Editörün Seçtikleri Senoryoyu düzen yazdı

Senoryoyu düzen yazdı

23.11.1998 - 00:00 | Son Güncellenme:

Senoryoyu düzen yazdı

Senoryoyu düzen yazdı

       KONUSU itibariyle yılın en çok tartışılan filmi olan "Hoşçakal Yarın" için gazetemizde düzenlediğimiz panel, döneme tanık diğer konuklarımız ve yazarlarımız Duygu Asena'yla Ayça Atikoğlu'nun görüşleriyle devam ediyor. Zaman zaman farklı görüşlerin karşı karşıya geldiği ve filmin çekilmesinin gerekliliği noktasında uzlaşan konuklarımız şunları söyledi:

       Fatoş Güney: Kafamdaki Gezmiş
       "Ben 68'li değilim ve 68'li kavramına katılmıyorum. Olayları sonunda yakaladım dolaylı olarak. Benim de kafamda bir Deniz Gezmiş var. Burda konuşulanların dışında farklı bir Deniz Gezmiş. Ben filme gitmeden önce, kafamdaki Deniz Gezmiş'i bulamayacağımı biliyordum. Bunu yakalamak çok zordu. Ancak burada şöyle bir çalışma yapılabilirdi: O da bu filmi yapmaya soyunan arkadaşların daha kollektif bir çalışma yapması gerektiğiydi."

       İsmail Yeşilyurt: Beni aramadılar
       (68'liler Vakfı Müdürü): "Filmin çekim aşaması boyunca Reis Çelik ve Orhan Aydın'dan sadece bir kez faks geldi. O da Bayburt'ta zor şartlar altında kaldıklarıyla ilgiliydi. Ben kendilerine vakıf başkanı arkadaşlar ve yönetim kurulu üyeleriyle konuşarak mekan temin ettim ve bir daha da beni aramadılar. Bunun açıklığa kavuşmasını istiyorum."

       Sevim Belli: Yanlış bulmadım
       "12 Mart çok önemli bir dönüm noktasıdır. Onun için filmde sadece Deniz'lerin mahkemeleri üzerinde durmayı ben yanlış bulmuyorum. 12 Mart'ta Deniz'ler idam edildi. 12 Eylül'de ise bacak kadar çocukların yaşları büyütülerek idam edilmelerine tanık olduk ve biz hale o zihniyetin hakim olduğu bir memlekette yaşıyoruz. 68, Türkiye'de devrimci yaklaşımın damgasını vurduğu geniş bir dönem. Deniz o zaman benim kendi çocuklarımdan daha yakındı bana. Deniz'i anlatmak, Fatoş Hanım da söylediği gibi çok zor bir iş. Dünyanın en iyi rejisörleri bile bir lideri, bir kahramanı tam olarak anlatamıyorlar."

       Bengi Heval Öz: Film çok doğru
       "Bu salonda 90 kuşağı yalnızca ben varım ve yardıma ihtiyacı olan bir gençlik görüyorum. Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesi'nden iki yıl önce mezun oldum. Dil Tarih baskını ve diğer olaylarda da ordaydım. Sanmayın ki yeni kuşak, 68 kuşağından daha ağır kanlı. Ama yaşadığımız dönem, 90 kuşağına farklı problemi yükledi. Malasef Atatürk'e, Allah'a inançtan uzaklaşmış bir gençlik var ortada. Böyle bir gençlik varsa, ucundan köşesinden ufacık bir şeyler yapılıyorsa, bunun içinde bulunmak bence bizler için bir görevdir. Ama genel anlamda bu filmin çekimi çok doğru diye düşünüyorum."

       Berhan Şimşek: Ekonomik nedenler
       "Filmin eksikleri vardır. Daha önce Aydın Çubukçu, Mustafa Yalçıner ile konuştuğumuz dört beş sahne var. Bunlar ekonomik sorunlar nedineyle çekilemedi. Ama Mihri Abi'nin dediği gibi 98 kuşağı olmak da fayda var. Reis'in dediği gibi bu senaryoyu ben yazmadım. Düzen yazdı. Bu hiç kimsenin filmi değil. Denizlerin dediği gibi "tam bağımsız gerçekten demokratik Türiye talep edenlerin" filmi. Yönetmeni Reis de değildir. Bu ülke coğrafyasında yaşayan bütün duyarlı insanlar bu filmin içersinde vardır. Dokuzuncu senfoniyi dinleyerek demokrasiyi getiremeyiz. Filmin bir kanala satışı için yapılan görüşmeler sırasında kanalın genel yayın yönetmeni binanın çaycısını çağırıp, "Deniz Gezmiş kimdir, tanıyor musun?" diye soruyor. "Tanımıyorum" diyor. Ankara galasında da "Fırat" adlı arkadaş Reis'le tanışmak istediğini söyledi. "Can Dündar "Aynalar" belgeselinde bana Yılmaz Güney'i, Reis Çelik'te "Hoşçakal Yarın" da Deniz Gezmiş'i tanıttı."

