08.09.2003 - 00:00 | Son Güncellenme:
İçeriye adım attığınızda özel bir yere geldiğinizi hissediyorsunuz. 20. yüzyıl başı Teşvikiye binalarından birinin üst katına sizi taşıyan asansör 'Bir zamanlar İstanbul' gibilerinden bir belgeselde kullanılabilir. 'Yıldırım Mayruk' yazılı zil bile genel havaya uyuyor. 19. yüzyıl mobilyalarıyla döşenmiş, loş mekânda bir ağırbaşlılık hâkim. Hani bazı mekânlar insanı 'özene ve saygıya' davet eder ya işte böyle bir yer.
Sanki her şey 'eski zamanlara aitmiş gibi' dururken, 'bugüne dair' tanık olmasam, asla inanamayacağım bir olayla kendime geldim. Prova odasından elinde kahverengi bir kumaşla çıkan bir kadın, konuk salonunda bıraktığı poşetteki kutudan, küçük bir pasta parçası çıkardı ve kumaşla yan yana getirdi. Ve o anda kulakları tırmalayan bir sesle çığlığı bastı: "...Ama Yıldırım Bey, bunun rengi pastama uymuyor."
Bitip tükenmez bir şekilde söylenmeye başladı. Anladığım kadarıyla kadının doğum günü vardı ve bu özel günde pastasıyla aynı renkte olması gereken kumaş yurtdışından özel siparişle getirilmişti. Ama sonuç kadın için bir felaketti. Mayruk sabırla kadını iknaya çalıştı. Kumaşı değiştirmeye vakit kalmadığından pastanın tonuyla oynanacaktı...
Kadın çıktığında kahkahamı tutamadım, dayanamadım, sordum 'Kim bu Marie Antoinette?' diye... Yıldırım Mayruk 'Lütfen' dedi, "Burada gördüklerinizi yazmayınız. Burası hanımefendilerin mahremiyetlerinin paylaşıldığı bir yerdir." Zaten haber için değil 'Cumhuriyet Kıyafetleri' kitabının görüşmeleri için oradaydım, daha sonraki günler de çok sık o terzihaneye gittim ve anladım ki orası sadece hanımefendilerin değil, Türkiye'nin mahremiyetlerinin paylaşıldığı bir yerdi... Yani orası 'Sırlar Dükkânı'ydı. Geçen çarşamba günü bu öyküyü yazma izni aldım ama Yıldırım Bey'in deyişiyle 'hanımefendinin' ismini yazmamak koşuluyla.
Yavaş konuşuyor, çünkü...
Yıldırım Mayruk'un yaratıcılığını bir kenara bırakırsanız yaptığı iş herhangi bir iş gibi. Kumaş ithal ediyor, aksesuvar satın alıyor, bunları müşterileri için dikiyor, onlardan nakit ya da çek alıyor. Kira, sigorta vergi vs ödüyor. Mayruk'u sıradışı kılan, müşterileri ve onların sırları. Üstelik bu sırlar sıradan kadınlara ait değil. Çünkü o pahalı bir terzi. Ona yaratıcılığının bedelini ödeyebilecek güçte, politikacı, asker, bürokrat, işadamı, avukat, gazeteci eşleri çalıyor kapısını. Yıldırım Mayruk'un 40 yıldır zirvede kalmasının bir nedeni iyi terziliği ise bir diğeri de ağzını sıkı tutması. Mayruk, "Ben, normalden daha yavaş konuşurum. Bu sayede daha bir gün bile 'ağzımdan kaçtı' demedim" diyor.
Semra Hanım'a yakın olma yarışı
İşinin en zor yanı iktidarda olan politikacıların eşleriyle çalışmak. Berna Yılmaz ve Semra Özal, Mayruk'un müşterilerinden. İşte o ikbal dönemlerinde Berna ya da Semra Hanım'a yakın olmak için kendisini kullanmak isteyenlerden çok çekmişti. İşadamı eşleri, bu iki hanımın hangi davetlere katılacağını öğrenmek için bile dil döküyorlardı. Neden mi? 'Tabii ki terziden alınacak bilgiyle iktidara yakın olmak, onlarla aynı davette görünebilmek için.' Bunlar kimler mi? Mayruk tabii ki isim vermiyor. Zaten her devirde iktidarla birlikte bu isimler de değişiyor. İsimlerini bazen kır çiçeklerinden alıyorlar bazen de başka sembollerden. Tüyo almak isteyenlerden zaman zaman işi terbiyesizliğe bile vardıranlar da çıkıyor. Mesela, "Hanımefendi'den bir randevu alabilirsen, ne istersen vereceğim" diyenler bile oluyor.
'Terzilerden yönetiliyor'
Aslında 'politikacı terzi ve iş dünyası' ilişkileri oldukça eski bir öykü. 1950'lerde Demokrat Parti'nin ileri gelenleri Menderes, Bayar, Koraltan ailelerinin ve diğerlerinin ortak terzisi, Canan Yaka'nın annesi efsanevi Mualla Özbek'ti. O dönemde "Memleket terzilerle kuaförlerden" yönetiliyor lafları dolanıyordu. Canan Yaka, "Annemin atölyesi sadece elbise diktirmek için gidilen bir yer değildi. Meşhur olmak, sosyetede bir yer edinmek için gidilmesi zorunlu bir mekândı" diyor.
