Sezonun tamamlanmasına 7 hafta kala Fenerbahçe oyununun üzerine koyarak bildiği ve inandığı yolda ilerlemeye devam ediyor.
Fenerbahçe’nin son üç maçta rakip kaleye gönderdiği isabetli şut sayılarına bakalım;
9/17 Kayserispor (4-0)
11/26 Konyaspor (2-1)
9/18 Alanyaspor (5-2)
Kaleye bu kadar çok şut çekme opsiyonu sağlarsanız hiç kuşkusuz bol gollü skorları da elde edersiniz.
Bu sayfalarda hiçbir Fenerbahçe’nin “kadro kalitesinin” sorgulandığını okumadınız; ancak “takım olgusu” üzerine yapılan yorumları hatta bunu bozan yıldız seviyesindeki futbolcuların takımdan gönderilmesi gerektiğine varan cümleleri gördünüz, belki katılmadınız, “bu kadarı da fazla” dediniz.
Meselenin özünü anlamak için tecrübeyle zaman kaybetme bizim gibi günübirlik yaşayan toplumların makus kaderi oluyor.
Uzun zaman sonra bir lig karşılaşmasında tribünleri dolduran 40 bin kişiye yakın Fenerbahçe taraftarının yarattığı atmosfer kaybetmeyi düşünmeyen takımın sonuna kadar itici ve motive eden gücü oldu.
Sezonun en iyi topu denilemese de futbolcuların sahada neyi arzuladıklarını göstermeleri bakımından sonuna kadar mücadelenin en üst seviyede olduğu bir karşılaşma izledik.
Topun oyunda kalma süresi 59.37 olarak kayıtlara geçti ki maçın çok durduğu, takımların sürekli boşluklara sığınma telaşında olduğu Süper Lig ortalamalarının çok üzerinde bir zamana karşılık geldiğini söyleyebiliriz.
Bu veri diğer takımlarla kıyaslanmadan çok anlamlı gelmeyecektir ancak lig ortalamasının 50 dakikalar mertebelerinde olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Son beş yıldan bu yana topun oyunda kalma süresinin istatistiğinin oyunun en önemli verilerinden biri olduğunu sürekli dile getiriyorum. Bu veriye ulaşmak gerçekten altına kadar değerli bizim için.
Ayrıca Fenerbahçe %91 başarılı isabet sağladığı 585 pas ile ortalamanın oldukça üzerinde kalarak dikkat çekici bir istatistiği de yakalamış oldu.
Maç başına takımların bu sezon ulaşabildikleri ortalama isabetli pas verilerini şöyle sıralayabiliriz;
483 Başakşehir
Benim de içinde bulunduğum neredeyse yarım yüzyıla dayanan futbol izleyiciliği ve takipçiliğinde Fenerbahçe adına hep bir “ikonik oyuncu” beklentisi olmuştur.
1980’lerde başlayan gençleşme hareketinin meyvelerini 1990’lı yılların başlarında toplayan Beşiktaş; Metin, Ali, Feyyaz üçlüsüyle ikonik hale gelen ancak içeriğinde Rıza, Ulvi, Kadir gibi oyuncuları da barındıran, sonrasında buna Sergen Yalçın’ın da katılmasıyla bambaşka bir anlama kavuşan süreci Fenerbahçeliler “bir gün bizden de çıkacak mı acaba?” sorgulamasıyla geçirdiler.
Yine 1990’lı yılların başında Fatih Terim’in genç milli takımın başına geçmesiyle hem orada kurduğu kadroyu Galatasaray’a katması, hem de Okan, Emre, Bülent gibi altyapıdan çıkan oyuncuların oluşturduğu farklı bir enerjiyle hem “teknik direktör” hem de futbolcu grubu bakımından Galatasaray ikonik bir boyut kazandı. Bunun ekmeğini neredeyse 30 yıl yedi; futbol iklimimizin belirleyicisi oldu.
Bu süreçte Fenerbahçe de sürekli arayış halindeydi. Hep bir beklenti içindeydi. Ancak hem sabırsızlığı hem camianın sahip olduğu genel karakter hali hep ham meyveyi dalında koparma anlayışıyla her türlü gelişiminin önünde engel oldu.
Geride bıraktığımız yıllarda Fenerbahçe’nin çok iyi bir altyapısı da oluştu. Yıllarca ülkenin çeşitli takımlarında bu oyuncuları Fenerbahçe’den yetiştiğinden habersiz bir şekilde izledik, durduk.
Ancak bir taraftan da eksik kalan bir şeyler vardı.
Ne kadar gelecek umudu olsa da bu oyuncu grubunun içinden ne bir Emre Belözoğlu ne de Rıdvan Dilmen gibi ikonik bir karakter çıkabildi.
Fenerbahçe’nin bugün kadrosunda kaç yabancı oyuncusu var biliyor musunuz?
Futbolda oyuncuların ve teknik adamların saha içinde yaptıkları veya gerçekleştiremedikleri oyuna dairdir.
Bir futbolcu topun başına gelir, penaltı vuruşunu kullanır topu dışarı atar, takımı kupayı kaybeder.
Bir teknik direktör bütün sezon boyunca tercih ettiği oyuncu grubundan birini ya da birkaçını değiştirir; kazanır veya kaybeder bu da oyunun içindeki bir tercih olur.
Bütün bunların hepsi futbolun nesnel taraflarıdır.
Subjektif ya da başka tarifle kişiye özel olan hangisidir?
Hakem!
Evet, oyunun kitapta yazılan kuralları vardır ancak bunun karşılaşma içinde tüm yorumu bir kişinin görüşü, görgüsü, bilgisi, yeteneği, zaafı, zafiyeti, iyi veya kötü niyetiyle takdir hakkındadır.