       Mustafa Kıyıcı: En mükemmeli bile tatmin etmez
       "68 ile ilgili en mükemmel bir film yapılsa bile zannetmiyorum ki bizi tatmin etsin. Reis sanıyorum, bu proje için ilk önce benimle görüştü. O 700 sayfalık senoryosunda büyük katkım oldu. Ben Reis'in klasik sinema çevresinin dışında olduğu için belli bir tepki çektiğine inanıyorum. Bunun dışında Berhan'ın yaş sorunu konusunda ben onu ferahlattım. Çünkü bence Deniz 24 yaşındaydı. Ama 40 yaşında gibi olgun bir görünüme sahipti. Onun dışında bazı sahneleri ben de eleştiriyorum."

       Hale Kıyıcı: Bu film başlangıç
       (17 yaşında idam edilen Taylan Özgür'ün ablası): "Bir insanın yakalanış sahnesinde, silahı elinde sevgilini düşünmesi çok mu garip bir şey? Bu bir devrimcinin yapamayacağı bir iş mi? Biz karı - koca yakalandığımızda ben oğluma dokuz aylık hamileydim. Acıyı yüreğinde yaşamak gerek. Ben Şekibe Abla'nın deyimiyle bu film için "Her şey çok güzel" demek istiyorum. Bu filmi izlerken o acıyı o kadar çok yaşadık ki. Bu ülke böyle 12 Eylül döneminde 17 yaşında çocuklar asıldı. Bu ülkede bir kısmımız hapishanelere tıkıldık. Bir kısmımız da yolunu bulup yurtdışına çıktık. Bir kısmımız da hala ceplerinde çifte pasaport taşıyor. Bu ülkeye nedense hep dışarıdan demokrasi istediler. Bu ülkede sürekli yaşayan bir insan olarak bu bana sürekli itici geldi. 68 kimsenin tekelinde değildir. 68 ilk olarak eteğindeki taşları bir döksün. Bu film belki bir başlangıç."

       Gürbüz Çapan: 68 ruhunu koruyalım
       (Esenyurt Belediye Başkanı, filmin oyuncusu): "Reis arkadaş böyle bir film çekeceğini 89'dan beri söylüyordu. Ben ilk önce bu işin çok ağır ve çok ciddi acılar ve sıkıntılar çekildiği için yapılamayacağını düşünüyordum. Bunları anlatmak bunları filme sığdırmak kolay bir şey değil. Ama o bir Mihri Belli ya da Nazım inadıyla 68'i filme çekmek isteğinde ısrarlı olduğunu söyledi. Ben 68'li değilim. Denizler asıldıktan sonra bildiri dağıtarak 68 ile tanıştım. Bizim filme verdiğimiz katkının temelinde de geçmişi olmayan, onu yargılamayan bir toplumun geleceğinin olmayacağına olan inancımızdı. 68 ruhunu korumak için kim mücadele ediyor ve bir şey yapıyorsa ona her zaman destek vermeye hazırım. Filmde oynamamın nedeni de bir belediye başkanı rolü vardı. Bu rol ya Celal Doğan ya da Doğan Taşdelen'e verilecekti. Onlara bırakmak istemedim. Kendimi daha uygun buldum. Çünkü en dik duran belediye benim."

       Hasan Ataol: Devrimci mesaj
       (Deniz'in arkadaşı, 68'liler Vakfı üyesi): "Filmin bir kere kaba montajlı halini, iki kez de tamamlanmış halini izledim. Ben filme belli kaygılarla gittim. Sonuçta filmden iki sahnesinden çok etkilenmiş olarak çıktım. Veli Yılmaz adlı arkadaşımız "Emirle gelen idam" adlı bir kitap yazmıştı. Denizlerin emirle gelen idam sonucu asıldığını belgelerle kanıtlamıştı. Filmde de Ali Elverdi'nin Denizlerin idamını aldığı emirle verdiği çok iyi vurgulanmış. "Hoşçakal Yarın"ın son sahnesi de cüretkar devrimci bir mesaj veriyor."

