Editörün Seçtikleri Basın feylosofu

Basın feylosofu

08.08.2000 - 00:00 | Son Güncellenme:

Basın feylosofu

Basın feylosofu


80 yıllık yaşamı boyunca yazma eyleminin hakkını layıkıyla veren ustalardan biri olan Sadun Tanju, uğradığı suikaste rağmen araştırmacı-gazetecilikten hiç vazgeçmedi...


       ıl 1957. Adnan Menderes Hükümeti siyasal gerginliği ürkütücü boyutlara taşımayı sürdürürken Vatan’da çalışan gazeteciler de “Politika ve Ötesi" başlıklı bir sütun açmaya karar verirler. Gazetedeki siyaset eleştirmenlerinin sıra ile yazdıkları bu yazılarda, önemli bulunan konular, kışkırtıcı olmadan, yumuşak bir üslupla ele alınır. Bu yazılarda kimsenin onuruyla oynanmadığı gibi, politik ve sosyal olaylara da hoşgörülü bir bakış getirilir.
       Önceleri değişik imzalı yazılar çıkarken, kısa süre sonra iş, genç gazeteci Sadun Tanju’nun başına yıkılır. Kimseye hakaret etmeden, gerçekleri eğip bükmeden, gizliliklerin açığa çıkması için çeşitli konularda makaleler yazan Sadun Tanju büyük ün kazanmaya başlar. Eleştirdiği kişilerle karşılaştığı zaman bazı tepkiler alır ama halk yararına bir iş yaptığına inandığı için pek fazla da aldırmaz bu eleştirilere. Ancak, 1959’un mayısına kadar...
       Ilık bir mayıs sabahı. Ağaçlar yeşil yapraklarını yeniden yaşamla kucaklaştırırken, genç gazeteci de baharın güzel kokusunu içine sindire sindire, neşeyle yürümektedir. Halide Edip Adıvar’ın ahşap konağının yanından geçip, Laleli’deki ana caddeye çıkan sokağa saptığı anda, başına sert bir cisimle vurulunca birden sendeler, gözünde şimşekler çakar. Yıkılmamak için duvara tutunur ama durabilmek ne mümkün. Mahalleli hemen yardıma koşar. Ölmediğini anlayan gazeteci kimin hücumuna uğradığını öğrenmeye çalışırken, “yaz bakalım" diye bağırarak, karabıyıklı bir gencin Kumkapı’ya doğru kaçmakta olduğunu görür.
       Türkiye’de kıyamet koptu
       Hastane, savcılık, adli tıp derken sağ kulağının arkası yumruk gibi şişen gazeteci ancak akşam üstü gazeteye gelebilir. Suikast olayı duyulduğunda Babıali bir yana, Türkiye’de kıyamet kopar. Aziz Nesin ve Çetin Altan köşelerinde bu menfur olayı kınayan, zehir zemberek makaleler yazarlar. Telgraf, telefon, mektup, ziyaretçi akınının ardı arkası kesilmez. DP’li İstanbul Belediye Başkanı Kemal Aygün, çektiği telgrafta “büyük teessürlerini" bildirip, saygılar sunar! Koskoca İsmet Paşa’dan gelen yıldırım telgraf ise gazetecinin acısını unutturur:
       - Uğradığınız çirkin tecavüz, hür düşünce ve hür yazma hayatımıza yöneltilmiştir. Yaranızın acısını sizden fazla hissettim. Hür düşünceye tecavüz kısmını, sizin tahmin edemeyeceğiniz kadar zararlı gördüm. Siz genç nesil yazarları bir asırlık milli emeğin mahsullerisiniz. Siz genç yazarlar, aydın istikbalimizin temellerisiniz. Sizlere bu inkişaf zamanınızda yaşama ve çalışma imkanı temin etmek, biz siyaset adamlarının başlıca vazifemizdir. Şevkinizi muhafaza etmenizi bekleriz. Bize düşen vazifeleri ifa edeceğimize güvenmenizi isteriz. Size benden çok yaşlı gibi derin saygılar sunarım. Hasretle gözlerinizden öperim.
       Olayın ertesi günü İkinci Şube Müdürü Vedat Sokullu yakaladıkları 8 - 10 kişiyi Tanju’nun karşısına dizer ama içlerinde “bıyıklı" bir adam olmadığı için teşhis yapamaz. Birkaç hafta sonra Malul Gaziler Cemiyeti’nin Başkanı Yüzbaşı Hakkı Bey ansızın Sadun Tanju’nun evine gider.

