04.08.2013 - 02:30 | Son Güncellenme:
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır / Milliyet Ramazan
Fotoğraflar: Garbis Özatay
İtiraf etsin veya etmesin her insan, Allah’ı var ve bir kabul eder. Bu sebeple, dinsiz olduğunu söyleyenler de dâhil herkesin bir din anlayışı olur ve kendini, o dinin dindarı sayar. Bunların hepsi doğru yolu anlamış, ona içten inanmış sonra o yoldan çıkmış kimselerdir. Allah Teâlâ, yoldan çıkanların ortak özelliğini bize şu şekilde bildirmiştir:
“O gün nice yüzler ak çıkar, nice yüzler de kararır. Yüzleri kararanlara şöyle denir: “Siz inandıktan sonra kâfir oldunuz, değil mi? Kâfir olmanıza karşılık, tadın şu azabı!” (Âl-i İmrân 3/106)
Yoldan çıkanlar, Allah’ı ikinci sıraya koyanlardır. Birinci sıraya ya kendilerini ya başkasını koyarlar ama aslında birinci sıraya koydukları şeytanlardır. Allah Teâlâ insanları ikiye ayırmış ve şöyle demiştir:
“Allah bir takımını yoluna kabul eder, bir takımı da sapıklığı hak eder. Sapıklar, Allah’tan önce şeytanları veli edinen ve kendilerini doğru yolda görenlerdir.” (Arâf 7/27-30)
Kâfirler azap çekecekler
Bunlar, birinci sıraya koyduklarına kulluk ederek hürriyetlerini kaybedince anlayışlarına ters düşen âyetleri görmezlikten gelirler. Yaptıklarının yanlış olduğunu bildikleri için zaman zaman Allah’a teslim olma arzusu da duyarlar. Ama menfaatlerini kaybetme korkusu buna engel olur. İnsanı asıl saptıran, menfaatlerini birinci sıraya almaktır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Kâfirlerin çetin bir azaptan çekecekleri var. Onlar, dünya hayatını ahiretten çok seven, Allah’ın yolunu çarpıtmaya çalışarak ondan uzaklaşan kimselerdir. Onlar derin bir sapkınlık içindedirler.” (İbrahim 14/2-3)
Öyleyse önemli olan dindar olmak değil, Allah’ın dininin dindarı olmaktır. Allah Teâlâ, kendi doğru dininin tarifini şu âyete yerleştirmiştir:
“Yüzünü dosdoğru bu dine, Allah’ın fıtratına çevir. O, insanları ona göre yaratmıştır. Allah’ın yarattığının yerini tutacak bir şey yoktur. Doğru din budur, ama insanların çoğu bunu bilmez.” (Rum 30/30)
Demek ki, doğru din fıtrat, yani varlıklarda geçerli kanunlar bütünüdür. Bu kanunlar, indirilmiş veya yaratılmış âyetlerden öğrenilir. İndirilmiş âyetler Kurân’da olanlardır. Yaratılmış âyetler ise canlı ve cansız tüm varlıklardır.
Kendi ana diliyle anlatmak
İnsan, doğumundan ölümüne kadar Allah’ın yarattığı âyetleri gözlemler ve onlardan bilgi edinir. Bu bilgilerle o, Kurân’ın Allah’ın kitabı olduğunu ve onu getirenin de Allah’ın Elçisi olduğunu anlayacak seviyeye gelir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Hem dış çevrede hem de kendi içlerinde olan âyetlerimizi onlara göstereceğiz; sonunda onun (Kurân’ın) gerçek olduğu onlar açısından iyice ortaya çıkacaktır.”(Fussilet 41/53)
İnsana yapılacak en büyük iyilik, hiçbir ekleme ve çıkarma yapmadan Allah’ın kitabını, anlayacağı dille ona öğretmektir. Böylece o, kendindeki doğru bilgilerle Kurân âyetlerinin bütünleştiğini görerek onun Allah’ın kitabı olduğunu, onu getiren zatın da Allah’ın elçisi olduğunu kavrayacaktır. Bu yüzden Kurân’ı her insana, kendi ana diliyle anlatmak gerekir. Zaten Kurân’ın Arapça olması, Muhammed aleyhisselamın içinden çıktığı toplumun ana dilinin Arapça olmasından dolayıdır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
Menfaatlerinin esirleri
“Biz, her elçiyi kendi toplumunun diliyle gönderdik ki, onlara açık açık anlatsın. Bundan sonra Allah, sapıklığı tercih edeni sapık sayar, hidayeti tercih edeni de yoluna kabul eder. Güçlü olan o, doğru karar veren odur.” (İbrahim 14/4)
Onun elçiliği sırf Arap toplumuna değil, tüm insanlığadır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Seni, başka değil, bütün insanlar için müjdeleyici ve uyarıcı elçi olarak gönderdik. Fakat insanların çoğu bunu bilmez.” (Sebe 34/28)
Onun tebliği, ancak onun uyguladığı yolla insanlara ulaştırılabilir. Bu sebeple din eğitiminde temel hedef, Nebimiz gibi davranarak Allah’ın yarattığı âyetleri okumakta olan insanlara, Allah’ın indirdiği ayetleri de okuyup bu ikisi arasındaki bütünlüğü göstermektir.