       Engin Günay: Deniz iyi anlatıldı
       (Filmdeki kaçırılan adam): "Ben filmde Deniz'in karakterinin, bakışlarının iyi anlatıldığına inanıyorum. Çukurda iken yakalanınca, Berhan'ın yüzündeki soğuk ifade eleştiriliyor. Ama biz o dönem aşık olsak bile bunu belli edemiyorduk. Çünkü devrimci adam, sert olmalı, güçlü görünmeliydi. Filmde ki ifadeyi vermek içindi. Bu arada bir kahramanın savaşının içindeyken de sevdiğini düşünmesi, yüreğinin onunla birlikte olduğunun sinema açısından verilmesi bence çok önemli. "Deniz öyle olmalıydı" sözlerinin ötesinde, böyle olmalıyı vurguluyor film."

       Metin Eşrefoğlu: Bizi aldattılar
       "Ben film çekilmesin diye bir iddia taşımıyorum. Bizden yardım istediler. Bizim de o dönemi birebir yaşayan insanlar olarak bir takım önerilerimiz oldu. Hasan Ataol, Mustafa Yalçıner, Bozkurt Nuhoğlu ile birlikte bizden gelecek her türlü eleştiriyi dikkate alacaklarını söylediler. İlerleyen safhalarda bize verilen sözler tutulmadı. İlk başta senaryo nasılsa, hiç bir değişiklik yapmadan onu filmae çektiler. Bu yüzden bizi aldatmalarını hazmedemedim. Ayrıca film çok yavan. Teknik ve içerik açılarından hatalarla dolu."

       Taşlar döküldü
       Ayça ATİKOĞLU
       "HOŞÇAKAL Yarın Paneli", 68'liler Vakfı, yönetmen Reis Çelik ve oyuncularla bazı eski tüfekleri bir araya getirerek herkesin eteğindeki taşı dökmesini sağladı.
       * Bozkurt Nuhoğlu başta olmak üzere vakıfçılar, ağır eleştirileri ve gergin sinirleriyle dikkati çekti. Nuhoğlu, Gezmiş'in yaşamının bir nehir olduğunu, bunun bir kıvrımının alınamayacağını söyledi.
       ** Panele katılanların tümü filmi teknik ve estetik açıdan yetersiz bulurken, 68'liler genel olarak senaryonun önerdikleri biçimde değiştirilmemesine, Deniz'in yeterince yansıtılmamasına öfkelenmişti. Yine de antiemperyalist tavrı yansıtması nedeniyle filmi destekleme eğilimindeydiler.
       * Mustafa Yalçıner, Fatoş Güney, Sevim ve Mihri Belli "Hoşçakal Yarın"a daha şefkatli yaklaştı. Mihri Belli "Bu filme ancak faşistler karşı çıkar" derken, Türkiye Gazetesi'nin filmi hedef göstermesinin altını çizdi.
       * Panelin ilerleyen saatlerinde sosyalistlerin birbirine yönelik eleştirilerinin arttığı, filme yönelik eleştirilerinin azaldığı gözlendi.
       * Tüm eleştirileri büyük bir sükut ve terbiyeyle dinleyen Çelik, en kısa konuşmayı yaptı ve Hüseyin İnan'ın sözlerini hatırlatarak, "Biz üç - beş silahla her şeyi değiştiremeyeceğimizin farkındayız, sadece bir ışık yakmak istedik demişti. Ben de sadece bir ışık yakıp hatırlatmak istedim" dedi.
       * Bana gelince, Çelik'in iki önemli yanlış yaptığına inanıyorum. İlki 68'ler Vakfı'na gidip icazet almak, diğeri "gerçek bir öyküdür" ifadesine yer vererek filmi belgesel olarak sunmak. Bir sinemacı olarak kendi "devrimcilerini" çekebilseydi, "Deniz sandalyeye öyle oturmazdı, Sinan Cemgil çok yakışıklıydı" gibi eleştirilere maruz kalmazdı. Film 68'liler tarafından o denli belgesel olarak yorumlanmış ki, yönetmenin düş gücünü kattığı tek sahne olan giriş bölümü en çok eleştiriye hedef oldu.
       Özetle Çelik kendi ayağına taktığı çelme nedeniyle "Bu bir Reis Çelik filmidir" diyemedi, ama bu panel Çelik'in solculuğunun, iyi niyetinin onaylanmasıyla sonuçlandı. Yönetmenliğinin tescili için ise bir başka baharı bekliyoruz.