       DP’nin bitmeyen oyunları
       Sıkı Halk Partili olan Hakkı Bey inatçı mı inatçı.
       - Polisi boşver, ben sana o adamı elimle koymuş gibi bulacağım.
       Gazeteci şaşırır.
       - Hakkı Bey nasıl yapacaksın bu işi?
       - Sen karışma benim adamım var. Battal Ağa onu bulur.
       Battal Ağa da yeraltı dünyasının kabadayılarından, ama sıkı İsmet Paşacı. Yasa dışı iş yapan ona selam durmazsa çıra gibi yanar vallahi.
       Sadun Tanju bir hafta sonra Battal Ağa’nın nalbur dükkanına çağırılır. Gazeteci dükkandan adımını atar atmaz, Yüzbaşı Hakkı ve bir köşedeki insan gölgesiyle karşılaşınca irkilir. Battal Ağa gürler.
       - Bre kafir, olayların tümünü Sadun Bey’e anlat.
       Parmakkapı Vatan Cephesi Ocağı’nda ufak tefek işler yaparak “nasiplenen" Akbulut Karaoğlu sesi titreyerek, Doğu şivesiyle konuşmaya başlar:
       - Emri, Demokrat Parti’nin yüksek adamları verdi. Bir fotoğraf, bir de adres tutuşturdular elime. Zaten öldürmek için vurmadım gazeteci abiyi. Hem yalnız da değildim. Tevfik Yümlü (Arap Tevfik), kardeşleri Mecit ve Halil de işin içinde. Mecit zaten erketelik yaptı. Bu iş için de Veliefendi koşu yerinin boya işini bana verdiler.
       Battal Ağa çıldırır.
       - Boyacı mısın sen lan.
       Adam süklüm püklüm.
       - Ne iş olsa yaparım ağam.
       Gazeteci 1960 ihtilalinden sonra iki mektup alır. İkisi de Akbulut Karaoğlu ile Mecit Yümlü’yü aynı gün yakalayıp, karakola teslim eden, ama bu “başarılarından" ötürü DP’li İstanbul Belediye Başkanı Kemal Aydar tarafından hakarete uğrayan polis memurlarındandır. Kemal Güçnar Yozgat’a, Necdet Koçak da Kastamonu Taşköprü’ye sürgün edilmişlerdir. Mektuba göre her şeyden haberi olan Birinci Şube Müdürü Vedat Sokullu, “Kemal Aydar"ın emriyle saldırganları serbest bırakmış, Sadun Tanju’ya da aynı kişilerin bıyıksız hallerini göstermiştir!..
       Aradan 20 yıl geçer. 1979 yılının 1 Nisan günü pazar keyfi yapan gazeteci Milliyet’te Erhan Akyıldız ve Savaş Ay imzalı haberi okuyunca gözleri yuvalarından oynar.
       - Ünlü kabadayı Oflu İsmail, Semiramis Gazinosu’nun sahibi Akbulut Karaoğlu’nu öldürdü.
       Sadun Tanju gazeteyi kapatır. 20 yıl önce yaşadığı olaylar bir film şeridi gibi geçer gözünün önünden.
       - Öldürülen Akbulut, bizim Akbulut. Yani benim katil namzedim. Battal Ağa ile Yüzbaşı Hakkı’nın sorguya çektikleri Veliefendi boyacısı...

       Suikastçi devlet katında!
       Olayın peşini bırakmayan araştırmacı - gazeteci yazar yedi yıl sonra, 12 Ekim 1986’da gazetede bir teşekkür ilanı gözüne ilişince yine irkilir. Tevfik Yümlü, yani 27 yıl önce Parmakkapı Vatan Cephesi kabadayılarından, kendine suikast tertipleyenlerin içinde olan Arap Tevfik ölmüş. Kardeşi ise acılarını paylaşan İstanbul Valiliği’ne, İl Özel İdare Müdürlüğü ve İl Genel Meclisi üyelerine, belediye başkanlarına, İstanbul emniyet mensuplarına yürekten teşekkür eder. İmza ise İl Genel Meclisi üyesi Mecit Yümlü’dür!
       Gazeteci dalar gider. Akbulut, iskemle ayağını kafasına indirirken etrafı kollayan ama devlet katında büyük itibar gören erkete Mecit Yümlü değil mi?

