Tunca Bengin

Tunca Bengin

tunca.bengin@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

61 yıl önce bugün darbe yapıldığında TBMM’deki 8 kadından 7’si Demokrat Parti milletvekiliydi ve tamamı da Yassıada’da yargılandı, ceza aldı. Yani Türkiye tarihine “demokrasi ve hukuk ayıbı olarak geçen” o kara günlerde Yassıada Komutanı Albay Tarık Güryay’ın anılarını içeren kitabındaki deyimiyle adaya gelen “Paket”ler (sanık kafilelerin adı) arasında DP’nin İzmir milletvekilleri Perihan Arıburun, Nuriye Pınar, İstanbul milletvekilleri Nazlı Tlabar, Necla Tekinel, Ayşe Günel, Bursa milletvekili Hilal Ülman ve Aydın milletvekili Piraye Levent de vardı. Ve onlar da 300’ü aşkın erkek vekille birlikte aynı zor koşullarda adada çile çekmişler, hukuk dışı muamelelere maruz kalmışlardı. Özellikle de 24 saat dinlenen koğuşlar nedeniyle. Çünkü aralarındaki bir sohbet dahi eziyet ya da kötü muamele görmelerinin sebebi oluyordu. Ki bunu Albay Tarık Güryay, yıllar sonra yazdığı kitabında her yere nasıl dinleme cihazları yerleştirttiğini ve ona göre davranış biçimi geliştirdiğini bizzat itiraf ediyor:

Haberin Devamı

“İçlerinden hiçbirisi dinleme cihazlarının nerelere ve ne surette yerleştirilmiş bulunduğunu bildiği iddiasında bulunamaz. Fakat Yassıada’da kaldıkları müddetçe aralarında sohbet ettikleri, yemek yedikleri, konuştukları, tartıştıkları her yerde kulaklarımın kendilerinde olmuş bulunduğunu onlar da galiba ancak şimdi öğrenebileceklerdir. Bütün dinleme araçlarının açılış ve kapanış düğmeleri Kontrol Odası’na konulmuştu. O odaya oturduğum zaman onların içinde yaşadıkları kısmın her köşesini rahatlıkla dinleyebilmekteydim. O odada vazifeliler tarafından teybe alınan nice konuşmaların bantları ilgili makamların arşivlerinde mevcuttur.”

Yani BBG evi gibi koğuşlar söz konusu. Kim ne yaptı, ne fısıldadı... her şey gözetim, denetim altında. Kadın vekillerin kaldığı yerler de dâhil olmak üzere. Mesela bir örneğini yine Tarık Güryay’ın kitabından alıntılayalım:

“Onların odasına da kulak verdikçe bir şey dikkatimi çekiyordu: Oradan hep Nuriye Pınar ile Nazlı Tlabar’ın konuştukları duyuluyor, fakat Perihan Arıburun’un sesi hiç gelmiyordu. Bu hal birkaç sefer tekerrür edince ister istemez meraka düştüm. Acaba ne olmuştu Perihan Arıburun’a? Hasta mıydı? Dili mi tutulmuştu? Bir gün Nuriye Hanım’ı çağırtıp aslında benim duyduğum bu meraka diğer subayların da düşmüş olduklarını söyledim: Perihan Hanım’ın sesi hiç duyulmuyor, acaba nesi var kadıncağızın?”  

Haberin Devamı

Dargınlık nedeniyle böyle bir olay yaşanmış olduğunu öğrendiğini belirten Tarık Güryay, daha sonra da soruşturma kurulunda ifade verirken sorgu yargıcıyla arasında gerginlik yaşadığı gerekçesiyle odasına getirilmesini emrettiği Perihan Arıburun ile arasında geçen olumsuz bir diyaloğun sonucunu da şöyle anlatıyor:

“Hırsla ayağa kalktım. ‘Kızım dedim, belli ki sen kafanı Halk Partisi ile bozmuşsun. Ben seni kabili hitap bir kimse sanmıştım. Hadi git, ne halin varsa gör.’

