Yasemin Congar

Yasemin Congar

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Şimdi önümde, bu yazı için 11 Eylül sonrası Amerikan politikalarının savunucuları ve muhalifleri ile yaptığım konuşmaların notlarıyla dolu bir defter var, ama ben defterdekileri erteleyip, muhasebeye, dünkü New York Times gazetesinden bir yazıyı aktararak başlamak istiyorum. Yazarı, eski başkanlardan Jimmy Carterın ulusal güvenlik danışmanı Zbigniew Brzezinski. Yazı, Bush yönetiminin, 11 Eylülün siyasi kaynaklarına odaklanan bir söylem ve siyaset geliştirmemesinin sakıncalarını inceliyor. Bu eksik konusunda, ABDde bugüne dek yapılmış en ciddi eleştiriyi oluşturuyor.Brzezinskinin yazısını, El Kaide, İsrail - Filistin gerginliği, Iraka karşı olası harekat ve anti - Amerikanizm süzgecinde okudum ben. Aynı zamanda, PKK terörü ve Kürt meselesi süzgecinde de okudum. Haftaya hem bu yazıyı tartışmak, hem de defterimdekileri dökmek üzere, sizi Brzezinski ile başbaşa bırakıyorum: İzin dönüşündeki ilk yazımı, 11 Eylülün belirlediği son bir yılın muhasebesine ayırmaya kararlıydım. Amerikan askeri hegemonyasının bulduğu yeni hareket zeminini, bu hareketi yönlendiren siyaseti inceleyen bir yazı... "Şeytani bir ilham mı?" (...) Kamuoyundaki tartışmanın büyük bölümünden eksik olan şey, her terörist eylemin kendine özgü bir siyasi önceli olduğu gerçeği. Bu gerçek, eylemi yapanı da, onun siyasi davasını da haklı kılmıyor. Yine de hemen her terörist eylem, bir siyasi ihtilaftan kaynaklanmakta ve onun sayesinde sürdürülebilmektedir. Bu durum, Kuzey İrlandadaki İrlanda Cumhuriyetçi Ordusu, İspanyadaki Basklar, Batı Şeria ve Gazzedeki Filistinliler, Keşmirdeki Müslümanlar ve benzerleri için de geçerli. "Amerikanın terörle savaşının başlaması üzerinden neredeyse bir yıl geçmişken, bu savaş, baskıcı gündemlere sahip dış hükümetlerce, kendi istedikleri yöne sürüklenme konusunda gerçek bir risk ile karşı karşıya. ABD, demokratik bir koalisyonun liderliğini yapmak yerine, tehlikeli bir izolasyon riskiyle karşı karşıya. Bush yönetiminin Amerikaya yönelen tehdide ilişkin tanımı, büyük ölçüde yarı - dinsel bir çerçevede şekillendi. Halka tekrar tekrar terörizmin "şer" olduğu anlatıldı ki, kuşkusuz öyle. Sorumlusunun, "şer yapıcılar" olduğu söylendi ki, kuşkusuz öyleler. Ancak haklı gösterilebilecek bu hükümlerin ötesinde, tarihsel bir boşluk var. Sanki terörizm uzayda asılı duran soyut bir fenomen, teröristler de kendilerine özgü hiçbir güdüleri olmadan Şeytani bir ilhamla hareket eden kişilermiş gibi. "Terörizmin siyasi kaynağı" (...) Amerikaya yönelik nefretin esas itkisinin, Amerikanın Ortadoğuyla ilgili konumu olduğu aşikar. Arap siyasi hissiyatının, bölgenin, Fransız ve İngiliz sömürgeciliği ile karşı karşıya kalmış olması, İsrailin varlığını engellemeye yönelik Arap çabasının yenilgiye uğraması, Amerikanın İsraile ve bu devletin Filistinlilere karşı tutumuna verdiği destek, aynı zamanda da, Amerikan gücünün bölgeye doğrudan enjekte edilmesi ile şekillendiği gerçeği gözardı edilemez. Ne var ki Amerikada, nefretin bu daha karmaşık tarihi boyutlarıyla yüzleşmek konusunda dikkat çekici bir isteksizlik var. Onun yerine, teröristlerin özgürlükten nefret ettikleri ya da dinsel çevreleri nedeniyle Batı kültürünü hakir gördükleri gibi soyut iddialara dayanma eğilimi geçerli. Bölgedeki daha fanatik unsurlar, Amerikan gücünü, Suudi Arabistanın İslamın kutsal yerleri üzerindeki himayesinin dinsel saflığına aykırı ve Irak halkının refahına zararlı olarak da algılıyorlar. Dinsel unsur, gayretkeşliklerini daha bir ateşlendirmiş olsa da, 11 Eylül teröristlerinin bazılarının dinsel olmayan bir hayat tarzı sürdürdüklerini kaydetmekte yarar var. Dünya Ticaret Merkezine saldırıları kesinlikle siyasi bir kalıp taşıyordu. "Hem askeri, hem siyasi çaba" Bush yönetiminin yeğlediği fazlasıyla dar, neredeyse tek boyutlu terörist tanımı, yabancı güçlerin, kendi gündemlerini ilerletebilmek için terörizm sözüne sarılmaları yönünde özel bir risk de doğuruyor. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putinin, İsrail Başbakanı Ariel Şaronun, Hindistan Başbakanı Atal Bihari Vajpayeenin ve Çin Devlet Başkanı Jiang Zeminin yaptığı budur. Amerikanın somutluktan uzak terörist tehdit tanımı, bunların herbirinin hem derdine çare olmuş, hem işlerine gelmiştir. Terörizmle savaşı kazanmak, iki hedef belirlemeyi gerektiriyor: Birincisi, teröristleri yok etmek, ikincisi de, teröristlerin varlık nedenini oluşturan koşullara odaklanan bir siyasi çaba. Britanyalıların Ulsterda yaptığı budur, İspanyolların Bask ülkesinde yaptığı da, Rusların Çeçenistanda yapması istenen de. Bunu yapmak, teröristlere kefaret ödenmesi anlamına gelmez, ancak terörizmin tabanını izole etmeye ve ortadan kaldırmaya yönelik stratejinin önemli bir bileşenidir. "ABD yalnız kalabilir" Böylesine izole edilmiş bir Amerika, kerameti kendinden menkul müttefiklerince yapılan her zorbalığın faturasını Amerikaya çıkarma kararlılığındaki kindar teröristlerce daha da fazla tehdit edilecektir. " ycongar@erols.com Amerika açısından potansiyel risk, gayrisiyasi biçimde tanımladığı terörizmle savaşının başka yönlere sürüklenmesi, başka amaçlara yöneltilmesi. Bunun sonuçları tehlikeli olur. Eğer Amerika, Avrupadaki ve Asyadaki anahtar nitelikli demokratik müttefikleri tarafından, terörizmin daha geniş ve daha derin boyutlarını gözden kaçırması nedeniyle ahlaki yönden duyarsız ve siyasi bakımdan naif olarak algılanmaya başlarsa - ve, etnik ve ulusal özlemlerin hoşgörüsüz biçimde bastırılmasına göz yuman bir ülke olarak görülürse - Amerikan politikalarına verilen global destek mutlaka geriler. Amerikanın geniş ölçüde demokratik bir antiterörist koalisyonu birarada tutma yeteneği ciddi zarar görür. Iraka yönelik bir askeri girişime uluslararası destek sağlanması olasılığı kesinlikle azalır.