AIDS ölümcül değil, kronik bir hastalıktır!

Ülkemizde ve dünyada giderek yayılan AIDS hakkında, toplumun her kesiminde, farkındalık yaratılması ve toplum sağlığı açısından herkesin bilinçlendirilmesi gerekmektedir. Bu konuda röportaj yaptığım İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları Anabilim Dalı Klinik Mikrobiyoloji Öğretim Üyesi Prof. Dr. Atahan Çağatay, “Dünyada HIV-pozitif olduğunu bilen ve bilmeyen iki grup var. Elimize ulaşan araştırma sonuçlarına baktığımızda, Avrupa’da %30 hastanın hâlâ HIV pozitif olduğunun farkında olmadığını görüyoruz. Bu nedenle, hayatında riskli davranışlarda bulunmuş kişilerin testleri yaptırmasını tavsiye ediyoruz. Günümüzde AIDS ölümcül değil kronik hastalıklar kategorisine girmektedir ve sağlık kurumlarına başvurmakta kaygı duyulacak bir durum yoktur.” dedi.

Haberin Devamı

AIDS hakkında sorularımı cevaplandıran Prof. Dr. Atahan Çağatay, AIDS ile ilgili merak edilen teşhis ve tedavi süreçlerinden de bahsetti.

AIDS nedir?

AIDS , "Edinsel İmmün Yetmezlik Virüsü" olarak tanımlanan virüsün bağışıklık sistemini etkileyerek hastalık oluşturması halidir. “Sendrom” olarak tanımlanmaktadır.

AIDS ile ilgili Türkiye’de ki istatistiksel veriler nasıl? Hastalık yayılma hızı nasıl seyrediyor? Dünya ile karşılaştırdığımızda bize özel bir durum mevcut mu?

Son rakamları ortaya koyacak olursak Türkiye’de AIDS vakalarının 2015 yılının ilk 6 ayı içerisinde 9.300’ü geçtiği görülmektedir. Son dönemde yıllık yaklaşık 1.700-2.000 yeni vaka olarak insidansa sahip olduğunu gözlemlemekteyiz. Türkiye, eskiden beri yakın coğrafyadaki komşularıyla, müslüman ülkelerle ve batıyla kıyaslandığında AIDS vakalarında düşük rakamlara sahip durumdaydı. Türkiye, diğer ülkelere göre sayısal oran olarak hep düşük olarak ifade edilmekteydi. Türkiye’de AIDS hastalarının sayısal azlığı nedeniyle bu konuda büyük çapta bir kampanya da yapılmadı. Son dönemde Sağlık Bakanlığı ve Dünya Sağlık Örgütü'nün veri tabanlarındaki hastalar incelendiğinde bir artış söz konusu. Bu artışın bir sıçrama özelliği göstermesi nedeniyle kendi ölçeğinde ciddi bir artış olduğunu söyleyebiliriz. Dünyada bu hastalıkla mücadelede, yukarı doğru çıkan trendin eğimini kırmak, düzleştirmek gerekmektedir. Yer yer başarılı olan ülkeler vardır fakat Türkiye henüz bu durumda değildir. Türkiye’nin son senelerdeki hasta sayısını yüzdeye vurduğumuzda önemli bir artış olduğunu söylemek yanlış olmaz fakat Türkiye’yi diğer ülkeler ile kıyasladığımızda yoğun bir hasta nüfusumuz olduğunu da söyleyemeyiz.

Haberin Devamı

Nasıl bulaşıyor?

AIDS, ülkeden ülkeye değişen bulaşma profili göstermektedir. Türkiye’de ise cinsel yolla bulaşma tablosu ile öne çıkmaktadır ve %90 oranında cinsel yolla bulaşmaktadır. İkinci sırada ise madde bağımlılığı gelmektedir. Ortak enjektör kullanımına bağlı olarak bulaşan virus Avrupa’da da Amerika’da da büyük bir hasta grubunu temsil etmektedir. Bunun haricinde anne farkında değilse, farkında olup uygun tedavi almamışsa, farkında olup tedaviye yeni başlayıp etki için yeterli süre geçmediyse anneden bebeğe geçebilir. Bazı HIV-pozitif hastalar iyi taranmadığı takdirde HIV-negatif hastalara organ nakli ile hastalığı geçebildiği vaka bazında da olsa mümkündür. AIDS’in bulaşması için kan teması gereklidir. Kan transfüzyonu da önemli bir bulaşma mekanizmasıdır. Kan bankaları kanları taradığı için bu tarz riskler oldukça düşüktür. HIV virusu sağlık çalışanlarının kanlarla teması, iğne batması, hastalara cerrahi müdahale yapılması ile de bulaşabilir.

