09.01.2013 - 02:30 | Son Güncellenme:
Mehmet Öğütçü
Eski diplomat, BG Group Direktörü ve Global Resources Corporation Başkanı Mehmet Öğütçü, 5 bölümlük yazı dizisinde, ABD’deki son gezisinden izlenimlerini paylaştı. Dizinin bu son bölümünde Öğütçü Küba’ya 90 mil uzaklıktaki Key West’ten keyifli anları ve Obama’nın yeni döneminde Türkiye’ye nasıl yaklaşacağını yazdı
Amerikalılar, küresel bir güç olmanın gereği olarak, Türkiye’ye genellikle “realpolitik” ve güvenlik menfaatleri penceresinden bakmışlardır. Sık sık dile getirilen ortak değerler söylemi bu çerçeveye oturduğu ölçüde önemlidir Washington için. Çok değerli bir gayrimenkul üzerinde oturduğumuzu belki de bizden bile iyi bilir stratejistleri.
Onun için Rusya, Ortadoğu, Doğu Akdeniz ve Orta Asya masalarına bakan diplomatları mutlaka Türkiye masasını da denklemlere katarlar. Kimi senaryolarında Ankara başrol kimisinde ise yardımcı oyuncu olarak değerlendirilir.
İlişkilerin geçmişi Osmanlı dönemine kadar dayandırılabilse de, asıl İkinci Dünya Savaşı sonrasında şekillendi. 5 Nisan 1946’da Türkiye’nin Washington Büyükelçisi Münir Ertegün’ün cenazesini ABD’nin ünlü Missouri zırhlısının İstanbul’da getirmesi iki ülke arasındakı yakınlaşmanın başlangıcı.
Stalin’in Türkiye’ye yönelik tehditleri nedeniyle Türkiye ABD liderliğindeki Batı bloğuna yakınlaşınca “Soğuk Savaş” dönemini “NATO’nun sadık müttefiki”, “Sovyetler’e karşı uç karakol” gibi bugün fazla gurur vermeyen söylemler belirledi.
Türkiye yerini koruyor
Glasnost ile Sovyet blokunun çökmesi başlarda bir varoluşsal bunalıma neden olduysa da sonrasında bölgemizdeki gelişmeler ve Türkiye’nin “bölgesel güç” rolüne soyunması Türkiye’nin ABD için jeopolitik önemini yeni dünya düzeninde de koruduğunu gösterdi.
Son yıllarda ikili ilişkilerde yaşanan bazı sorunlar yüksek düzeylerde Amerikan karşıtlığı yarattı. Süleymaniye’de Türk askerlerine “çuval geçirilmesi” olayı, Washington kaynaklı olduğu düşünülen “ılımlı İslam” ve “özgür Kürdistan” tartışmaları da iki ülke ilişkilerine zarar verdi.
Erdoğan ile uyumlu bir ortaklık geliştiren Obama’nın yönetiminde gerilimler zaman zaman arttı. Artık hem siyaseti hem de Washington’ı daha iyi bilen Obama’nın ikinci döneminde model ortaklık zemininin çeşitlendirilmeye devam edilmesi, bazı alanlarda derinleştirilmesi ilişkileri ileri götürmek bakımından gerekli görülüyor.
Stratejik ortaklık...
Rusya, Suriye, İran, Irak ve İsrail ile ilişkilerin önümüzdeki dönemde, yine de Washington’un beklentileri ve Ankara’nın olası dirençleri nedeniyle, önemli risk maddeleri olarak öne çıkması beklenebilir. Özellikle Ankara’nın yeni dünya ve bölgesel düzende oyun kurucu olma arzusu, daha özerk hareket etme eğilimi Washington’da son 10 yılda palazlanan “Türkiye Uzmanları”na epey malzeme ve kazanç imkânı sağladı. Artık sadece güvenlik ve dış politika değil, yatırım ve ticaret menfaatleri de önem kazanıyor.
