2013’ün son günü bir yakını Kartal Dr.Lütfi Kırdar Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde yatan okurumuzdan (kimliği bizde saklı) gelen maille dehşete düştük. Kangren teşhisi nedeniyle yakınının ayağının kesilmesine karar verildiğini anlatan okurumuz, kolu, bacağı kesilenlerin yattığı Acil Ortopedi Servisi’ndeki pislik ve tanık olduğu ilgisizlikten yakınıyordu. Buna ilişkin fotoğraflar da göndermişti. İşte insanların yeni yılı karşılamaya hazırlandığı saatlerde bizi dehşete düşüren o mail:
“Hastam tam 13 gündür orada yatıyor. Kaldığı oda ve gördüğü muamele içler acısı.
Odaların duvarları rutubet, yerler ve tuvaletler pislik içinde, musluklar kırık. Tuvaletin yanında sözde banyo yapma yeri açmışlar su buz gibi.
Hemşire çağırıyorsunuz, 45 dakikadan önce gelen yok. Pansumanı akan, yarası kanayan dikişi patlayan, şekeri tansiyonu yükselen ve daha yeni ampütasyon (vücuttan bir bölgenin kesilip alınması) ameliyatı geçirmiş hastalara yapılan muamele bu.
Hastaların yaraları temizlensin diye yaraya koyulan kültür kurtçukları başkalarının yataklarına çıkıyor. Temizleyen mi? Yok..
Yemek saati. Dışarıdan uzaklardan bir ses bağırıyor. “Yemeek”... Gelen geldi aldı. Gelemeyen aç kalıyor. Şimdi size soruyorum. Bunlar ampütasyon hastası, kolu bacağı kesik çoğunun. Kim nasıl kalkıp çıkıp yemeğini alsın? İnsanlık ayıbı değil de ne?
Doktor mu? Kaç gündür buradayız, bir kere gördüm.”
Çekingen hastalarOkurumuz mailin sonuna da “Gidin, gözlerinizle bir görün isterim” diye de not düşmüştü. Biz de öyle yaptık 2014’ün ilk gününün sabahında foto muhabiri arkadaşım Ozan Güzelce ile birlikte soluğu Kartal’da Acil Ortopedi Servisi’nde aldık. “Aldık” diyorum çünkü, birinci kattaki sözüm ona en hijyen olması gereken o servise çıkarken, “Nereye hemşehrim?” diyen olmadı ve kendimizi kolu, bacağı kesik hastaların arasında bulduk.. İşte tanık olduklarımız:
Ek binanın birinci katındaki servis, iki bölümden oluşuyor. Bir yanda kolu, bacağı kesilmek için bekleyenler, öte yanda uzuvları kesilmiş refakatçisi olmadığında, yatağa mahkum kalan insanlar. Herkes pislik ve ilgisizlikten yakınıyor. Ama bunu söylerken “ya bana bakmazlarsa” diye endişe içinde. O nedenle görüştüğüm hasta ve yakınlarının isimlerini yazmıyorum.
Odaların ve tuvaletlerin durumuna gelince; onlar mailde yazılanlardan daha berbat. Duvarlar rutubet, lavabolar kir içinde, bataryalar arızalı. Tabii aynı durum yataklar ve çarşaflar için de geçerli. Açıkçası hijyen adına olumlu söylenecek tek bir şey yok.
Doktor mu? O hepten yok...
‘Uçak yaparız ama uçurtmazlar’Türkiye son yıllarda havacılık sektöründe önemli aşamalar kaydetti. Uçak filomuz ve çalışan sayımız katlandı, 250’ye yaklaşan uçak sayısıyla THY dünya markası oldu ama; hala kendi uçağımızı yapamıyoruz. Yazık ve ayıp. Çünkü Türkiye uçak sanayine yabancı değil. Atatürk zamanında bu deneyimi yaşamış bir ülke. Üstelik de hem devlet hem de özel sektör eliyle...
Düşünebiliyor musunuz?.. 1930’lu yıllarda Nuri Demirağ ve Türk Hava Kurumu tarafından üretilmiş yüzlerce uçak var. Hatta Demirağ’ın ürettikleri dünyada içeriden anahtarla çalışan uçakların ilk örneklerinden. Dahası Hollanda ve Danimarka’ya uçak satmışız. Açıkçası uçak sanayinde o günlerde epey yol almışız ama sonrasında bir iki ülke ve şirketin tekeline mahkûm bırakılmışız. Anlaşılır gibi değil. Şimdi de yeniden “yerli uçağımızı” yapacağız hamlesi içindeyiz. Peki bu ne kadar gerçekçi ya da olası?
Ülkemizin ilk “havacılık ve uzay ihtisas üniversitesi olan Türk Hava Kurumu (THK) Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ünsal Ban’a göre; Türkiye bugünkü mevcut olanaklarıyla uçak yapabilir, ancak uçuramaz. Türkiye’nin uçağın her parçasını üretebileceğini üstüne basarak bir kez daha yineleyen Prof. Ban, şöyle diyor:
“Sorun uçağı pazarlamakta ve uçurabilmek için sertifika almakta. Maalesef bu bazı devletler ve üretici bir iki firmanın kontrolünde. Sertifika olmayınca ürettiğin uçağı kime satacaksın. Kendi uçağımızı kullanalım desek o da zor. Biliyorsunuz Rusya bile bazı tiplerin dışında yurtdışı uçuş izni verilmeyen uçaklarına Rolls Royce motoru takmak zorunda kaldı. Zaten Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü (SGHM) de “Avrupa standartlarına bağlıyım onlar izin vermezse ben de vermem” düşüncesinde. Bu durumda üreteceğiniz uçak sadece devlet aracı olabilir. Askeriyeye ya da emniyete verebilirsiniz. Bir diğer engel de biz o uçakları üretene kadar geçecek olan süre ve acaba 2025 - 2030’da gökyüzünde hangi hava aracı olacak sorusu.”