       Duygu ASENA
       BİR yönetmen, filme neden şu sahneyi almadın, bir devrimci yakalanmak üzereyken sigara içerek geçmişteki sevgilisini düşünür mü, niçin sadece mahkeme ve idam sahneleri vardı, niçin kanlı Pazar, işçi yürüyüşü, öğrenci hareketleri yoktu diye eleştirilebilir mi sizce? Yönetmen isterse üç saatlik film yapar, içine yalnızca idam sahnesini koyar. İyi yapar kötü yapar, bu ayrı mesele.
       Sevim Belli dedi ki: (Mihri Belli'nin, eşi konuşurken aldığı sevgi dolu yüz ifadesini hiç unutamayacağım)" Neden mahkeme bölümüne ağırlık verilmiş eleştirisinin üzerinde durmayı yanlış buluyorum. Bir filmde, canlandırılan insanın bütününü en usta yönetmen bile veremez. Bu film 12 Mart gibi meşum bir olayın Deniz'lerin idamıyla doruklara varışının resmedilişidir."
       Mihri Belli
de şunları söyledi: "Bu kadarını ummuyordum, bu koşullarda en iyisini yapmışlar. Eksikler olabilir, örneğin İsmet Paşa Deniz'leri kurtarmak için çırpınmıştır. Ecevit'den ise lehte tek bir demeç yoktur. Bunlar eksik olabilir."
       Fatoş Güney de şöyle söyledi: "Yılmaz Güney ile ilgili pek çok kitap yayımlandı. Çoğu hayal ürünü, sübjektif, herkes kendi Yılmaz Güney'ini anlatmış. Benim de bir Deniz Gezmiş'im var. Filmde bunu bulamayacağımı biliyordum, ama zaten bu çok zor. Bu filmde tartışılan şeyler çok önemli ve bunlara sahip çıkılmalı."
       Bu filmi kim yapsa farklı olurdu. Örneğin ben, benim Deniz Gezmiş'imin filmine başlarken, öldürüldükleri gün, gazetenin başındaki kendi ağlamamla başlardım... Ama böyle başlamadığı için Reis Çelik'i eleştirme hakkını kendimde bulmuyorum.
       Bir sanat olayı izlenirken, o herkesindir. O film benim Deniz Gezmiş'imin, benim Reis Çelik'imin, benim Berhan Şimşek'imin filmi... İyi ya da kötü istediğim her şeyi düşünebilirim. Elbette izleyenlerin sayısı kadar düşünce olacaktır. Yönetmen eleştirilebilir, ama ondan hesap sorulamaz. Denildiği gibi, "hiçbir konu hiç kimsenin tekelinde değildir." 68'liler Birliği Vakfı'nın hassasiyetini anlıyoruz, kızgınlıklarını değil.
       Üç gencin idamdan önce buluşup kucaklaştıkları sahnede ağladım. Filmde imam rolünü oynayan Ahmet Nesin'le gazeteye gelene kadar kendime gelemedim. Sanki o ağladığım sabahı yeniden yaşıyordum. Deniz'lere nasıl bir haksızlık edildiğini bugünkü gençlerin de görmesi gerekmez miydi? İşte şimdi görüyorlar. Berhan Şimşek'e katılıyorum, dedi ki: "Bu film tam bağımsız ve demokratik Türkiye isteyenlerin filmidir."
       Filmin içinde yer alan benim insanlarımı çok sevdim. İyi ki Milliyet gazetesi bu paneli yaptı da Hoşçakal Yarın filmi aklandı.
      
Birsen ALTUNTAŞ
       MİLLİYET'in bütün taraflarıyla masaya yatırdığı "Hoşçakal Yarın" filminin sınıfı geçmesi Deniz Gezmiş'in babası Cemil Gezmiş'i yumuşatmadı. Gezmiş, "Perdedeki benim oğlum değil" dedi. "Hoşçakal Yarın"ı tamamiyle reddeden Gezmiş, şöyle konuştu: "Benim onayımı almak için bir senaryo getirdiler. Okudum, çok tutarsızdı. Beğenmediğimi görünce beni bırakıp avukat Halit Çelenk'ten yardım istediler. Deniz'in birinci derece varisi olduğum halde beni dışladılar."
       Perdede gördüğü kişinin oğlu Deniz Gezmiş'le hiçbir ilgisinin bulunmadığını öne süren baba Gezmiş, filmde maliyetten kaçmak için hep kapalı mekanların kullanılmış olduğunu vurguladı. Oğlu ve arkadaşlarının "Anayasa'yı tadil ve ilgaya teşebbüs"ten yargılandığını hatırlatan Gezmiş şöyle devam etti:
       "Bu gençler çoğu Hukuk Fakültesi öğrencisi, hukuku savcıdan daha iyi bilen çocuklar. Savcı da çocukların bilgisi karşısında "Ben toplumcu, milliyetçi bir savcıyım" diyerek faşist kimliğini açıklıyor, çocukları marksist - leninist olmakla yargılıyor. Bu konu işlenerek `Bu mahkemeden adalet beklenebilir mi' sorusunun sorulması gerekirdi. Böyle bir film bir 50 yıl sonra belge olarak nasıl kullanılabilir?"





Yazarlar