10.01.2004 - 00:00 | Son Güncellenme:
mailto:dsipahi@milliyet.com.tr
DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit, İzmir'in de aralarında bulunduğu sekiz ilin belediye başkan adaylarının isimlerini açıkladı.
DSP'in İzmir'deki tercihi Yüksel Çakmur oldu.
Ecevit'in açıklamasına önce sessiz kalan Çakmur, ardından yazılı bir yorum yaptı.
Ve aynen şunları söyledi.
"Türkiye'nin bugün içinde bulunduğu koşullarda çağdaşlığın, uygarlığın, aydınlığın simgesi olan, daha önce de görev gördüğüm İzmir'de Sayın Ecevit tarafından belediye başkan adayı olarak gösterilmem benim için onurdur. Daha önce Sayın DSP İzmir İl Başkanı ve yöneticilerine Ecevit'in katkılarıyla, engin birikimiyle, birliktelik sağlanmasının yararlı olacağını belirttim.
Yaşadığımız ortamda, DSP İzmir İl Başkanı ve yöneticilerinin benimle yaptığı temasta, İzmir'i kucaklayan birliktelik sağlandığında, aday olmamın ancak o zaman düşünülebileceği söz konusu olmuştur. Görüşmeler bu temel üzerinde sürmektedir."
Çakmur'un koşulu YTP, SHP ve DSP'nin birlikte oluşturacağı bir sol koalisyondu.
Çakmur, deneyimli bir politikacı...
Gençlik ve Spor Bakanlığı, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı yapan Çakmur; hem bakanlığı, hem de belediye başkanlığı döneminde iz bırakan bir kişi oldu. Peki bugün rüzgar nereden esiyor?
Önce şunun şunun cevabını vermemiz gerekiyor.
YTP, SHP ve DSP'nin yerel seçimlerde işbirliği yapması, gerçek anlamda bir sol ittifakın kurulmasına mı geliyor?
Son seçimler solun adresi olarak CHP'yi gösteriyor.
Bu konuda Kemal Derviş'in zaman zaman çıkışları oldu ve bu partileri CHP çatısı altında birleşmeye çağırmıştı.
Ancak geçen bu süre gösteriyor ki; bu ittifakı yaratmak mümkün değil. YTP, SHP ve DSP'nin Türkiye genelinde bir araya gelmesinin zorlukları bulunuyor.
Ancak bu işbirliği İzmir özelinde biraz daha kolay gibi görünüyor.
O yüzden bu açıklamaya rağmen İzmir kamuoyu Çakmur'un DSP'den adaylığını kesin gözle bakıyor. AKP'nin kısa bir süre sonra üç büyük şehir başkan adaylarını belirleyip kamuoyuna açıklaması bekleniyor.
İbre Işılay Saygın'ı gösteriyor.
Ancak AKP için de İzmir'in ayrı bir önemi bulunuyor.
AKP Genel Merkezi İstanbul ve Ankara'yı garanti görürken, İzmir için aynı yorumları yapamıyor.
Çünkü İzmir'de seçimi kazanmak gerçekten zor.Kentin insan kaynağı, kendine özgü dengeleri Türkiye genelinde oldukça kuvvetli esen iktidar rüzgarını burada imbata dönüştürüyor.
İzmir'in sosyal demokrat ağırlıklı seçmen yapısına sahip olması; AKP'nin de her kesimden oy alabilecek bir adaya yönelmesini zorunlu kılıyor.
O yüzden parti tabanı Saygın'a tepki duysa da; Işılay Hanım'ın sol dahil her kesimden oy alabilecek bir isim olması AKP'nin şansını artıracaktır.
Çakmur'lu DSP'nin SHP ve YTP'nin desteğini almasına rağmen seçimi kazanması oldukça zor. Anketler gösteriyor ki; son genel seçimlerden bugüne seçmenin tercihlerinde pek fazla değişen bir şey gözükmüyor. Yerel seçimlerde her ne kadar adayın gücü etken olsa bu tek başına yeterli olmuyor. DSP, YTP ve SHP'nin oylarında büyük değişiklikler olmadığına göre bu partilerin bir sıçrama yapmasını beklemek de gerçekçi olmayacaktır.
Ancak Çakmur isminin bilinirliliği ve kişisel oyu da gözardı edilmemelidir.
DYP, MHP ve Genç Parti'nin de adayları belli olduktan sonra daha sağlıklı yorumlar yapılabilir ama...