Belki de iki ülke, şayet menfaat çatışmasına yol açan bazı kaçınılmaz gerilimleri iyi yönetirse, enerjiden güvenliğe, ticaretten yatırımlara gerçek anlamda “stratejik ortaklık” önümüzdeki 10 yıla damgasını vurabilir. Bu çaba, Ankara’nın “köhne” güçler ile “yeni” güçler arasındaki dengeyi akıllıca ve karşılıklı menfaatlere hizmet edecek şekilde kurmayı ihmal etmesini gerektirmiyor.
Miami’de 60 bin Türk ev satın aldı
Avrupa’da kışı yaşarken Florida’da tişörtle dolaşmak, yüzmek büyük bir zevk. En uç noktası Key West’ten 90 deniz mili ötedeki Küba’ya bakarken insan sormadan edemiyor: “Amerika’ya hem bu kadar yakın hem de bu kadar uzak başka bir ülke var mı?” diye.
Yarım yüzyıl geçti ABD’nin başarısızlıkla sonuçlanan Nisan 1961’deki Domuzlar Körfezi askeri işgalinin ve taa o zamanlar empoze ettiği katı ticaret ambargosunun üzerinden.
Amaç, o zamanki başkan Osvaldo Torrado’nun solcu hükümetini devirmek ve “arka bahçe”yi düzene sokmaktı. Guatemala üzerinden başlatılan operasyon 3 gün içinde başbakan Fidel Castro’nun komutasındaki Küba silahlı kuvvetlerince yenilgiye uğratılmıştı. Amerika’yı utandıran ve husumeti kemikleştiren bu olay neticesinde Castro sosyalizme yönelmiş, Sovyetler Birliği ile bağlarını güçlendirmişti. Ve izleyen yıl bizim de içinde olduğumuz Küba füze bunalımı patlak vermişti.
Aradan bunca zaman ve kuşaklar geçmesine rağmen ABD ne Küba’yı ne de onun liderleri Fidel ve Raul Castro’yu dize getirmeyi başarabildi. Efsane oldular. Küba hâlâ 1950’lerde yaşıyor. Ne gönendi ne de çöktü. Hatta “Fidel ölmeden bir Küba’yı görsek” turizmcilerin popüler sloganı haline geldi.
Not artışı sonrası...
Fidel’den sonra da çok köklü ve ani değişim bekleyenler yanılıyorlar. Temkinli şekilde son iki yıldır yüzbinlerce küçük özel işletmeye yasal çalışma izni verildi. 2009’da Obama sınırlı ölçüde Kübalı Amerikalılara para transferi ve seyahat serbestisi de tanıdı. Bu adımları daha da ileri götürmesi bekleniyor yeni dönemde. Ancak ülkedeki Küba kökenli göçmen siyasiler ve işadamları en sert muhalifleri arasında. Küba’nın Amerika’ya değil otoriter Çin kalkınma modeline yüzünü çevireceğini ileri sürüyorlar.
Jacksonville’de Amerikalı yatırımcılar ile üç gün süren görüşmelerimizde Türkiye’nin yatırım derecesinin (not) artırılması sonrasında yeni sermaye akımları için beklentileri ele aldık. Risklerin arttığı ve geri dönüş oranlarının azaldığı bir dönemde Türkiye hem özel hem de kurumsal yatırımcılara çok cazip görünüyor ama büyük hacimli sermaye hazmetme kapasitesi ve milyar dolar üzerinde projenin/alımların yeterince olmaması en önemli kaygılar arasında.
Görüşmelerden sonra soluğu bir saat uçuş mesafesindeki Miami’de aldık. Ve uçaktan iner inmez ilk durak, en sevdiğim otellerin başında gelen The Biltmore’daki Fontano restoranında şampanyalı portakal suyu eşliğinde “Bruschetta Eggs” formüllü kahvaltı idi. Ardından, oğlum Halil Can ile “Küçük Havana”, South Beach, milyoner yıldızların yaşadığı “Star Island”, 1923-1943 arasında inşa edilmiş olan “Art Deco District” gibi bu 413 bin nüfuslu kentte ziyaret edilecek yerleri tavaf ettik.