Şüphesiz bu sözleri çıtkırıldım bir salon diplomatı nezaketiyle söyleyebilmiş değilim. Fakat halimde bir kabalık olduysa bu sadece haklı öfkemin sesime aksetmiş olmasından ibaretti!”

Haberin Devamı

Tabii bunlar, Ada Komutanı’nın kitabından alıntılananlar, oysa orada yargılanan bir çok vekilin yazdığı anılar, anlattıkları da var. Onlarda da saçlarından sürüklenen hatta tokatlanan kadın vekil iddiaları dahi söz konusu. Dolayısıyla, dün kadın vekillerin gördüğü muameleyi ve yargılama sürecinde yaşananları Yassıada avukatlarından tek sağ kalan Hüsamettin Cindoruk’a sordum. Onun anlattıkları da çok çarpıcıydı: 

“Kadınların yaşam koşulları çok zordu. Erkeklerden farksızdı. Onları ayrı bir koğuş gibi yere koymuşlardı. Duruşmaya sıraya dizip getiriyorlardı, her iki taraflarında da askerler olduğu için kimsenin kıpırdayacak hali yoktu. Çok zor günler geçirdiler. Hatta Necla Tekinel orada doğurdu biliyorsunuz. Avukat olan Necla Tekinel İstanbul milletvekiliydi, eşi İsmail Hakkı Tekinel de yargıçtı. Hamile olan Necla Tekinel’i sancıları tutunca Kasımpaşa Deniz Hastanesi’ne götürdüler, bebek orada dünyaya geldi. 15-20 gün sonra da ‘Al bak ‘diye bebeği babasına verdiler, annesini de tekrar Yassıada’ya götürdüler. Yapılacak vicdansızlık mıdır bu? İnsan bir tahliye eder. Yani kadının analık yapmasını engellediler. Lohusa kadını getiriyorsun Yassıada şartlarında tekrar hapishaneye koyuyorsun. Kimse yapmaz bunu. Ama kadınlar çok cesurdular, orada hiç gevşemediler. Çok kahramanca kendi davalarını savundular. Zaten kararlarda da hepsi mahkûm oldular.”

Yassıada’da Meclis Başkanı ile iki Meclis Başkan Vekili’nin de idama mahkûm edildiğini, milletvekillerinin “Hangi kanuna oy verdin?” ya da “Niye konuşmadın?” diye cezalandırıldığını anlatan Cindoruk, devam ediyor:

“Hatta Murat Ali Ülgen diye bir vekil vardı, hiç Meclis kürsüsüne çıkmamış, sadece oturduğu yerden laf atmış, onun için adam müebbet hapse mahkûm edildi. Atatürk’ün kâtibi, bağımsız milletvekili Hikmet Bayur’u Meclis’teki konuşmasında İsmet Paşa aleyhine sözler söylediği gerekçesiyle beş sene hapse mahkûm ettiler. Yani darbe tamamen Meclis’e karşıydı. 300 küsur milletvekilinin dokunulmazlıklarını kaldırıp yargıladılar. Müebbet hapisler havada uçuştu. Biz 27 Mayıs sadece Menderes’e karşı yapılmış gibi görüyoruz ama yargılama safhasını kimse okumadığı için oradaki faciayı görmüyorlar. Dehşet bir hadiseydi. Onun için konuşmak istemiyorum. Çok ağır şeyler söylemem lazım 27 Mayıs’la ilgili ama şu ortamda söylemek istemiyorum. Orada yapılan vahşeti şu günlerde açıklamakta sakınca görüyorum. Yoksa ağzımı açarsam söyleyeceğim çok şey var...”

Özetle; hem yargılama sürecindeki hukuksuzluklar, insanlık dışı davranışlar hem de sonrasında gelen idamlar ve diğer hapis cezaları kabul edilebilir değil. Çok hazin bir dönem, çok karanlık ve kötü günler. Gerçekten de Türk demokrasi tarihinin kara lekesi. Allah bir daha böyle günler yaşatmasın...