Kıstaslar şunlar: Deniz ürünlerinin tazeliği ve yetiştirme olup olmadıkları, deniz ürünlerinin çeşitliliği, deniz ürünlerini pişirme mahareti, fiyatlardaki saydamlık.
Bana öyle geliyor ki denize sahip çıkmak bir kültür, bir yaşam biçimidir. Denizine sahip çıkan ülkeler aynı zamanda tersanelerine sahip çıkarlar, deniz taşımacılığına önem verir ve denizcilik okulları kurarlar. Bizden sonraki kuşaklara nasip olur mu bilmem ama bizim kuşak, arada sırada da olsa, hala güzel sofralar ile karşılaşıyor bazı sıradışı balık lokantalarında.
Örneğin Blue Angel. Baltalimanı’nda inanılmaz bir konumları var. Rüzgar almayan enfes bir köşe bulmuşlar kendilerine. Nereye oturursan otur görüntün süper.
Mutfak kalitesine de önem vermiyor değiller. Tahminime göre ilk açıldıkları zamana göre fiyatları biraz kuzeye çekmişler ve kalite azıcık aşağı inmiş ama hâlâ seçkin bir yer burası.
Balık yavan ama sos iyi
Lakerdaları biraz fazla tuzlu ama vasat üstü. Rakı içenin önüne hemen beyaz peynir ve kavun koyuyorlar ve kavunun iyisini bulmanın zorlaştığı bir dönemde iyi kavun buluyorlar.
Patlıcan salataları gevşek değil. Herkesin önüne gelen içine bol zeytinyağı boca edilmiş kurutulmuş domates tam içine buranın güzel mısır ekmeğinden banıp yiyecek cinsten. Değişik bir şeyler de yapmaya gayret ediyorlar. Çok başarılı olmasa bile takdir etmek lazım.
Örneğin kabak çiçeğinin içini pirinç ile değil levrek, ahtapot ve kalamar ile dolduruyorlar. İyi-kötü bir paella yapmaya da çalışıyorlar. Deniz ürünleri dondurulmuş, paella da herhalde kitaptan öğrenilmiş. Bu gerçekten zor bir iştir ve hem farklı çeşit bir pirinç hem de bu iş için özel olarak imal edilmiş tavaların kullanılmasını gerektirir.
Biraz da dülger balığından tadıyoruz ana yemekten önce. Rulo halinde ve tereyağlı beyaz bir sos hazırlayıp kapari çiçeği eklemişler. Nedense balık biraz yavan ama sos iyi.
Ana yemeğimiz böcek. Bunu pişirmek ustalık ister. Canlı iken ikiye kesip ızgarasını yapmayı bizde pek lokantacı beceremez.
Burada da önce haşlayıp sonra ızgaraya atmışlar. Ama sanki haşlandıktan sonra epey beklemiş ve fazla yumuşamış. Yanındaki erimiş tereyağı ve soya sosuna itirazım yok. Dahası önce haşlayıp sonra ikiye bölüp ızgaraya atmaları da kabulum. Ama bunun tekniğini daha iyi öğrenmeleri lazım.
Öte yandan rakı servisinde çok başarılılar. Ehli keyifleri bile var.
Benim de karşımda hiç rakı içmeyen fakat o gün benim hatrım için içen Sultaniyeli bir kardeşim var. Ona nazım geçiyor ve çok sevdiğim üç rakıyı o da deniyor.
Bunların bir tanesi Yeni Rakı’nın yeni serisi. Taze anason kullanılmış.
İkincisi Tekirdağ’ın meşe fıçıda bekletilen Altın Seri’si.
Üçüncüsü de Tekirdağ’ın Papazkarası üzümünden yapılan Trakya Serisi.
Laf olsun diye en çok hangisini sevdiğimizi bulmaya çalışıyoruz ama zor iş. Ne bileyim en iyi Bordeaux şaraplarından olan Lafite, Latour ve Haut Brion’u kıyaslamak gibi. Aynı ayardalar ama değişik özellikleri var.
Kıl payı ile benim favorim Tekirdağ-Trakya Serisi (ve Haut Brion).
DEĞERLENDİRME:
USKUMRU: * * * * *
BLUE ANGEL: * * * * *
Özay Şendir
Ayıplı bir tartışma, 'işine yarayacak'
14 Mayıs 2025
Didem Özel Tümer
Türk şirketlere BAE’de finansa erişim kolaylığı
14 Mayıs 2025
Abbas Güçlü
En son imparator!
14 Mayıs 2025
Ali Eyüboğlu
EOKA’nın köyünde ölümle burun buruna! Neşe Karaböcek’ten Kıbrıs anıları…
14 Mayıs 2025
Dilara Koçak
Yaz gelmeden detoks değil, denge zamanı
14 Mayıs 2025