Yani hangi terzi, iktidardaki politikacıların eşlerine hizmet veriyorsa, bir anlamda o da iktidara oturuyor. Bu yorumu Yıldırım Mayruk'a soru olarak ilettiğimde, "Vallahi biz hiçbir zaman Mualla Hanım olamadık. Rahmetli 'Ben tam yedi cumhurbaşkanı eskittim. Hiçbiriniz benim gibi olamazsınız' demişti ve haklıydı. Mualla Özbek en son Turgut Özal'la bir arada olmuştu. Özal ondan DP döneminin anılarını yazmasını istemişti. Özbek'in yanıtı "Yazamam, bunu geçmişe olan saygımdan ötürü yapamam" diyecekti.
Mayruk'a göre ünlü ve güçlü insanlarla çalışmak "mayınlı tarlada" yürümek gibi. Eğer hata yapmazsanız sonuna kadar yürürsünüz. En küçük bir hatada ise havaya uçarsınız. Hata yapmamak ise "ağzı kapalı" tutmaktan geçiyor.
Yıldırım Mayruk sadece iş sırlarına değil, özel sırlara da vakıf. Yaptığı iş nedeniyle örneğin Berna Hanım'ın da Semra Hanım'ın da ve diğer ünlü hanımların da vücut ölçüsü, beden kusuru vb. gibi özelliklerini de biliyor. Dahası bunları aklında tutamayacağı için bir yerlere not etmesi gerekiyor. Peki bu notların bir şekilde "kötü niyetli" kişilerin eline geçmesinden korkmuyor mu? Mayruk cevaplıyor: "Notlarımı hemen yırtarım..." (Bu arada küçük şeytan acaba notları saklıyor mu? sorusu akla geliyor)
Evren'in yorumu
Sohbetimizin tam ortasında bir başka terzi Hayri Akduman, Mayruk'a konuk oluyor. Konu politikacı ve eşlerinden açıldığı için, "Madem sırası, ben size bir şey anlatayım" diyerek söze başlıyor:
"12 Eylül sonrası... Tahsin Şahinkaya kızını evlendirdi. Gelinliği de ben diktim. Gelinliği otelde giydirdik. Son düzeltmeleri yaparken odaya Şahinkaya Paşa girdi. Arkasından da Kenan Evren geliyordu. Ben hazırola geçmişken, Evren Paşa öne geçti. Gelinliği inceledi. Sonra bana dönerek, 'Kumaşı nerden aldın?' dedi. Ben de boş bulundum 'Kaçak kumaş efendim' dedim. Bir an durdu bana baktı, 'amaan eroin değil, silah değil, alt tarafı kumaş' dedi ve çıktı."
Duydukları manşet oluyor
Yıldırım Mayruk, Türkiye'deki her türlü haberi önce kendilerinin duyduğunu ve bundan da aslında hiç hoşnut olmadığını söylüyor. Örneğin bir banka sahibinin eşi uzun süre görünmüyor.
Haber o hanımın en yakın arkadaşından geliyor: "Sorma Yıldırım, çok zor durumdaymışlar..." diye. Duyduklarını en geç bir ay içinde gazete manşetlerinde okuyor. "Siz bankaların durumunu BDDK'dan önce biliyormuşsunuz" dediğimde de gülüyor, "Hayır ben bilmiyorum. Duyuyorum ya da anlıyorum. Bilmek ise başka bir şeydir. Üstelik benim kaydım kuydum yok. Ben hemen unuturum" diyor.
Sevgiliye dikmiyor
İş dünyasındaki ittifakların ya da itilafların da en yakın tanıklarından biri. Anlatıyor:
"İki adam arasında bir anlaşmazlık varsa bu eşlerine de yansıyor. Eğer bu iki hanımefendi bir araya gelirse sorun çıkıyor. Bu nedenle aynı anda atölyede olsalar bile karşılaştırmıyoruz. Bazen duyduğumuz bilgileri müşterilerimizin lehine kullandığımız oluyor. Bir gün eşi müşterim olan bir işadamının hovardalığını duydum. Dayanamadım ve aradım. 'Bugün sizin ilişkinizi öğrendim. Benim duyduğumu çok yakında eşiniz de duyar' deyince 'nasıl olur daha üç gün bile olmadı. Üstelik ilk kez oluyor' diyerek şaşkınlığını ifade etti. Artık bu olayı da unutabilirdim. Ödü koptu, evliliği de kurtuldu. Bazı adamlar da arayıp 'Sevgilime de diker misin?' diye soruyor. Oysa ben bir adamın eşine elbise dikersem, karısına dikmem. Yoksa atölyenin sükuneti bozulur."
Yalnız söz konusu olan kişilerin Türkiye'nin önemli şahsiyetleri olduğunu da unutmayın lütfen! Bize kalırsa atölye bir yana, memleket karışır.