       Kaptanlık yerine gazetecilik
       Basınımızın usta kalemi araştırmacı - yazar Sadun Tanju daha dört yaşında okuma yazma öğrenir. O yaşlarda mahallenin mektupçusu bile olur. Aksaray, Sofular’daki komşuları bronz kartallı, kristal hokkalı yazı takımları hediye ederler ona. Lise biter, kaptan olma isteğiyle Yüksek Denizcilik Okulu’na kaydını yaptırır ama torpilliler araya girince o hayali de suya düşer. Edebiyat Fakültesi de sarmaz onu. Yedi yıl jimnastik hocalığı yaptıktan sonra da Ahmet Emin Yalman’ın Vatan gazetesinde mesleğe ilk adımını atar. Öylesine kusursuz bir Türkçesi vardır ki, dokunmazlar yazdığı haberlere. Bir süre sonra da muhabirliğinin yanı sıra yazar olur. Vatan, Ulus, Cumhuriyet gazetelerinde röportaj yazarlığı derken biyografi kitapları da yazmaya başlar. Yapı Kredi Bankası’nın kurucusu Kazım Taşkent’in, Milliyet gazetesinin sahibi Ali Naci Karacan’ın, Hacı Ömer Sabancı’nın, Vehbi Koç’un, Sakıp Sabancı’nın biyografilerini yazmak için bavullar dolusu notlar içine gömülürken Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasi, ekonomik tarihini de çıkartır. Genel seçim sonuçları ışığında 1969’dan 1981’e kadar Türkiye’nin siyasal gelişmesi üzerine bir araştırma yapıp, “Tepedeki Dört Adam"ı yazar. Serbest yazarlığı seçtiği 1980 yılından 1990’a kadar başta Hürriyet olmak üzere her yıl yedi - sekiz dizisi yayınlanır gazetelerin manşetlerinde.
       Çetin Emeç’in hayatını kitaplaştırırken düşünmeye başlar. Kim için, neden? Artık kararını verir. Kendisi için, özgürce yaşayacaktır. Önce gazetelere veda eder. Sonra sevgili eşi Nermin Hanım’la birlikte Bodrum Turgutreis’te deniz kenarındaki evine yerleşir. Başında bir şapka, ayağında şort, derviş sakallar. O artık mahallenin “babaösıdır. Kızı Lale’nin kitap yetiştiremediği bu rafine insan yazmadan durur mu? “Bazı Anılar" ve “Eski Dostlar" kitapları Bodrum ürünleridir. Basında ve siyaset hayatında yaşadıkları mı? O kadar yoğun ki...

       Komünizm propagandası
       Adalet Partisi Genel Başkanı Süleyman Demirel sonbaharda yapılacak genel seçimler için Karadeniz gezisine çıkar. Buralarda başta İsmet Paşa olmak üzere karşısında gördüğü herkesi komünistlikle suçlayıp, memleketi bu hallere düşüren “hainlerden" kurtaracağını vaad eder.
       Bir yıl önce İsmet Paşa ile Heybeli’deki evinde söyleşi yapıp, İnönü’nün ihtiyatlı, fakat kararlı bir şekilde partiyi ortanın solu bir politikaya çekme niyetini kamuoyuna ilk kez müjdeleyen Sadun Tanju yine Ankara’dadır.
       Paşa bu sohbette gazeteciye, karşı siyasi görüşün o tarihe kadar geçen 45 yıl içinde halka pompaladığı ilahi hukuklu, ilahi adaletli düzenin, masum dini duygular önüne konmuş bir tuzak olduğunu vatandaşlarına anlatacağını söyler. O tarihte Ulus yazarı ve gazetenin İstanbul temsilcisi olan Sadun Tanju, İnönü’yle aralarında geçen konuşmayı Yazı İşleri Müdürü Nihat Şubaşı’na anlatır. Bu konu hakkında da bir fıkra yazmayı düşündüğünü söyleyince Subaşı hemen talimat verir:
       - Ne düşünüyorsun, otur yaz. Baskıya yetiştiririm.
       Tanju gönül rahatlığıyla, onun odasında “Kafir" adlı bir yazı yazar. Yazıda orta çağ kafasının yaşıyor olmasına işaret ederek, çağdaş özgürlük anlayışının ve uygar hoşgörünün önündeki engelin ülkeye getirdiği mutsuzlukları anlatmaya çalışır. Yazının bir bölümünde de şöyle der:
       - Komünizm, halkların refahlı ve huzurlu, insanca bir yaşayışa yükseltilmesinde yığınla devletin ve milyonlarca insanın seçtiği ilmi bir yoldur. Komünist olan yığınla Avrupalı, Asyalı, Afrikalı ve Amerikan devlet var. Yanıbaşımızda Bulgar, ötede bir Yogoslav, bir Romen, Kuzey’de Ay’a kadar uzanan bir Rusya ve uzakta dev ülke Çin, okyanus ötesinde Küba... Münasebetlerimiz var, elçiler teati etmişiz. Kafir mi bunlar, düşmanımız mı?
       Vay sen misin bunları yazan. Ertesi günü DP Kayseri Senatörü Hüseyin Kalpaklıoğlu gündem dışı söz alıp, kürsüye çıkar. Sadun Tanju’nun yazısının bir bölümünü okuduğu zaman senato birbirine girer. Sıra kapakları vurulurken, “Niye okuyorsun bunları", “Kes şu aşağılık komünizm propogandasını", “Bu kadar azdı bunlar demek" bağırışları karşısında susup, gülerek sessizliğin sağlanmasını bekler. Tam o sırada CHP Senatörü Ferit Melen bağırır.
       - Nereden okuyorsun bu hezeyanları, kim yazmış?
       16 Haziran 1965 Salı tarihli Ulus gazetesini elinde bir bayrak gibi sallayan Kalpaklıoğlu pek keyiflenir:
       - Ulus gazetesini okuyorum Sayın Melen. Yazarı da sizin arkadaşınız Sadun Tanju.