Haberin Devamı

Bireyler nasıl korunabilir? Nelere dikkat edilmeli?

Türkiye'deki hasta profili açısından bakıldığında kişiler, hastalığın cinsel yolla bulaşıyor olması konusunda uyarılmalıdırlar. Bu konuda tek eşlilik veya ilişkiye girildiğinde prezervatif kullanılması tavsiye edilmektedir. Tek eşlilik ve prezervatif kullanımı cinsel yolla bulaşma açısından HIV’i önlemek için etkili bir yöntemdir. Banka kanları tarandığı için önlem almaya gerek yoktur. HIV-pozitif yakınları olan bireylerin, HIV- pozitif olan kişinin kan ve vücut sıvılarıyla temas ederken dikkat etmeleri gerekmektedirler. Madde bağımlılığı ise onaylanan bir davranış değildir ama bir hastalık olarak bakıldığında ortak enjektör kullanımına dikkat edilmeli, kullanılmamalıdır.

HIV enfeksiyonunun belirtileri nelerdir? Belirtiler ne kadar süre sonra görülmeye başlar?

HIV virüsü, tüm virüs ve mikro organizmalar gibi belli bir kuluçka dönemi yaşar. Kuluçka dönemi sırasında bir belirti olmaz. Virüsün kendine göre bir haftadan daha uzun sürelere uzayan bir kuluçka dönemi vardır. Bu kuluçka döneminden sonra antijeni vücutta belirir ve hedeflediği bazı organlara doğru ilerler lenf bezleri, kanda eğilimi olan hücreler gibi ve bu bölgede tuttuğu kan hücrelerine etki ederek onları azaltmaya bazı hücreleri de arttırmaya yönelik tepkimeler oluşur. Bu dönemde kişiler kendilerini basit viral infeksiyon geçiriyormuş gibi hissedebilirler. Grip vbg. tablolar gözlenebilir. Kişinin boğazı ağrıyabilir, ateşi çıkabilir, lenf bezleri şişebilir hâlsizliği olabilir ve doktora grip oldum diye gidebilir. Doktor ise bu konuda ek inceleme yapma gereksinimi duymayabilir ve o kişi, bu tabloyu grip hastalığı gibi atlatır. Hastalık, alınan virüsün yoğunluğuna, virüsün yüküne ve kişinin direncine bağlı olarak bir latent döneme girebilir. Bu latent dönemi 10 yıla kadar uzayabilir veya sessiz kalabilir ya da birkaç ay sonra ufak belirtiler vererek kendini göstermeye yönelebilir. Virüs alındıktan 2 - 3 hafta içerisinde, kuluçka dönemi bittikten sonra viral enfeksiyon belirtileri yapabilir. Sonraki süreçlerde ise tutunduğu organa yönelik belirtiler ile kendisini gösterebilir.

HIV enfeksiyonu olduğundan şüphelenen bireyler nereye başvurabilir?

HIV enfeksiyonu, bir enfeksiyon hastalığıdır, hastaların her koşulda her ülkede Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanlarına başvurmaları gerekmektedirler. Tüm hastanelerde öncelikle Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanlarına başvurduktan sonra daha üst inceleme yapacak merkezlerle bağlantıya geçebilirler.

Sağlık kurumuna başvuru yapıldıktan sonra ki süreç nasıl işliyor?

