Narin cinayetinde şimdilik baş zanlı konumunda görünen amca Salim Güran, 2 Eylül’de verdiği ifadede WhatsApp kayıtlarını Narin’in babasının ahırında yakalanan 380 mermi nedeniyle sildiğini söylemişti.
Aradan 11 gün geçti, tekrar ifadesi alınan Salim Güran, WhatsApp’ı hayat kadınlarıyla görüşmesi olduğu için sildiğini iddia etti.
Bu iki gerekçeden hangisi doğru bilmiyoruz, Narin’in babasının ahırında 380 mermi ne zaman yakalandı, ne işlem yapıldı, onu da bilmiyoruz.
Diğer önemli isim, Narin’in cesedini saklayan Nevzat Bahtiyar’ın ifadelerinde de çok sayıda çelişki var.
Fakat baz analizleri Nevzat Bahtiyar’ın söylediklerini doğrular nitelikte ve hikayedeki detaylar değişse de Nevzat Bahtiyar her versiyonda Narin’in cesedini amca Salim Güran’dan aldığı konusunda ısrar ediyor.
Salim Güran gerçekten Narin’in katili mi, yoksa aile kararıyla suçu örtmekle görevlendirilen kişi mi, gerçek katil bir başkası mı, tüm senaryolar üzerinde çalışılıyor.
Geldiğimiz noktada susan ya da yanıltıcı ifade
*Toplumsal hafızanın zayıf olduğu ülkelerde, sosyal medya yalanlarının ve spekülatif haberlerin alıcısı çok olur. Son bir haftadır Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler’in durumuyla ilgili yaşadığımız gerçek de tam olarak bu işte.
*Ortalıkta dolaşan “Bakan Güler, teğmenlerin yeminine destek veriyor.”, “Bakan Güler istifa etti” yolunda ortada dolaşan bilgilere itibar etmememizi gerektiren iki unsur var.
*Birinci unsur, Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler neredeyse bir haftadır yurt dışında.İkincisi, Bakan Güler, devam eden hukuki süreçleri etkilememek adına hiç konuşmamayı tercih eden birisi. Hatırlayın, 10 Kasım’da Piyade Okulu’nda yaşanan kavgadan sonra da konuşmamıştı. Bugün yakın çevre, dönem arkadaşı, uzak akraba, kim konuya dair Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler ile konuştuğunu söylüyorsa, yalan söylüyor demektir.
*Günlerdir Bakan Güler ile konuşmaya çalışıyorum. Bunu başaramadım ama Milli Savunma Bakanlığı’na iddiaları sorduğumda aldığım yanıtları aynen veriyorum:
İDDİALAR VE CEVAPLAR:
İD
Adını koymamız lazım:
Kahraman- maraş’ta su isteyen ve ardından çıkan tartışmada öldürülen adam, İstanbul’da ekmeği bir lira ucuza sattığı için rakip market sahibinin öldürdüğü baba ve kızı,
Yine İstanbul’da yanından ayrılıp ayrı dükkan açan kişiyi “Müşterilerimi çalıyorsun” diye öldüren tamirhane sahibi...
Narin’in katledilmesi ya da Tekirdağ’da çocukların cinsel saldırısına uğrayan 2 yaşındaki bebeği de listeye ekleyince ortaya bir tablo çıkıyor:
Bu yaşadığımız şeyin adı şiddet salgını...
Şiddet salgınının nedenleri:
*Çoğu insan cezaların caydırıcı olması için mümkün olduğunca ağır olması gerektiğine inanır. Oysa hukuk bilimi açısından durum farklı.
18.Yüzyıl’da yazdığı kitapla, İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi ve modern ceza hukukuna büyük katkılar sağlamış, İtalyan hukukçu ve filozof Cesare Beccaria Bonesana, suçların önlenmesinde cezanın ağırlığının değil, mutlak olmasının önemine dikkat çeker. Yani insanları suç işlemekten alıkoyan davranış, cezanın ağır o
Dört imam ve tüm devlet protokolü vardı Narin’in cenazesinde.
Minnacık mezarının üzerindeki çiçeklere kadar düşünülmüştü.
Çocuklarımıza son görevlerinde gösterdiğimiz özeni yaşarken neden gösteremediğimiz geliyor önce insanın aklına.
Sonra Narin’in minnacık bedenini dereye saklayan adamın ifadesine bakıyorum.
Muhtar olan amcadan korktuğu, onun adamları olduğu için verdiği ilk ifadede suçunu itiraf etmediğini söylüyor.
Kim bu amcanın adamları, güçleri nereden geliyor?
