Editörün Seçtikleri Basın işçisinin ‘babası’

Basın işçisinin ‘babası’

01.08.2000 - 00:00 | Son Güncellenme:

Basın işçisinin ‘babası’

Basın işçisinin ‘babası’


Hasan Yılmaer zamanında gazetecilik mücadele demekti ve o bunun herkesten çok farkındaydı. Gerçeğin izini sürerken, mesleği de koruyabilmek... İşte, bu nedenle “Basın Yasası" onun kaleminden çıktı


       Adnan Menderes Hükümeti askeri darbeyle alaşağı edildikten sonra ülkede barış rüzgarları esmeye başlar. Hapisteki gazeteciler özgürlüklerine kavuşurken, basın davalarına da nokta konur. Bir süre sonra da gazetecilerin haklarını koruyan 212 sayılı Basın Yasası Meclis’ten çıkar. Bu kez patronlar öfkelenip, işyerlerini kapatırlar. Bu haksızlığa dayanamayan basın mensupları “çayımız, simitimiz" pankartlarıyla Cağaloğlu’ndan Vilayet’e kadar yürüdükten sonra Yeni Sabah gazetesinin önünde Sefa Kılıçlıoğlu’nu protesto ederler. Yürüyüş biter, gazeteciler bundan sonra ne yapacaklarını müzakere ederlerken İstanbul Gazeteciler Sendikası Başkanı Hasan Yılmaer oybirliğiyle aldıkları kararı açıklar:
       - Arkadaşlar sendika olarak biz de kendi gazetemizi çıkaracağız.
       Bu karardan sonra Babiali’deki tüm gazeteciler kenetlenir, matbaa aranır ama bu kez de 212’nin içine dahil edilmeyen kol işçileri ayaklanır. Sadece kol işçilerinin üye olduğu Teknisyen Gazeteciler Sendikası, gazetecilere destek vermeme kararı alırlar. Üstelik Hürriyet Gazetesi’nin sahiplerinden Haldun Simavi yeni çıkacak gazetede çalışmamaları için mürettiplere para dağıtınca herkes çil yavrusu gibi dağılır.
       Yeni gazete Tan matbaasında basılacak ama haberleri kim dizecek? Bu kez başkanlığını İbrahim Güzelce’nin yaptığı kol işçilerinin ikinci sendikası devreye girer. Haberlerin dizilmesi sorunu biraz ortadan kalkar ama kağıt alacak para yok ki. Ne yapacağız diye çırpınırlarken Florya’da yeni kurulan basın kooperatifinin iki yöneticisi imdada yetişir. Kooperatifte biriken 104 bin lirayı senetsiz sepetsiz arkadaşlarına verirler. Üç kamyon bobin gece yarısı Babiali’ye getirildiği zaman, gazetesini kapatmasına rağmen, Milliyet’in sahibi Ercüment Karacan kucak açar onlara. Kağıt bobinler gazetenin deposuna konur. Karacan bununla da kalmaz. Sabahattin Usta’nın yeni çıkacak gazetede çalışmasını emreder ama başmürettip Hürriyet’in patronu Haldun Simavi’den para aldığı için bir yolunu bulup kaçar.
       Haberler akar ama dizecek adam sayısı az olduğu için bu kez de sayfaları dolduramazlar. Çare tükenir mi, daha önceki tarihlerde gazetelerde çıkan banka ilanlarının klişeleri sayfalara konur. İlk günü yüz akıyla noktalayıp, evine giden Yılmaer’in telefonu sabah erken saatlerde çalmaya başlayınca Milliyet Gazetesi’nin Sorumlu Yazı İşleri Müdürü mahmur bir sesle ahizeyi kaldırır:
       - Ben Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel. Bir gazete çıkarmışsınız, afferin size. Bir tane de bana gönderin. İstanbul Valisi Refik Tulga’ya söyledim, ne ihtiyacınız varsa o size yardım edecek. Korkmayın, arkanızdayım.
       Sendika Başkanı şaşkın bir halde teşekkür edip, telefonu kapatır ama Babıali’ye geldiği zaman Tan matbaasının gazeteyi basmaktan vazgeçtiğini öğrenince bu kez de Tercüman’a geçerler. Biraz sonra Refik Tulga telefon edip, bir ihtiyaçlarının olup olmadığını sorunca Yılmaer fırsatı kaçırmaz:
       - Paşam ilanları koyduk ama tahsilatı yapamadık.
       Tulga kendinden emin,
       - İlan listesini bana gönderin, karşılıklarını da yazın. Gerisine de karışmayın.
       Bir saat sonra matbaaya ilan paraları akmaya başlar. “Vay canına, meğer gazete sahipleri ne çok para kazanıyormuş" diye düşünürlerken bu kez de bayiler sattıkları gazetenin parasını getirmeye başlarlar. Gazete sorunsuz çıkıp, hele paralar da gelmeye başlayınca patronlar cemiyette toplantı yapılmasını önerirler. Toplantıya gazete sahipleri Ercüment Karacan (Milliyet), Erol Simavi (Hürriyet), Doğan Nadi (Cumhuriyet), Malik Yolaç (Akşam), Sefa Kılıçlıoğlu (Yeni Sabah), İstanbul Gazeteciler Sendikası Başkanı Hasan Yılmaer, Genel Sekreteri İsmet Yenisey, gazeteci Ömer Sami Coşar, Milli Birlik Komitesi’nin ikinci adamı Ahmet Yıldız katılır. Sefa Kılıçlıoğlu daha toplantının başından itibaren masaya yumruğunu vurarak konuşmaya başlayınca Ahmet Yıldız sinirlenir:
       - Beyefendi masaya vurmayın.
       Kılıçlıoğlu ukala tavrını sürdürür:
       - Beyefendi sizin için vurmuyorum masaya.
       Öfkeden gözü dönen Yılmaer hışımla masadan kalkar:
       - Ne yani, bizim için mi vuruyorsunuz masaya?
       Ömer Sami, hırsla Kılıçlıoğlu’nun yakasına sarılınca patronlar bu ikiliyi zorlukla ayırır. İki gazeteci hiddetle odadan çıkarken Ercüment Karacan, Erol Simavi’ye, “Tut bunları" diye bağırınca Simavi hemen fırlar. Yılmaer’i zar zor yakalayıp, başkanlık odasına kapatır ve dert yanmaya başlar:
       - Ben zaten gazetelerin kapatılmasına razı değildim. Bunu abime de söyledim ama dinletemedim. Gitme ne olur, müzakerelere devam edelim. Mutlaka hallederiz.
       Yılmaer razı olur ama bir şartla:
       - Sefa Kılıçlıoğlu sizin sözcünüz olmayacak. Onun yerine ya siz ya Malik ya da Ercüment Bey geçsin. Yoksa müzakereler devam etmez.
       Kılıçlıoğlu süklüm püklüm odanın bir köşesine gittikten sonra gazete sahiplerinin sözcüsü Malik Yolaç devrededir ama Doğan Nadi lafa girer:
       - Monşerler biz niye gürültü ediyoruz? Ne yapmış bu çocuklar... Cağaloğlu’ndan Vilayet’e yürüyüp, düşüncelerini söylemişler. Kardeşim onlara karşı biz de kolkola girip yürüyelim, ama biz beş kişiyiz. Promenant yapıyor sanırlar.
       Gülüşmeler başlar, hava yumuşar. Sulh sağlanınca da Kılıçlıoğlu, pişkin pişkin sırıtır:
       - Yılmaer, duydum ki aracınız çalınmış. Onu ben çaldırdım, sattırdım. Simitle çay içeceğim. Görüşmelerden zaferle çıkan sendika başkanı otomobilinin çalındığını unuttuğu için aldırmaz bu lafa. Gazetelerin yeniden çıkması için deklarasyon hazırlanır. Sendikanın hareketinin meşru, bu olaydan dolayı hiçbir gazetenin çalışanına ceza verilmemesi de deklarasyonun ilk maddeleri olur. Gazeteciler bir gün daha “Basın" adlı gazeteyi çıkartmayı sürdürürler. Üstelik yeni ilanlar da gazeteye akmaya başlar ama deklarasyon yaptıkları için “Basın" biter. Ancak Babıali’de de yeni bir dönem başlar!
       Gazeteler yayın hayatına geçtikleri zaman ne gazeteciler işten çıkarılır, ne anlaşmalar feshedilir. Sendika da görevini yerine getirmenin onuruyla daha da güçlenir. Yılmaer’in çalınan otomobili de ne hikmetse sözleşmeden “bir saat" sonra Fatih’te bulunur!

