Editörün Seçtikleri Hiç ders almadık

Hiç ders almadık

24.08.1999 - 00:00 | Son Güncellenme:

Hiç ders almadık

Hiç ders almadık


Japonlar sarsıntıya, biz yıkılmaya alıştık


       Japonya 1 Eylül 1923'te Richter ölçeğiyle 8.3 şiddetinde bir depremle sarsıldı. Bu sarsıntı 100 bin kişinin hayatına maloldu. Tarihteki en büyük depremler arasında yer alan bu faciaya Japonlar "hazırlıksız" yakalanmışlardı. Ancak bu depremden dersler çıkarttılar. Depreme karşı örgütlendiler. İnşaat teknolojisinden, kurtarma çalışmalarına, depremde yapılacak acil işlere kadar bir çok önlem aldılar.
       Aradan 10 yıl geçti. 2 Mart 1933'te bu kez 8.9 şiddetinde bir başka büyük deprem Japonya'yı sarstı. Aradan geçen on yılda Japonlar'ın depremi ne kadar ciddiye aldıkları, kaybedilen insan sayısında ortaya çıktı. Bir önceki 8.3'lük depremde 100 bin kişi zaiyat veren Japonlar bu sefer daha şiddetli bir depremde ölü sayısını 2 bin 990'a indirmeyi başarmışlardı.
       On üç yıl sonra 21 Aralık 1946'da Japonya'da yine 8.4'lük bir deprem meydana geldi. Bu kez ölü sayısı üçte bir daha azalmış, 2 binde kalmıştı.

Enkazdan enkaza

       Depremleri "Takdir - i ilahi" kategorisi içinde değerlendirip, bir depremin enkazı üzerinden kalkmadan diğer depremin yıkıntılarına koşan ulusların yukarıdaki gelişmeyi kavraması kolay değil elbette...
       Aynı şiddetteki iki depremde üçüncü dünya ülkelerinde onbinlerce insan ölürken, Batılı ülkelerde onlarla ifade edilen kayıpların olması da bunu gösteriyor.
       Örneğin tarihimizdeki en büyük deprem olarak kayıtları geçen, 33 bin kişiyi kaybettiğimiz 1939 Erzincan depreminin şiddeti Richter ölçeğiyle 8.0'di. 27 Mart 1964'te Alaska'da meydana gelen 8.4 şiddetindeki depremde ise sadece 131 kişi ölmüştü.
       Az gelişmiş ülkelerde "çok gelişmiş" depremlerin meydana gelmesi rastlantı değil herhalde. Örneğin, 1976'da Guatemala'da 7.5 şiddetindeki depremde 22 bin 778 kişi, 1978'de İran'da 7.7'lik depremde 25 bin kişi, 1988'de Ermenistan'da 6.9 şiddetindeki depremde 25 bin kişi ölmüştü.

Sonuçları önlenir

       Bilimadamları depremlerin önceden tahmin edilemeyeceğini sık sık belirtiyorlar. Ancak deprem kuşağı üzerindeki yerleşim alanlarında önlemler alınabileceğini vurguluyorlar.
       Bu olgunun somut bir örneğini mimar - yazar Aydın Boysan gezi kitaplarından birinde şöyle anlatıyor:
       "1987'de Kaliforniya'da öğle yemeği için deniz kenarında bir lokantaya oturmuştum. Yemeğin ortasında masamın üzerindeki şarabın sallandığını görünce, iki bardak içkiyle nasıl bu kadar sarhoş olduğumu düşünmeye başlamıştım ki, garson kız yanıma geldi, 'geçmiş olsun efendim, şimdi radyo söyledi 7.2 şiddetinde bir deprem oldu' dedi."
       Amerika'da 7.2 şiddetindeki bir deprem ancak masadaki şarap şişesini sallarken, 21 Haziran 1990'da İran'da meydana gelen 7.3'lük deprem 50 bin kişinin hayatına maloluyordu.
       Japonya'nın Tokyo kentinde bulunan İtebukuro Güvenlik Merkezi yapay olarak gerçekleştirdiği 7 şiddetindeki bir depremde neler yapılabileceğini halka gösteren eğitimler veriyor. İtebukuro Güvenlik Merkezi Japonlar'a, deprem sonrasında kullanılmak üzere "deprem çantası" bulundurmalarını sağlık veriyor. Yangına dayanıklı olan bu çantada üç günlük su, yiyecek, el feneri ve radyo konulmasını ve bu malzemelerini el altında tutulmasını öğütlüyor.
       Bunların ne işe yaradığını da 4 Mayıs 1998'de görüldü. Japonya'nın Okinawa Adalarında meydana gelen 7.7 şiddetindeki depremde can ve mal kaybı olmadığı açıklanıyordu.