       Ulus yazarlığına veda
       Ertesi günü Ulus’un ikinci sayfasında “gazeteciönin her zamanki köşesinde iki satırlık bir duyuru vardır.
       - Sadun Tanju’nun Ulus fıkra yazarlığı ile alakasının kesilmesine karar verilmiştir.
       Talimatın adresi ise Bülent Ecevit’tir.
       Bu olaydan sonra Adalet Bakanlığı suç duyurusunda bulunurken, sağcı basın da “CHP gazetesinde komünizm propogandası" manşetleri atar. Sağcı yazarlar, Tanju’yu yerden yere vururken, milliyetçi, mukeddesatçı dernekler de ülkeyi kızıl komünistlerden koruyacaklarına dair and içerler! Çetin Altan, Nadir Nadi, Doğan Avcıoğlu, Metin Toker, İlhan Selçuk gibi ileri yazarlar ise “Siz hâlâ bu kafada mısınız" yollu makaleler yazarak karşı taaruza geçerler. Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel ise Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Müdürü Ecvet Güresin’e verdiği demeçte, aşırı sol tehlikesinin suni olduğunu söyler. Hatta daha ileri gidip, “Sol damgası ile önüne geleni damgalamak ve böylece korku yaratmak, ilkel bir arzudur. Özgürlükleri tek taraflı kullanma teşebbüsüdür" diye beyanat verir ama dinleyen kim. 11 ay sonra Ankara Üçüncü Ağır Ceza Mahkemesi’nden bir celp gelir:
       - Komünizm propogandası yapan Sadun Tanju, 30 Mayıs 1966 Pazartesi günü saat 09.20’de yapılacak duruşmada hazır bulunun.
       Prof. Muammer Aksoy ve Prof. Turan Güneş duruşmada Sadun Tanju’yu cansiparane savunurlar. Sadun Tanju ve Ulus’un Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Cemalettin Ünlü bir celsede beraat eder. Mahkemeden sonra Ulus gazetesinin sorumluları Tanju’ya, yazılara başlaması talimatını verirler!

       Hayat 80’den sonra başlar
       Basın feylosofu Sadun Tanju tecrübe ve yaşanmışlığı bir arada özümseyince ne geçmişinden pişmanlık duyuyor, ne eleştiri yapıyor, ne de geleceğe karamsar bakıyor. Yeni ilgiler, yeni dostlar, yeni sevgilerle kendini çok daha özgür hissediyor. Ustamız hayatı ıskalamadan, kendiyle barışık, özgürce yaşamanın tadını çıkartırken, aydın olmanın sorumluluğunu da hiç ama hiç unutmuyor. Ürettikçe üretiyor, okudukça okuyor. “Hayat benim için 80’inden sonra başladı" derken gözlerinden sevinç çığlıkları yükseliyor.
       Bu uzun söyleşi ise benim hayat felsefemi değiştiriyor. Kırgınlıklar, geçmişe özlem, sırtımdan yavaş yavaş sıyrılıyor. Günce ve arşiv tutma merakım ise yeniden yeşeriyor. En önemlisi, böylesine bilge bir insanı yeniden tanımanın onuruyla beynim ve ruhum zenginleşiyor.

İnönü’den politika dersi

İsmet İnönü’nün yakın çevresinde 20 yıl geçiren Sadun Tanju, bir gün yine Paşa’nın Taşlık’taki evine gider. Öğle uykusuna hazırlanan İnönü de oyalanması için ona, Meclis’te yapacağı konuşmanın metnini gönderir. Sadun Tanju yazıyı okur, çok beğenir ama metnin yanındaki tuhaf işaretlere bir mana veremez. Uykudan uyanan İnönü daha alt kata inmeden “nasıl buldun" diye sorar. Beğendiğini, ama o işaretleri anlayamadığını söyleyince Paşa muzip, muzip gülüp, siyaset dersi verir gazeteciye:
       - Onlar kürsüde konuşurken bana yapılacak saldırılara karşı bir çeşit savunma. O noktalarda iktidar sıralarından bana saldırılar olacak, ben de cevaplarını vereceğim. Siyasette sürprizle karşılaşmak olmaz. Daima hazırlıklı olmak lazım.



Yazarlar