Parayla diploma verenler
Asıl hedefimiz Miami’den arabayla yaklaşık beş saat çeken Key West. Florida’nin her köşesinde beklenmedik yerlerde Türkler karşınıza çıkıyor. Kimisi okumaya gelmiş kimisi elverişli konut kredileri sayesinde emlak yatırımı yapmış kimisi de işgücü piyasasında. 2001’den bu yana sadece Miami’de yaklaşık 60 bin Türkün ev sahibi olduğu belirtiliyor. Bugün orta gelirli aileler de para yatırıyorlar. Zira yüzde 20 peşinatla Miami’de ev alabiliyorsunuz, sizden sadece pasaport fotokopinizi ve yıllık kazancınızın belgesini istiyor Amerikalı bankalar. 30 yıllık finansman modeli seçildiği taktirde, aylık taksit miktarı için evin kira getirisinin yeterli olduğu belirtiliyor.
‘Türkler’in en fazla ilgi gösterdiği bölge olan ve Okyanus’un paralelinde uzanan Oceanview Caddesi’nde metrekare fiyatları 5 bin dolar ile 13 bin dolar arasında değişebiliyor. Bazı daha az gözde yerlerde ise metrekaresi 600 dolara konut alabiliyorsunuz. Onlarca üniversite var ama çoğu para karşılığı diploma dağıtıyor. Hatta öğrencilerin ders arası sörf yapmaya plaja indikleri bile söyleniyor.
Son söz
Bu dizide şimdiye kadar yazılıp çizilenlerin dışında biraz “şeytanın avukatlığı” tarzı bir ABD manzarası ve gelecek vizyonu sunmaya çalıştık. Amacımız, ABD ile ilgili karamsarlık dalgaları yaymaktan ziyade giderek belirginleşen, Amerika içinde de kaygı yaratan, hepimizi değişik ölçülerde etkileyecek olan gerilemelere dikkat çekmek ve ikinci döneminde Obama’yı bekleyen bu zorlu meydan okumaları kalın çizgilerle ortaya koymaktı.
Nereden bakılırsa bakılsın, yaşamakta olduğu sorunlar ne kadar ağır olursa olsun ABD hâlâ dünyanın en önemli gücü. Bu konumunu da kolay kolay bırakmayacağı aşikar. Özellikle teknoloji, imalat sanayi ve enerji alanlarında yeni devrimler gerçekleşirse, siyasi yelpazede içe kapanmayı ve himayeciliği savunanlara iltifat etmeyip küreselleşme sürecinin öncü ve oyun kurucu aktörü olmaya devam ederse ve uluslararası güvenlik ve kalkınma hedeflerinden sapmazsa ABD yegane süper güç konumunu önümüzdeki on yıllarda da sürdürebilir.
Bu süreçte bundan böyle en önemli ortağının terazinin öbür kefesinde oturan Çin olacağı görülüyor. Avrupa ve Japonya’nın önemi tedricen azalacak gibi. Zaten bu nedenledir ki Obama yönetimi dikkatinin önemli bir bölümünü Asya-Pasifik’te oyun kurmaya, etkinlik arttırmaya ayırmaya kararlı.
Ortadoğu, Körfez, Doğu Akdeniz ve Avrasya’da güçlü bir bölgesel ortak olarak Türkiye ABD acısından kritik önemde. Ancak hem bölgedeki güç dengelerini, hassasiyetleri, hem ABD’nin yaşamakta olduğu değişimi hem de dünyanın geri kalanındaki güç kaymalarını iyi okumamız, aşırı zafiyet ve aşırı güç gösterisi arasında salınmadan sağlam bir siyasi, güvenlik ve ekonomik stratejisi icra etmemiz zorunlu. Aksi takdirde, tıpkı Sovyetler’in çöküşü sonrasındaki dönemde yaşanılan ve balon köpüğü gibi sönen umutlarımızla baş başa kalabiliriz.
Bitti