Bilim ve sanatın bilgi kaynağı da Allah’ın yarattığı âyetlerdir. Bunların içinden, menfaatlerinin esiri olmayanlar Allah’ın indirdiği âyetleri okurlarsa daha iyi anlar ve Allah’a daha saygılı olurlar. Allah Teâlâ, bazı tabiat âyetlerini saydıktan sonra şöyle buyurmuştur:
“Allah’tan çekinenler, sadece onun bilgili kullarıdır.” (Fâtır 35/28)
Din anlayışımızı Allah’ın tarif ettiği şekilde değiştirirsek dinle bilim arasında bir ayrılık kalmaz. O zaman tüm insanlığı kucaklayan, evrensel doğrulara çağıran ve bozulan dengeleri düzelten bir din anlayışı ortaya çıkar. Öyleyse dini tebliğ edecek bir kimsenin Kurân’ı iyi öğrenmesi olmazsa olmaz şarttır. İnsanımızı böyle yetiştirmeli ve dünyanın karşısına şu öneri ile çıkmalıyız:
“Gelin, Allah’ın yarattığı âyetleri, indirdiği âyetlerle birlikte okuyarak din ve bilim dengesini yeniden kuralım ve denge çağına ulaşalım.”
Dünyada bu meydan okumayı, Müslümanlardan başka yapabilecek kimse yoktur.
KURAN’A SORALIM
Namazın kazası olur mu?
Nisa suresinin 103. âyetinde şöyle buyrulur: “Namaz inananlara vakitle sınırlı olarak farz kılınmıştır.”
Bu ayet, savaş durumu dahi olsa, namaz kılmanın emredildiğine dair ayetlerin devamında yer alır. Bir rekat da olsa cephede dahi namaz kılınması emrediliyorsa bir Müslümanın, namaz vaktini geçirmesi diye bir şey düşünülemez. Nitekim Kuran ve sünnette namazın kazası diye bir şey de yoktur. Sadece uyuyan ve unutan kimseler uyandıklarında/hatırladıklarında namazlarını vakitleri dışında kılabilirler. Bu, onlar için bir kaza değil; eda yani vakti içinde kılınan namaz olur.
Nebimiz de bir defasında uyanamadıkları için sabah namazını, bir defasında da unuttukları için ikindi namazını kılamamışlardı. Bunun dışında kalan kimselerin gerek keyfi olarak gerekse gevşeklikten, tembellikten dolayı namazları vakit dışında kılmaları diye bir şey söz konusu değildir. Bunlar büyük bir günah işlemişlerdir.
Tek yapacakları şey derhal tevbe-istiğfar etmek ve bir daha asla namaz kaçırmamaktır. Nebimiz de uyuyakalıp kılamadıkları sabah namazından sonra yaptığı şu açıklamada keyfi olarak kılınmayan namazların kazasından bahsetmemiştir:
“Dikkat edin! Sizin için, bende bir örnek vardır.”(Sonra şöyle devam etti) “Dikkat edin! Uyku sebebiyle namaz kaçırmakta bir taksir yoktur. Taksir ancak başka namazın vakti gelinceye kadar namazını kılmayan kimsede vardır. Binaenaleyh bu uyuyup kalma işini kim yaparsa uyandığı zaman, o namazı kılıversin! Ama ertesi gün, o namazı her zamanki vaktinde kılsın...” (Müslim, Mesâcid, 311)
Durum böyle olmakla birlikte, gelenekte namazların kazası diye bir kavram üretilmiştir. İnsan bilmeli ki, geçen zaman nasıl geri gelmezse terk edilen namaz da geri getirilemez ve yeri doldurulamaz. O bir vakitin yerine bin vakitte kılınsa eksik kapatılamaz. Öyleyse namazları vaktinde kılmak gerekir.
SORU CEVAP
Soru: Esnafın elindeki çeklere zekât düşer mi? Düşer ise hesabını (üzerinden geçen zamanı) neye göre hesaplamak gerekir?
Cevap: Çeklerin zekâtını diğer mallarınızın zekâtıyla birlikte vermeniz gerekir. Ama tahsil ettiğiniz günden itibaren geriye dönük olarak vermeniz de mümkündür. Mesela elinizde iki yıl vadeli bir çekiniz olsa, iki yıl sonra tahsil edince onun iki yıllık zekâtını verebilirsiniz.