Bir çelişki, böyle adamları varsa amca Narin’in cesedini saklaması için neden bir köylüden yardım istiyor?
Bugün sokağa çıkıp bir anket yapsak ve şu soruyu sorsak:
“Bol paralı bir yaşamın olacak, bedeli de 10 ay hapiste yatmak olacak, kabul eder misin?”
Bu soruya evet yanıtı verecek binler, onbinler değil, milyonlar var artık.
Bunu bilmek katıksız bir mağlubiyet hissine yol açıyor insanda.
Kişilerin adlarının Dilan ya da Engin Polat olmasıyla alakalı bir durum değil yaşadığım mağlubiyet hissi.
Namuslu ve yasalara uygun bir hayat sürmenin neredeyse aptallık sayılması canımı yakıyor.
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi, Diaspora Kürtleri Federasyonu’nun, Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkının uygulanmadığı iddiasıyla Lozan Antlaşması hakkında yaptığı başvuruyu kabul etti.
Terör örgütü ve örgüte yakın duranlar bu gelişmeyi Lozan Antlaşması sorgulanacak gibi duyurdular ama gerçekte olan Komite’nin başvuruyu usul yönünden incelemek adına bir başvuru numarası vermesinden ibaret.
Başvuruda bulunanlar da Komite’nin Lozan Antlaşması’nı değiştirmek gibi bir yetkisi olmadığını biliyorlar ama umutları, haklarının çiğnendiği iddialarının hazırlanacak bir rapora girmesi.
Türkiye’de başlayan ve iç hukuk yolları tükendiği için Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi’ne bireysel başvuru kapsamında götürülmüş bir dosya ve dediğim gibi alınan bir başvuru numarası hikayenin başı ve sonu.
Ancak bu noktada hem bu Diakurd’u hem de Almanya’nın Kürt ırkçılığını mutlaka konuşmamız gerekiyor.
★ ★ ★
DiaKurd, Ocak 2022’de, İsveç’in başkenti Stockholm’de kuruldu.
36 Osmanlı Padişahı’ndan 12’sinin tahtlarını darbe sonucu kaybettiği bir coğrafyada yaşıyoruz.
Fatih Sultan Mehmet dahil, darbe girişimi yaşamamış Osmanlı padişahı yok.
İnanmayanlar, Osmanlı tarihiyle son derece barışık bir isim olan Erhan Afyoncu’nun da yazarlarından birisi olduğu Osmanlı İmparatorluğu’nda Askeri İsyanlar ve Darbeler kitabını okuyabilirler.
Yazıya bu bilgiyle girmemin sebebi, çok sık yapılan Osmanlı-Cumhuriyet mukayesesi değil.
Cumhuriyet, Osmanlı döneminde kullanılan bayrakla yoluna devam etmişken, tarihimizin bir kısmını sevip diğer kısmını sevmemek saçma geliyor bana.
Türkiye, günlerdir mezuniyet törenlerinde “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diye slogan atan genç teğmenleri tartışıyor.
Kurulan övgü ve yergi cümlelerine bakıyorum, hiç 22 yaşında olmamış, hiç mezuniyet sevinci yaşamamış insanlar gibi davranıyoruz.
*Bir marka, bir tüzel kişilik üzgün olabilir mi diye düşünmeyin, elbette olabilir. Milliyet’in kağıt üzerine basılı halini hazırlayan kadro olarak bazen bir yol arkadaşımızın hastalığı ya da yaşadığı sorun, bazen de mesleğimiz adına üzgün olabiliyoruz.
Sayfadaki fotoğrafa dikkatli bakmanızı rica edeceğim. Geçen hafta manşete çektiğimiz taksiden pahalıya gelen servis ücreti haberimizin ekranlardaki yansıması gördüğünüz şey. Haberimiz 25’ten fazla kanalda ekrana geldi ama bu haber Milliyet Gazetesi’nin özel haberidir diye kaynak gösteren kanal sayısı bir elin parmaklarını geçmedi. Medya olarak işimizin bir parçası yapılan haksızlıkları, adaletsizlikleri kamuoyu adına takip etmek ya, takipçisi olduğumuz şeyi meslektaşlarımız yapınca Milliyet’in üzgün hali çıkıyor ortaya.
*Bu hafta adımız anılmadan kullanılan sadece taksi-servis ücreti mukayesesi yaptığımız haber olmadı. Lise talebeleri arasında hızla yayılan elektronik sigaranın akciğerlere verdiği hasarı anlatan haberimiz, Galatasaray’da halen ödenmeyen şampiyonluk