İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Turan Çolakkadı’nın İstanbul Bölge Adliyesi Başsavcılığı’na atanmasıyla anımsadığımız Bölge Adliye Mahkemeleri, kâğıt üstünde önemli görevleri olan, ancak gerçekte “yargının merkez valiliği” diye tanımlanan bir yer.
Şöyle ki; 2007’de çıkarılan yasa uyarınca kurulan ve bugün sayıları 15’i bulan bu mahkemeler ilk derece yargılama ile Yargıtay arasında bir konumda olacak, “ara temyiz mahkemesi” gibi görev üstleneceklerdi. Bu işlevleriyle de 1,5 milyon civarında dosyanın biriktiği Ankara’yı rahatlatacaklardı. Yani bir anlamda bulundukları bölgenin Yargıtay’ı gibi çalışacaklardı. Ancak, kadro ve bina yokluğu nedeniyle bir türlü işlevsel olamadılar. O nedenle de kâğıt üstünde terfi gibi görünen bu mahkemelerdeki görevler, pasif ya da tenzili rütbeye dönüştü. Bunun en büyük kanıtı da 22 Şubat 2011’de görevden alınan bir önceki Başsavcı Aykut Cengiz Engin’in yaşadıklarıydı.
İstanbul Bölge Adliyesi Başsavcılığı’na atandığı gün “Haziran ayı itibariyle diğer atamaların da yapılmasının ardından göreve başlamayı düşünüyoruz” diyen Engin aylarca Kartal’daki Anadolu Sarayı’nda tahsis edilen bir odada oturmuş, sözünü ettiği kadroları göremeden de yaş haddinden emekliye ayrılmıştı. Bugün tarih 2014, yeni bir başsavcı aynı göreve atandı ama o kadrolar hâlâ yok. Dahası olacak gibi de görünmüyor. Yargıdaki bu tıkanıklığın iktidarın gerçek niyetini ortaya koyduğunu belirten TBMM Adalet Komisyonu Üyesi CHP Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek, şöyle diyor:
“Yargıtay’a hakim olmak için üye sayısını düşürmek istiyorlardı. Buradan gelecek kadrolarla da Bölge Adliye Mahkemeleri takviye edilecek, Ankara’ya çok iş gelmeyecekti. Ama sonra birden fikir değiştirdiler ve Yargıtay’ın üye sayısını artırarak, kendi adamlarını yerleştirmek istediler. O nedenle de Bölge Adliye Mahkemeleri’nin hayata geçişi sürekli ertelendi. Şu andan sonra da hayli zor, çünkü bina, masa bulunur ama 2 bine yakın hâkim gerekiyor. Mevcut 13 bin hâkimden kimi nereye kaydıracaksın, kaydırsan, diğer mahkemelerdeki yargılamalar ne olacak?”
‘Siyaset temizleniyor’
Hafta sonu CHP Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin’le buluştuk. Niyetimiz yaklaşan seçimlere yönelik konuşmaktı. Ama televizyondaki “son dakika” gelişmeleri sözü ister istemez ülkede neler oluyora getirdi. Yaşanan gelişmeleri “Kirlenen siyasetin temizlenmesi” olarak değerlendiren Tekin’in ilk sözü “Siyaset arınmadığı sürece Türkiye’de demokrasiden, özgürlüklerden bahsetmek ve geçmişle hesaplaşmak mümkün olmayacaktır” oldu. Ardından da devam etti:
“Türkiye kendisiyle hesaplaşacaksa iyi bir yere gidecek. Yok, hesaplaşmayıp ‘Efendim, daha iyi bir dinci olduğumuz, tabanımıza sahip çıktığımız için bize darbe yapılıyor’ derlerse ve bu anlayışla bunu kirletmeye, bunun önünü kapatmaya çalışırlarsa çok kötü noktaya gider. O zaman bugünkü iktidarı bizim de kurtarma şansımız olmaz. Bunu emin olarak, bilerek söylüyorum.”
Siyasetin yanı sıra devlet kurumlarının da temizlenmesi gerektiğine dikkat çeken Tekin, bu konuda çağrı yapmayı da ihmal etmedi: “Bugün savcıların ya da polislerin iddia ettiği dosyalar ya da operasyonlar eğer hukuka uygun değilse gelin hep beraber gereğini yapalım. Hayır, hukuka uygunsa, hangi güç bunları durdurabilir? Bu kabul edilebilir bir şey midir?”
Yokluğa bağlı pahalılık kapıda
Türkiye ciddi bir kuraklık tehdidi altında. Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi, Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü’nden, Prof. Dr. İbrahim Ortaş’a göre; önümüzde kıtlık tehlikesi yok ama, yokluğa bağlı pahalılık kapıda. Özellikle de “stratejik ürün” diye adlandırılan buğdayda. 50 yıla kadar Güneydoğu ve içanadolu bölgeleri için öngörülen kuraklığın beklenenden hızlı geliştiğini belirten Ortaş’ın öngörüsü şöyle;:
“Halen Konya ovası, Güneydoğu’da geniş miktarda çimlenmemiş buğday ekili alanların olması, var olanların da büyümemesi nedeniyle bu yıl buğday veriminde ciddi düşüşler yaşanacak. Ayrıca diğer bitkilerde de gerek yetersiz toprak nemi ve gerekse sulama suyunun yetersizliği nedeniyle verim düşüşü olacak. Bu da gıda fiyatlarının önemli ölçüde artacağını gösteriyor”.