Hastadan öncelikle hikâye alınır ve testler istenir. O testler, HIV virüsüne yönelik testlerdir. Bu testlere “tarama testi” adı veriyoruz. Sonrasında ise doğrulama testi yapılır ve hastaya tanı koyulur. Burada dikkat edilmesi gereken hasta özgün olmayan şikâyetlerle doktora başvurabilir. Hiç kimse ben “HIV” enfeksiyonuna sahibim diye hekime başvurmaz. Hasta, ben kilo kaybediyorum, öksürüyorum, sarılık hastası oluyorum diye gelebilir. HIV virüsüne eşlik edebilecek klinik tablodaki hastalardan HIV testi istenerek tanıya gidilir. Bazen hastalar ilerlemiş aşamada da gelebilmektedir.

Tanınma veya fişlenme endişesi ile bir sağlık kurumuna başvurmaktan çekinen hastalar olabilir. Bu hastalar için genel uygulamayı anlatabilir misiniz?

Tüm yasalar hasta haklarını korumaya yöneliktir. Şu an hasta verileri sistemden hekimler bazında görülebilir durumdadır. Hastaların bu konuda bir endişe duymadan hekimlere başvuru yapması gerekir. Dolayısıyla hasta hakları hastanın hiçbir verisinin hiçbir koşulda paylaşılmasını mümkün kılmamaktadır.

Evde yapılabilen AIDS testleri hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bu testler ile ilgili olumlu düşünmüyorum. Çünkü test sonuçları ile hasta direkt yüzleşiyor. Bu testler çok basit uygulanmaktadır. Hasta parmağından kan alarak KİT üzerine koymakta orada pozitif veya negatif olarak sonuç vermektedir. Kişi böyle kronik bir hastalığı kendi başına öğrenmesi o anki psikolojik durum bilinemeyeceği için sakıncalı bir durum doğurabilir. Bu tarz durumlarda hasta hekime başvurmalıdır. Bazı durumlarda yalnızca bu hekimler yetmeyebilir bir psikiyatrist veya psikolog eşliğinde tanı hastayla paylaşılır. Bu testler %85 , %90 oranında bir duyarlılığa sahiptir. Yani bu hastalar %10, %15 oranında yalancı pozitiflik gösterebilmektedir. Kişi hasta olmadığı halde hasta olduğunu düşünebilir. Bu tip riskler taşıdığından ev de yapılan bu testleri faydalı bulmuyorum. Yapılması gereken bir sağlık kurumuna başvurmak olmalı.

Tedavi süreci nasıl?

Türkiye’de HIV için kullanılan ilaçlara biz antiretroviral ilaçlar diyoruz. Antiretroviral ilaçlar, farmakolojik olarak altı ayrı sınıfta tanımlanmıştır. Ülkemizde bu ilaçlar, tanı koyulduktan ve hasta raporu çıktıktan sonra devlet tarafından karşılanmaktadır. Dünyada HIV ile ilgili tedavinin ne zaman verileceğine dair bazı klinik ve laboratuvar göstergeler tanımlanmıştır. Son dönemde bu hastaların tedavisi ile ilgili özellikle Amerika’daki DHHS Amerika Sağlık Bakanlığı’nın hastalar için hazırladığı kılavuzlar önemlidir. DHHS’nin AIDS ile ilgili kılavuzunda “hastaları gördüğünüz yerde tedavi edin” tavsiyesinde bulunmuştur. Avrupa AIDS kılavuzunda da bu yönde bir eğilim başlamıştır ve yakın zamanda bu kılavuzun da “gördüğünüz yerde tedavi edin” yaklaşımını savunacağını tahmin ediyorum. Türkiye’de de hekimlerin bir kısmı yaklaşık bir yıldır hastaları, tanı koyulduğu andan itibaren tedavi etmektedir. Bende bu grup içindeyim. Bir diğer kısmı ise bazı laboratuvar ve klinik parametrelerin oluşması durumda tedavi önerisinde bulunmaktadır.

Bireye derhâl ve erken tedavi verilmesinin dayanağı, erken tedavi gören hastaların birçok AIDS ile ilişkili ve AIDS’ten bağımsız komplikasyonları daha nadir göstermeleri ve tedavide daha başarılı sonuçlar alınmasıdır.

Kişiye göre farklılık gösteriyor mu?

