Evet, belki de bugün yaşamasını eeeennn fazla arzu ettiğim markalardan biri Saab. 2012 yılına kadar “dur-kalk” şeklinde hayatına devam etmeye çalışan, bu tarihten sonra Avrupa’yı tertederek tamamen Çin karasularına dahil olan Saab, şimdilerde tekrar satılmaya çalışılıyor. Sahiplik ve ortaklık seceresi hayli kabarık olan Saab, bir dönem Türk girişimciler tarafından da alınmaya çalışılmış, Çinlilere geçtikten sonra da sesi kesilmişti. En son ürettiği 9-5, bana göre bir sanat şahaseri olsa bile, bu, onun şanssızlığını kıramadı.
Bir uçak üreticisi olarak başlayıp, sonradan (1945) otomobil işine girmesi nedeniyle uçaklarında kullandığı teknolojileri araçlarına da aktarıyordu. Daha sonra uçak şirketi ayrılmış, otomobil işi bağımsızlaşmıştı. Zamanının en teknolojik ve en güvenli otomobillerini üreten, hatta bu yüzden hir bir araçtan zarar eden Saab, “müsrifliği yüzünden” defalarca “terk edildi” ama prensiplerinden vazgeçmedi. General Motors çatısı altına girdiğinde, ortak platform stratejisi nedeniyle ciddi kalite problemleriyle karşılaşınca, sona yaklaşıldı. Spyker firmasının eline geçtiğinde yeniden silkelenmek istese de, bu kez yatırımcının nefesi yatmedi. Saab modelleri, Çinli NEVS tarafından tamamen elektrikli olarak Çin’de pazarlandı. Şimdilerde NEVS, Saab’ı satışa çıkarttı. Keşke ayağa kalkabilse ve yeniden yollarda olsa...
ABD’nin üç büyük üreticisi General Motors, Ford ve Chrysler ile başetmekte zorlanan küçük üreticileri bünyesinde toplayan American Motors Corporation yani AMC, 1954’te kurulmuş, farklı bir kulvarda yol almaya çalışmıştı. Bir dönem Amerika’da “Renault 9” üretimi bile yapan AMC, yakıt tüketimi düşük olan araçlar üreterek işe başlamıştı. Zamanının ve rakiplerinin en az 20 yıl ötesinde olan modelleriyle adından söz ettiren AMC, örneğin yükseltilmiş 4x4 çekiş sistemli station wagon “Eagle” ile sükse yapmıştı. Bu otomobil, 1970’lerin sonlarında “crossover” diye anılan araçların “babası” konumundaydı aslında.
“Gremlin”, Javelin”, “Hornet” gibi modellerde iyi bir ivme yakalayan ve bazıları hala büyük ilgi çeken AMC markası, Chrysler ile evlilik sonrası öldü. Ancak Jeep “XJ Cherokee” ve “Wrangler” modelleri, 2000’lere kadar AMC imzalı motorları kullandı. Yaşasaydı keşke...
Scion, her ne kadar kısa süreli (2003-16) yaşasa da, Japon markalarının ABD’de yeni ve bağımsız marka yaratma çabalarının ürünlerinden bi8riydi. Genelde Toyota’nın Japon pazarında sattığı küçük otomobillerinin ABD pazarına uyarlanmış versiyonlarını satıyordu. Farklı bir pazarlama tekniğiyle, özellikle yeni araç sahibi olacak genç nesilleri hedefinde tutuyordu. Performans da dahil olmak üzere pek çok kişiselleştirme seçeneği bulunuyordu. Ancak zamanlaması yanlıştı. Tıpkı Suzuki’nin “GEO”su veya “Eagle” gibi gibi o da ölümü seçti. daha doğrusu Toyota, onu ölüme mahkum etti ve yoluna Lexus ile devam etti. Z kuşağı için biçilmiş kaftan olabilirdi...
DeLorean, pek çok sükse yapmış Amerikan otomobiline hayat veren Amerikalı mühendis ve eski GM yöneticisi John DeLorean tarafından 1975 yılında Detroit’te kurulmuştu. DMC 12, markanın en iddialı ve tek otomobiliydi. Martı kapıları, mat gövdesi, zamanının ötesindeki tasarımıyla adından söz ettirdi. Ancak kalite problemleri, Nissan’dan alınan motorunun güçsüz ve problemli oluşu, ayrıca DeLorean’ın müsrifliği markanın sonunu getirdi. 1982 yılında iflas ettiğinde sahibi John DeLorean hakkında çeşitli uyuşturucu satışı suçlamaları bulunuyordu, sonradan bu suçlamaların gerçekdışı olduğu ortaya çıksa da durum değişmedi. DeLorean kendisine yeni yatırımcılar bulamadı... Şimdilerde diriltilmeye çalışılsa da, çok ciddi bir girişim olduğunu söylemek zor. Yaşasaydı keşke...
1926-2010 yılları arasında yaşayan Pontiac, “Firebird”, “GTO” gibi modelleriyle bugün bile anılıyor. Ulaşılabilir, cadde mkullanımına yönelik performans modelleriyle tanınan Pontiac, 2008 krizi sonrası iflasla burun buruna gelen General Motors nedeniyle “öldürülmek zorunda” kalınmıştı.
McLaren ile birlikte arettiği “Grand Prix Turbo”, “G8”, “Solstice” ise, en modern örnekleridi. Yaşayabilirdi aslında...