Gözüken o ki; hem sağ, hem de sol oylar bu seçimde de bölünecektir.Metropol belediye başkan adayları da en az büyükşehir kadar seçimin kaderini değiştirecektir.
Son söz...
Çakmur'lu DSP belki seçimi kazanamaz ama seçimin galibinin belirlenmesinde önemli etken olabilir.
BİR BAŞKA GÖZLE
Bir arkadaşım katıldığı bir eğitimden sonra bizi ziyarete gelmişti. Sıcak bir ortamda bir şeyler içerken sohbete de çoktan başlamıştık. Bize, o gün eğitim sırasında dinlediği bir hikayeyi nakletti...
"Ormanın birinde bir grup işçi ağaç kesiyorlarmış. İçlerinden biri çok daha disiplinli ve istekliymiş. Vaktinde gelir, iş bitmeden de gitmezmiş. Sadece işini yaparmış, dedikoduya hiç girmezmiş. Mola ve öğle paydosları dışında durmazmış. Doğal olarak da herkesin kestiğinden daha fazla odun kesermiş. Patronun herkese örnek gösterdiği bir kişiymiş.
Günlerden bir gün, aralarına yeni bir işçi katılmış. Bu işçi mesaiye geç gelirmiş, erken gitmek için fırsat kollarmış hatta aralarda bir süreliğine ortadan kaybolurmuş.
Çalışırken de etrafındakilere takılıp şakalar yaparmış. Ancak gün sonu işler kontrol edilirken bakmışlar ki, örnek işçinin yaptığından daha fazlasını yapmış.
Tabii herkes şaşırırmış. Ertesi gün yine bir şey değişmemiş.
Mesai sonrasında kontroller yapılmış; sonuç değişmemiş. Kaytaran, örnek işçiden daha çok iş çıkarmış. Homurdanmalar başlamış, tesadüf demişler. `Nasıl olur da geç gelip erken giden, hem de aralarda ortadan kaybolup kaytaran birisi, düzenli çalışan örnek işçiden daha fazla iş çıkartabilir' diye yorumlar yapılmış. Örnek işçi bir fırsatını bulup yeni gelenin yanına yaklaşmış ve sormuş. `Nasıl oluyor da benden daha az çalışıp daha çok üretiyorsun. Aralarda kaytarıp nereye gidiyorsun?' demiş. Cevap, 'Ben ortadan kaybolduğumda baltamı biliyorum' şeklinde olmuş..."
Bu hikaye üzerine iş yönetimi, eleman çalıştırma, motivasyon, performans gibi konularda başka bir şey söylenebilir mi?
Baltaları bilemek gerek, durmaksızın çalışmak insanı köreltiyor; ara verip baltaları bilemek gerekiyor. Dinlenmek gerek, belki dikkati başka yöne verip sonra tekrar devam etmek gerek.
Baltaları bilemek...
İşini ne kadar iyi yaparsan yap, baltanı bileyeceksin.
Daha çok iş yapmak için, daha çok üretmek için, baltanı bileyeceksin.
İşte bu hikaye hep aklımda kaldı.
Yıllardan beri anlatırım bunu her fırsatta.
Hep de düşünürüm baltaları nasıl bileriz diye.
Gittiğim konserlerde, maçlarda, spor salonlarında; hep etrafımdakileri gözlerim.
"Baltalarını biliyorlar mı" diye...
Maalesef çoğu zaman hayal kırıklığı yaşıyorum.
Pink Martini Grubu'nun İzmir Hilton'daki konserinde herşey mükemmeldi.
Ama salonun yarısı boştu...
Cezası yüzünden Beşiktaş, Konyaspor maçını İzmir'de oynadı; koca Atatürk stadı yine boştu.
Üstelik bu sene süper ligde İzmir temsilcisi olmadığı için izlenebilecek üç büyükten birinin tek maçıydı.
İzmirliler baltalarını tam bileyemiyor galiba...
Hepimiz bekliyoruz...
(Kaan Erçakır'ın kaleminden)
ÜNİVERSİTELER
Maliye Bakanlığı'nın 6 Ocak'ta yayınlanan bir genelgesiyle bütün üniversitelerin Araştırma Fonları'ndaki döner sermayeden aktarılan paralarına resmen el konuldu. Üniversitelerin durumu zaten ortada... Kaynak yaratmadan bilimsel araştırmalar yapılmıyor. Bilim üretmeyen bir üniversiteden ne beklersiniz? Üniversitelerin döner sermaye dışında kaynak yaratmaları da oldukça zor. Hükümet bu konuda mutlaka geri adım atmalıdır ve acil çözüm bulmalıdır.