Tedavi süreci kişiye göre değişiklikler göstermektedir. Çünkü hiçbir ilacın yan etkisi olmadığını söyleyemeyiz. Her ilacın yan etkisi vardır. Bunların da yan etkileri uzun ve kısa vadeli olmak üzere ikiye ayrılır. Kısa vadeli yan etkileri, önlemlerle, öngörülerle hastayı hazırlayarak çabuk atlatmaktayız. Bu durum hastaların tedaviyi bırakmalarını önleyecek bir tedbir olmaktadır. Erken dönemde yan etkilerden dolayı tedavi bırakmak, çok düşük bir yüzdeye sahiptir. Tabii uzun vadede yan etkileri olabilmektedir. Örneğin; Yaşlı bir hasta için kalp hastalık oranlarını arttıracak türde ilaçlar vardır. Bu ilaçların, bu risk grubundaki hastalara verilmemesine dikkat etmek gerekir. Gebelere ise ayrı gruptan ilaçlar vermekteyiz. Hasta bazında her ilaç ayrı ayrı değerlendirilmekte ve ona göre bir tedavi seçeneği oluşturulmaktadır.

Tedavi süresince kişinin günlük hayatını nasıl etkiliyor? Tedaviyi etkileyecek nelerden uzak durulması gerekiyor?

Tedavi süresinde kişinin hayat düzeninde bir değişiklik olmuyor diyebiliriz. Hatta eski dönem ile kıyaslandığında, hayat kalitesinin arttığından bahsedebiliriz. Türkiye’de ilk AIDS tedavisi başladığı dönemlerinde hasta, oldukça yüksek sayıda tablet yükü ile tedavi ediliyordu. Bu ciddi bir anlamda konforsuzluktu. Hayat kalitesinde azalma, hastalığı daha da çok saklama gibi sorunlar vardı. Günümüzde uygulama tek veya iki tabletli rejimlere dönüşmüştür. Bunlar, kullanılabilmesi mümkün olan sayıda ilaçlardır. Hastalar tarafından bizlere şu sorular sorulmakta; Haftada bir de olsa alkol alabilir miyiz? Sigara içebilir miyiz?

Bazı durumlarda bunlar serbest bırakılabiliyordu ama yurt dışında alkolün serbest kullanıldığı ülkelerde HIV-pozitif olan bir bireyin, alkolü hayatından tamamen çıkarılması istenmektedir. Bu nedenle alkol ve sigara alınmaması, görünen diğer ek hastalıkların görülmesini azaltmak için gereklidir. Diğer dikkat edilmesi gereken ise besinlerdir. HIV tedavisinde kullanılan bazı ilaçların, bazı besinlerle ve belli bir kalori rejiminde alınması gerekiyor. Hastalara, tedavilere ek olarak, alması gereken besinleri veya aç karnına almaları gereken besinleri söylüyoruz.

Türkiye’deki tedavi koşulları nasıl? HIV enfeksiyonlu birinin tedavisinde devletin tedaviye katılımı nasıl?

Türkiye’de bu hastalığın tedavisi, tamamen devlet tarafından karşılanmaktadır. Tüm dünyanın kabul ettiği HIV kılavuzlarında önerilen ilaçların önemli bir bölümü ülkemizde de vardır. Ayrıca yeni ilaçlarda gelmektedir. Devlet, bu ilaçların tamamını, hastanın raporu çıktığında karşılamaktadır. Bazı zor ve dirençli vakalarda Türk Eczacılar Birliği ve Sağlık Bakanlığı ilaç departmanları ile yazışmalar yaparak, ilaç formları hazırlayarak ilaçları getirtip kullanıyoruz ve devlet bunu ödüyor.

Tedavi süreciyle ilgili yeni gelişmeler neler?

İlaç alanında yeni tedaviler var. Tedavideki teknolojik gelişmeler ve ilaç sayılarının tek tablete düşmesi, o ilaçların tek molekül içerdiği anlamına gelmiyor. Bunlar kendi içerisinde iki, üç, dört ilaç içerebiliyor. Teknoloji artık bu ilaçları bizlere kombine olarak sunuyor. Tek tablet ilaçlar, diğer tedavilerle etkileşim açısından daha az zaafı olan ilaçlardır. Bu yüzden de bu ilaçların teknolojik olarak hazırlandığını ve hastalarımızda kullanmaya başladığımızı söyleyebiliriz.