       Onurlu bir yaşam
       Basın hayatına 1945’de Cihat Baban ve Ziyad Ebüzziya’nın sahibi olduğu Tasvir gazetesinde başlayan Hasan Yılmaer hem sıkı gazeteci, hem de işçi haklarının yılmaz savunucusu. Meslekteki duayenimizin Tasvir’le başlayan gazetecilik yaşamı 19 yıl Milliyet’te çalıştıktan sonra Yeni İstanbul, Türk Haberler Ajansı, Hürriyet gazeteleriyle sürer. Bu yayın kuruluşlarındaki görevleri de ya genel yayın yönetmenliği ya da yazı işleri müdürlüğüdür. Milliyet’e girdiğim ilk yıllarda maalesef kendisiyle çalışma zevkini tadamadım. Ancak Abdi İpekçi’nin öldürüldüğü geceden itibaren başlayan dostluğumuz hiç kesilmeden sürdü. Uzun süren söyleşide, özellikle işçi haklarıyla ilgili onur mücadelesini dinlerken “kaybettiklerimizi" düşününce gözlerimden yaşlar aktı.
       Bu meslekte en sevdiğim insanların başlarında gelen “Hasan Abimöle yaptığım sohbette üç kaset, bir kalın defter bitirdim. Yazacaklarım kısıtlı, gerisini siz düşünün artık...

       Gazeteci ilan da okur
       Lisede okuyan, öğleden sonraları da Tasvir gazetesinde çalışan Hasan Yılmaer, Yazı İşleri Müdürü Necdet Baytok’un yanına utanarak girer.
       - Efendim, ben ne yapacağım?
       - Gazeteleri okuyacaksın.
       Yılmaer şaşırır, ama renk vermez. Babıali’de çıkan Tanin, Cumhuriyet, Tasvir, Son Telgraf, Vatan gazetelerini okuduktan sonra Baytok’a tekmil verir:
       - Tüm gazeteleri okudum.
       - Tanin’in başyazarı ne yazmış?
       Delikanlı süklüm püklüm. Demek ki makalelerin de okunması lazım. Değil Tanin’in başyazarı, tüm makaleleri sular seller gibi ezberler.
       Zafer edasıyla Baytok’un yanına gidip, dediği her şeyi yaptığını söyleyince gazeteciliği hakkıyla öğretmeye çabalayan Yazı İşleri Müdürü sorar:
       - Cumhuriyetin ikinci sayfasındaki resmi ilanı okudun mu?
       Gazeteci adayı suçlu suçlu kafasını yere indirir ama o tarihten itibaren gazetelerin nasıl okunması gerektiğini de herkesten çok daha iyi öğrenir.
       Birkaç ay sonra Taksim’deki mezarlıkların başka yere taşınıp, o bölgede opera ve tiyatro binasının (Atatürk Kültür Merkezi’nin olduğu yer) yapılacağını öğrenen Baytok, Yılmaer’e olayı araştırmasını söyler. Genç gazeteci bir koşu Taksim’e gider. Kemiklerin çuvallarla taşındığını görür. Üstelik büyük şair Şinasi’nin mezarının da orada olduğunu öğrenince gazeteye gelip, haberini yazar.
       Yazıyı okuyan Baytok belli ki çok keyiflenir.
       - Bu haberi sen mi, baban mı yazdı.
       Gazeteci adayının başından aşağıya kaynar sular dökülür. Babasının bu haberde işi ne?
       Ertesi günü ilk imzalı haberi H. Y. diye çıkar. Sevinçten çılgına dönen delikanlı gazeteyi gururla cebine koyduktan sonra, herkesin kendisini tanıdığını sanarak Babıali yokuşundan aşağıya kasıla kasıla iner.