Kulaklar bilime kapalı

       Zafer Çakıroğlu, Şakir Aydın
       Tarih: 12 Ekim 1998. Yer: Kocaeli Üniversitesi Konferans Salonu. Genç Kocaelililer Derneği'nin düzenlediği Doğal Afet Öncesi ve Sonrası Sivil Savunma paneline katılan Kocaeli Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Jeofizik Mühendisliği Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Uğur Kaynak kürsüde haykırıyor:
       "Fay hattı olarak İnönü Caddesi kesit alındığında kuzeyindeki binalar nispeten güvencede. Ancak kentin güneyindeki eski Körfez alanı, bataklık üzerine kurulan binaların önemli bir bölümü depreme dayanıksız. Dinar'daki gibi bir deprem olsa, bu bölümdeki binaların büyük bölümü yerle bir olur.
       Sonuç: Kaynak'ın uyardığı gibi caddenin güneyindeki binaların önemli bölümü çöktü. Kuzeyi ise depremi hafif atlattı.
       Bilim adamı devam ediyor:
       "Bir ülke düşünün ki, kalkınmak için gerekli ağır sanayiini, en önemli fabrikalarını en tehlikeli deprem bölgelerinde kursun, ulaşım için gerekli otoyollarını fay hattı üzerine kursun. Olacak şey değil. Maalesef Türkiye'de pek çok kural sadece yazılı olarak kalıyor. Osmanlı bile depreme karşı gerekli önlemleri almış, iki katlı dayanıklı binalar inşa etmişti."
       Sonuç: Türkiye ekonomisi derin yara aldı. Fabrikalar durdu. Tüpraş yüreğimizi ağzımıza getirdi. Otoyollar kağıt gibi yırtıldı.

Sil baştan Kobe

Japonya'da 17 Ocak 1995'te meydana gelen merkez üssü liman kenti Kobe olan depremde 6 bin 500 kişi hayatını kaybetti. Kobe depreminde bu kadar büyük can kaybı olmasında kurtarma çalışmalarındaki aksamaların rolü vardı. Çünkü Kobe'nin dar cadde ve sokaklarında kurtarma çalışmaları için gelen araçlar ilerleyemiyorlardı.
       Japonlar kenti yeniden ayağa kaldırırlarken bu olgu dikkate alındı. Yeni yapılar hızla yükseldi. Kent yeni bir deprem olacakmış gibi inşa edildi.
       Bizde ise deprem sonrasında enkaz kaldırılıyor, yeni yapılar ise bir türlü bitmek bilmiyordu. Örneğin 1966 yılında meydana gelen Erzurum'a bağlı Varto depremi sonrasında yapımına başlanan deprem evlerinin tamamlanması tam 33 yıl sürdü. Konutlar o kadar ağır bir tempoda ilerledi ki, yapılar bittiğinde oturulamayacak durumdaydılar. Zaten hak sahiplerinin çoğu ölmüş, konutlar mirasçılara kalmıştı.
       13 Mart 1992'de Erzincan depremi ise Türkiye için aykırı bir örnek oldu. Deprem sonrasında yeniden inşa edilen kent için "Erzincan Kanunu" çıkartıldı. Devlet'in Erzincan'daki birimlerine normalden üç kat fazla ödenek sağlandı.


Yazarlar