Sorularınız için mail adresimiz: fetva@suleymaniyevakfi.org
Süleymaniye Vakfı imsakiyesine şu adresten ulaşabilirsiniz: http://www.suleymaniyevakfi.org
Temel dini bilgiler
İslam’ın Faize Bakışı (1)
Faiz bütün kutsal dinlerde yasaktır. Tevrat’a göre bir Musevi’nin başka bir Musevi’ye faizli borç vermesi yasaktır. (/Tevrat, Çıkış 22/25) Yahudi kaynaklarında faiz “Neşeh=yılan sokması” şeklinde yorumlanır. Yılanın zehrinin etkisi başlangıçta çok hafif hissedilir. Zehir vücudu kapladığında ise artık ondan kurtuluş mümkün değildir. Faize bu gözle bakan Museviler bu yasağı kendi dindaşları arasında uygularken, Tevrat’ın ilkelerine aykırı olarak, diğer din mensuplarına karşı faizle borç vermeyi kazanç yolu olarak görürler.
İncil’de faizle ilgili olarak şöyle denir: “Birilerine ondan bir karşılık ummak için ödünç verirseniz, bunun için hangi teşekkür beklenir? Günahkârlar da bir şey almak için birbirlerine ödünç verirler.(Luka,6/34) Hıristiyanlıkta faiz yasağı uzun süre uygulanmış, Calvin’in çabaları sonucu 1574’te ilk defa faize izin verilmiştir.
Kuran’ın çok sayıda ayetinde faiz kesin bir dille yasaklanmış, faizin varlık ve servette artışa yol açmayacağı, ekonomiyi zekâtın canlandıracağı bildirilmşitir. Bir ayet şöyledir: “İnsanların malları içinde artsın diye faize verdiğiniz şey Allah katında artmaz. Allah’ın rızasını gözeterek verdiğiniz zekâta gelince işte onlar (mallarını ve sevaplarını) kat kat artıranlardır.”(Rum, 39) Diğer bir ayette ise şöyle buyrulur: “Allah faizi eksiltir, sadakaları bereketlendirir. Allah küfürde ve günahta ısrar eden hiç kimseyi sevmez.”(Bakara,276)
Doğru bildiğimiz yanlışlar
Ölüye suflörlük yapmak!
Geleneğimizde, mezarlıkta cenaze defnedildikten sonra imam mezarın başına gelir bir takım şeyler fısıldar. “Telkin” adı verilen bu uygulamada imam, toprağa henüz defnedilen cenazeye, biraz sonra geleceği düşünülen sorgu meleklerine vereceği cevapları hatırlatır. Ölüye sözde kopya vermek ya da bir nevi suflörlük yapmak anlamına gelen bu düşünce ve uygulamanın hiçbir temeli yoktur.
Bu uygulamayı temellendirebilmek için bazı ayetler bağlantılarından koparılarak sunulurken, ayrıca sahih hadis kaynaklarında geçmeyen ve hadis âlimlerince “zayıf görülen bir takım rivayetlerden de bahsedilir.
Yüce Allah şöyle buyurur: “Dirilerle ölüler bir olmaz. Allah ölçüsüne uygun olana işittirir. Sen kabirdekilere bir şey işittiremezsin.”(Fâtır, 35/22)
Ölmek üzere olan kişi, Müslüman veya kâfir olmasına göre bir muameleye tabi tutulur. Müminse canı ona göre alınır, (Vakıa 56/90-91) kâfirse belirli bir azapla alınır. (Fussilet 41/30) Öldükten sonra hayır ve hasenatı devam edecek olanlar, ölmeden geride bir şeyler bırakabilmiş olanlardır. Onlarla ilgili olarak Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Ölüleri diriltecek olan biziz. Yaptıkları şeyi de geride bıraktıklarını da yazmaktayız...”(Yasin, 36/12)
Durum böyleyken, cenaze defnedilip insanlar mezar başından ayrılmaya başladığında olaya biraz da mistik bir hava verip, imamın mezar başına gelip, belki de yabancısı olduğu ortamda acemilik çekmemesi ve ilk sınavı rahat geçmesi düşüncesiyle güya ölüye bazı telkinlerde bulunması cenaze merasimlerimizdeki pek çok temelsiz uygulamalardan sadece biridir.
Günün Âyeti
İyiliği sonsuz, ikramı bol Allah’ın adıyla
“Müminler! Kazandıklarınızın iyilerinden ve sizin için yerden çıkardıklarımızdan hayra harcayın. Sizin göz yummadan almayacağınız kötü kısmını vermeye kalkmayın. Bilin ki, Allah zengindir, ne yaparsa, güzelini yapar.”
(Bakara 2/267)