       Gazetecilere bayi hakkı!
       Menderes Hükümeti’nin son ayları. Demokrat Parti’nin, herkese, “bizden - karşıdan" diye cephe aldığı bir ortam süregitmekte Türkiye’de. Hele sıkıyönetimin ardından gelen sokağa çıkma yasağı yok mu!.. Bayiler kapalı, halk eve hapsolmuş. Sadece gazetecilerin elinde sokağa çıkma kartı var. Gazete satılacak ama nasıl? Milliyet’in Genel Yayın Yönetmeni Abdi İpekçi ile Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Hasan Yılmaer’in akıllarına parlak bir fikir gelir. Kollar sıvanır ve İpekçi’nin Vosvos’unun arka koltuğuna rotatiften çıkan gazeteler tıka basa doldurulur. Direksiyonda Yılmaer, yan koltukta İpekçi Cağaloğlu’ndan çıktıkları gibi hemen Nişantaşı ve Teşvikiye’ye gidip, bağıra çağıra Milliyet satmaya başlarlar. Sesi duyan halk pencerelere koşup, Milliyet almaya başlayınca yarım saat içinde binlerce gazete tükenir. İki kafadar mutlu mesut; kazandıkları paraları da gazete bayiine verirler. Ertesi sabah Abdi Bey’in odasına giren Yılmaer, masanın üzerinde istiflenmiş para demetlerini görünce dehşete düşer. Yılmaer’in şaşkın halini gören Abdi Bey bıyık altından gülmeye başlar.
       - Hasan biraz önce gazete bayii geldi. Dün gazete sattık ya, bu para da bayi hakkı olarak bize ayrılmış!
       Yılmaer müthiş keyiflenir, iki dost birbirlerine sarılıp öpüşürler. Kendi hakları olan para da Milliyet’teki diğer gazeteciler arasında pay edilir.

       Yeni İstanbul günleri
       Hasan Yılmaer’in tek düşüncesi aynı gazeteden emekli olmaktır ama tatilden döner dönmez 19 yıl çalıştığı Milliyet’ten “onuru uğruna" istifa etmek zorunda kalır. Sadece kendisi değil, yazı işlerinin neredeyse tümü onunla birlikte ayrılır gazeteden.
       Böylesine başarılı bir gazeteci ve ekibi kaçırılır mı? Önce Milliyet’ten ayrılıp, Yeni İstanbul gazetesine geçen Turhan Aytul’dan teklif gelir. Sonra Yeni İstanbul’un patronu onu ve ekibi gazetesine kazandırmak için dil dökmeye başlar. 1969 yılında Milliyet’ten bin 250 lira alırken dört bin liraya yeni gazeteye transfer olur. Yılmaer’in ekibinin içinde, Milliyet’in en baba gazetecileri Dinçer Güner, Ömer Sami Coşar, Nail Güreli, Nezih İzmirlioğulları vardır. Halit Kıvanç ve Turhan Selçuk’un gelişiyle birlikte Milliyet’ten kopanların sayısı 13’e yükselir. Ekip, Yeni İstanbul’da hamle yapmaya girişirken, Milliyet’in Genel Yayın Yönetmeni Abdi İpekçi, Ali Gevgilili ile birlikte gazeteyi çıkarır. Sorumlu Yazı İşleri Müdürü ise artık Hasan Pulur’dur.
       Yılmaer’in başkanlığındaki dinamik ekibin çıkardığı sekiz sayfalık Yeni İstanbul’un tirajı önceleri 60 bin iken ses getiren dizi yazılar yayınlamaya başladıkları zaman bu rakkam 200 bine dayanır. Yeni İstanbul’daki bu güzel işbirliği ise patronun yanlış politikası yüzünden beş ay sonra noktalanır. Uzan’ın aklını çelen Ankara ekibi işin başına geçer ama gazete de tepeteklak olur. Yılmaer’in bundan sonraki yolculuğu Kadri Kayabal’ın sahibi olduğu Türk Haberler Ajansı, ardından 19 yıl 11 ay çalıştığı Hürriyet gazetesidir.

       Basın Yasası onun eseri
       Ustamızın hepimizin üzerinde emeği var. Kıymetini bilemediğimiz 212 sayılı “Basın Yasası" onun evinde hazırlandı. Maddelerin çoğunu hep o yazdı.
       O, 50 yıllık gazetecilik yaşamında başını hep dik tuttu. İşçi haklarını savunmak için gözünü budaktan esirgemedi. Birlikte çalıştığı arkadaşlarına da ihanet etmedi. Mesleğinden hiç kopmayan “Hasan abimiz" şimdi de Dünya gazetesinin “bölgeler koordinatörü." Galatasaray ve Eskişehir Anadolu üniversitelerinde “Basın Ahlakı" ve “Haber Değerlendirmesi" konularında dersler veriyor.
       Aman gençler, ne olur bu derya gazetecinin hiçbir dersini kaçırmayın. Çünkü size mesleğin inceliklerini, etiğini anlatırken hayat dersi de veriyor.

Yazarlar