Ve o kişinin verdiği kararlar başından beri o kadar konuşuldu, tartışıldı ve yeri geldi şaibeli bulundu ki devreye son yıllarda VAR denilen teknoloji ile desteklenmiş bir üst gözlem devreye sokuldu.
Yine travmatik geçen sezonlardan birinin sonuna doğru Fenerbahçe kritik bir karşılaşmaya çıkıyor.
Rakip Trabzonspor.
Travma diyoruz ancak bu sadece futbolla da sınırlı kalmıyor. İki gün önce Euroleague platformunda Anadolu Efes’le karşılaşan Fenerbahçe Beko’nun özellikle ilk yarıda sergilediği performans takımlarının önceki sezonlarda yaşadığı başarılara alışmış taraftarı için oldukça üzüntü verici oldu, içini acıttı.
Buralarda yaşananlar öğrenilmiş derslere dönüşüyor mu bilemiyoruz, bugünden kestirmek zor, önümüzdeki süreçte yaşanacak pratiklerle anlamış olacağız ancak Fenerbahçe’nin geride bıraktığımız 4 yılı hiç de kolay geçmedi.
Kulübün tamamının yönetilememesi ayrı bir sorun olmakla birlikte futbol takımı özelinde yaşananlar kuşkusuz sadece talihsizlik, şanssızlık veya bir türlü istenen seviye yakalanamadı ile açıklanamayacak derecede net sorunları içerisinde barındırıyor.
Fenerbahçe hiç bu denli çaresiz kaldığı bir dönemden geçmemişti.
Mevcut yönetimin bugün yapabildiği tek şey “gücü yeten varsa aday olsun” demenin ötesine geçemiyor ve bunun temel nedeni geldiği günden bu zamana sürekli köpürterek ortaya koyduğu mali tablonun sadece bir kişi tarafından karşılanabileceğine yönelik oluşturulan bir algı olması da bu çaresizliği daha çok derinleştiriyor.
Bir büyük karşılaşma öncesinde neden futbol adına değil de yönetimsel sorunları ortaya koyan bir başlangıç oldu diye sorabilirsiniz, ancak tam da bununla bağlantılı olduğu için özellikle “çaresizlik” olgusuna dair vurguyu güçlü yapmaya çalışıyorum.
Sezonun ikinci haftasında Fenerbahçe Kadıköy’de zorlu bir Antalyaspor maçı oynuyor.
Henüz transfer tahtası kapanmadığı için daha ortalarda Rossi, Berisha, Meyer, Crespo gibi oyuncular ortalarda yok.
Hatta kadro kurmada zorlandığı için sahaya Muhammed gibi genç oyuncularla çıkıyor Portekizli Hoca.
Bundan sonrasını 23 Ağustos 2021 tarihli “Ağam bizimle eğleniy”(*) isimli maç yazımdan okumaya devam edelim.
***
Dakika 87.
Maç sıkışmış ve neredeyse de 2 puan avuçtan gitmek üzere…
Kupa’dan elendikten sonra elinde sadece Avrupa’da ilerleyebileceği tek bir seçeneği kalan Fenerbahçe’nin bu kadrodan neyi hedeflediği konusunda kafalarda nasıl bir planlama var anlaşılamadığından sahaya çıkan kadroyu değerlendirme ölçütünü belirleme konusunda da zorluk çekebiliyoruz.
İlk yarı sonunda ortalama saha yerleşimine bakıldığında sanki 4-3-3 oynamış gibi görünüyordu.
Sosa biraz geride, Zajc ve Mert Hakan önde...
Yerleşimsel bakımdan çok sorun olmasa da oyuncu tercihleri sahadaki oyunun akışkanlığını belirliyordu.
Giresunspor oyuna çok hızlı başladı ve ilk 30 dakikada önemli pozisyonlar da buldu. Altay’ın kurtardığı net 5 şut var. Bu şutların gelişiminin orta alandan başlayarak Fenerbahçe kalesine doğru inmesi hemen orta alandaki oyuncu tercihlerini akla getirdi.
İkinci yarı bu bölgeden Zajc kenara alındı Pelkas girdi. Sosa karşılaşmayı tamamlayan oyuncu oldu.
Sosa, neredeyse tüm duran topları sıfır etki ile kullandı. İlk yarının sonlarına doğru kazanılan bir serbest vuruşta takım halinde yerleşmişken topu Giresunsporlu oyuncuya neredeyse pasla teslim etti ve oradan hızlı bir hücum başladı.
Merceği Sosa’ya tuttuğum gibi bir algıya neden olmak istemem; girişteki cümle ile bağlantılı düşünmeye çalışıyorum.
Fenerbahçe bildiğimiz, tanıdığımız, sandığımız, düşündüğümüz birçok markanın üzerinde “evrensel” bir değerdir.
İsmi, daha önce kimsenin bilmediği, tanımadığı kişiyi, kurumu, şirketi; bir başka markayı olduğundan da devasa gösterecek kadar güçlü, armasındaki yaprakta anlam bulan tarihi kökleri olan bir büyüklüktür.
Fenerbahçe, anıldığı, beraber göründüğü, hareket ettiği her şeyin değerini arttırır.
İşe önce kendimden başlayayım da sonradan gelecek bir takım çatlak seslere öncelikli cevap olsun.
2009 yılında Milliyet’in internet sitesinin spor yazarı olarak bir köşe aldıktan sonra futbol ve basketbol üzerine yazılar yazıyordum.
2009-10 sezonu belki de spor medyasında Bursaspor üzerine maç yorumları yapan, Bursaspor’un merkez takipçilerinden sonra en çok yazı yazan kişisi olabilirim.
Bir sezon sonra da aynı şekilde Trabzonspor’un.
Eşzamanlı Beşiktaş ve Galatasaray’ı da tabii.