilmek istemiyor. Bunun son örneğini de 1 mayıs günü yaşadık. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin ısrarlı çabalarına karşın kurum tanıtma kartını taşıyan gazetecilere Taksim’e giriş izni vermeyen polis, İstanbul Valisi’nin “sarı basın kartı şartı”konusunda da zorluk çıkardı.
Daha doğrusu yine bildiğini okudu ve sarı basın kartı gösteren gazetecilere “normal kimlik yok mu?” sorusunu yöneltti. Açıkcası sarı basın kartını kimlikten saymadı ve ehliyet ya da nüfus cüzdanı görmeden geçit vermedi... Bu konuyu TGC Başkanı Turgay Olcayto’ya da ilettik ve “sarı basın kartı kimlik yerine geçiyor mu” diye sorduk.İşte yanıtı:
“Kesinlikle geçiyor. Ben nüfus memurluğunda kullandım. Bir tek bankalarda Masak’ın itirazı nedeniyle sorun var.Onun dışında kimlik yerine geçer diye ilgili yerlere 40 tane de yazı yazıldı. Ama bazen kişiyle bağlantılı sorun olabiliyor.”
Dayak gerçek çözüm hayal...
Ankara Sincan Yetiştirme Yurdu’ndaki çocukların birbirlerine uyguladığı şiddet, eziyet görüntüleri herkesin içini acıttı. Buna karşılık onları korumakla görevli olan devlet ne yaptı? Suça sürüklenen 3 çocuğu oradan alıp farklı kuruluşlara nakletti, olayda kusuru olduğu gerekçesiyle de bakım personelini işten attı. Yani sorunu halının altına süpürdü... Sonrasında da kalıcı çözüm olarak yetiştirme yurtlarındaki koğuş sistemine son verilerek tüm çocukların Sevgi Evleri’ne yerleştirileceği açıklaması geldi... Oysa Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği (SHUDER) Genel Başkanı Zeynep Mutlu diyor ki:
“Türkiye’de 11 bin 40 çocuk koruma altında bulunurken, geceli gündüzlü hizmet veren kurumlarda 2 bin 902 bakım elemanı görev yapıyor.
En az iki vardiyalı çalıştığı göz önüne alındığında yaklaşık 10 çocuğa bir bakım elemanı düşüyor. Bunların da sadece 649’u kadrolu, geri kalanı taşeron firma aracılığıyla hizmet alınan personel ve yeterli hizmet içi eğitimleri yok.
2014 yılı Aile Bakanlığı faaliyet raporuna göre bakanlığa bağlı çeşitli kurumlarda, 7 bin 689 lisans ve lisansüstü eğitim düzeyindeki meslek elemanı (sosyal hizmet uzmanı, psikolog, hemşire, öğretmen ve sosyolog) hizmet veriyor. Bu sayı da verilmesi gereken hizmetin niteliği gereği yetersiz olduğu gibi kurum yöneticileri çoğunlukla kurum/meslek dışından atanıyor, çalışmakta olan meslek elemanları ise gereksiz işlerde kullanılıyor.”