26.11.2012 - 02:30 | Son Güncellenme:
Miraç Zeynep-Aklımdaki Sorular/Fotoğraflar: Ercan Arslan
Türkan Şoray... Arkasından gelecek sözcükleri seçemiyorum bir türlü. Onun hakkında söylenmemiş bir söz var mı acaba? Yeni sözcükler kullanabilir miyim? Yazdığı kitap vesilesiyle evinde buluştuk Şoray’la. Kitabın adı “Sinemam ve Ben”. Ve sinemadaki Türkan’ı anlatıyor. “Ben hayatı sinemada yaşadım” diyen biri için bir otobiyografi kitabı bu.
Fotoğrafları elinde kitapla çektirmek istiyor. Sonra da bütün samimiyetiyle soruyor: “Görmemişin kitabı olmuş derler mi?” “Ayıplarlar mı?”
O, kimselere nasip olmamış kadar büyük şöhreti utanma meziyetini alıp götürmediği için bu sözleri... Cemal Süreya’nın o muazzam tespitiyle, “ulaşılamaz bir yalnızlık içinde” yaşadığı hayatında ölçüyü düstur edinmiş biri Türkan Şoray.
Ölçüsüz bir şöhretin ölçülü kahramanı...
Ne diyor Fatih Özgüven, “1950’lerden itibaren hangi yılda doğmuş olursanız olun, Türkan Şoray insanın hayatını kaplar”.
Hal böyle olunca yaşadığımız acılarda onun da pansumanı olsun istiyor insan. Sözü olsun, tavrı olsun... Sorunca “Seve seve” diyor,
“Ama nasıl bir yardımım dokunabilir ki?”.
* Ben kitabı okuyup kapattığımda, belki hoşunuza gitmeyecek ama, yaşanmamış bir hayat gördüm. Siz hayatınızı yeniden hatırlarken ne gördünüz?
- Ben çok özel bir hayat yaşadım diye düşünüyorum. Bu dünyada yaşayan herkese nasip olmayacak, herkesin yaşadığı hayattan çok farklı bir hayat... Buna yaşanmamışlık denir mi bilmiyorum. Bana bu özel hayatı yaşatan, benim seyircim oldu. Onların kalbinde olmak, onlarla göz göze olmak benim için çok özel bir yaşam. Onun için yaşadım, hem de çok güzel yaşadım diye düşünüyorum.
* Tanımadığınız insanların sevgisi size yetti mi?
- Çok garip bir şey. İnanın bana yabancı değil hiçbiri. Sanki ben onları yıllardır tanıyorum. Zaten seyirciyle aramızda ilk kontaktta kendimi birden bire onlara aitmişim gibi hissettim. Ve o duygu yıllarca sürdü bende. Onların bana iyi niyetle, takdir ederek baktıklarını biliyorum. Biliyorum ki beni seviyorlar.
* Ya bir gün sevmezlerse diye düşünür müsünüz hiç?
- Herhalde hayatımın sonu olur.
* Sizin için bu sevgi o kadar mı olmazsa olmaz?
- Beni yıllardır hayata bağlayan, mesleğimde başarılı olmam için beni motive eden, tetikleyen, sabahın dördünde iyi bir film yapayım diye sete götüren hep bu sevgi. Hep onları düşünerek... Kafamın yarısı hep bu: Seyircim beğensin. Ben mesleğimi aman olağanüstü sanat filmi çekeyim, ödüller alayım, entelektüeller, sanat çevreleri beni takdir etsin düşüncesiyle yapmadım. Öncelikle seyircim için yaptım. Seyircim mutlu olsun diye yaptım. Elbette o filmlerin niteliğini, sanatsal yanını da göz önüne aldım. Ama öncelikle seyircimi düşündüm.
* Hayatınızın önceliği sevilmek mi?
- Öyle oldu, evet.
* Hâlâ öyle mi?
- Tabii. Sevilmek ve sevmek. Öyle olduğu zaman mutlu oluyorsunuz. Agresif olmuyorsunuz, karamsar olmuyorsunuz. Şimdi siz sevgisiz biri olsanız, gözünüzden o elektriği alsam o kadar nemrut biri olurum ki.
* Sevilmek karşınızdakine bağlı ve ona bir teslimiyet de gerektiriyor. Kitapta da okudum; ne zaman kulvarınızı değiştirmek, atılım yapmak isteseniz “Ya beni öyle sevmezlerse” korkusuyla duruyorsunuz. Bu teslimiyetin sizi yorduğu, zorladığı olmadı mı?
- Hayat tarzımı ona göre kurdum. Teraziye koyarsanız seyirci ağır bastı. Ben beynimde hallettim onu, onu giydim, hesabını yaptım bilinçaltımda. Belki zaman zaman kararsız dönemlerim oldu ama yok dedim, “Ben nerede mutlu olurum?” Çizdiğim yolda.
Sade bir hayat
* O çizdiğiniz yolu tarif eder misiniz?
- Mümkün olduğu kadar sade bir hayat, aşırılıklardan uzak. İnsanız, hepimizin içinde öyle duygular var ki. Şu an bile bir diskotekte zıplaya zıplaya dans edebilirim. Yaşla ilgisi yok.
* Ve bunu yapamaz mısınız?
- Bunu bazı yerlerde bastırmam gerektiğini hissettim. Ne olursa olsun, yaşadığımız toplumun değerlerine ters düşmek istemedim. Zaten yetiştirilme tarzımız da o bizim. Osmanlı terbiyesiyle yetiştim. Annem kimsenin yanında bacak bacak üstüne atma, fazla gülme derdi hep. Bu yaşam tarzına hazır bir kuşaktanım ben. Çok kolaylıkla uyum sağladım o yaşama.
* Çiğdem Mater 2002’de Milliyet Sanat’ta yayımlanan bir yazısında “Türkan Şoray Türkiyeli kadının yükselişinin 32 kısım tekmili birden hikâyesidir” diyor.
- Toplumdaki kadının değişmesiyle birlikte ben de değiştim. Belki toplumdaki kadın bugünkü çağdaş kadın konumuna gelmemiş olsaydı, ben de hâlâ o Türkan’dım. Oynadığım roller de beni etkiledi. Sinema, yaşadığınız çağın bir yansıması. Mesleğim beni hayata sorgulamaya itti. Önce canlandıracağım kadının hayatını sorguladım. Onu sorgularken de farkında olmadan kendi hayatımı... Niye ben de onlarla aynı kaderi paylaşıyorum diye sordum. Ve yavaş yavaş yaşamım, kişiliğim, konumum hakkında bir uyanış, bilinçlenme, fark ediş başladı. Dolayısıyla ben de toplumla birlikte değişmeye başladım.
* Birlikte değişen değil de, değişime öncü biri olmak istemez miydiniz?
- İsterdim ama o bilinçte değildim ki. Şimdi isterim. O bilince vardıktan sonra niye istemeyeyim? Kadınlar özgür olsun, erkeklerle eşit şartlarda çalışsınlar, ayrımcılık, şiddet olmasın... Pek çok alanda kadın hak ettiği yerde, iftihar ettiğimiz kadınlar var. Hep onların yanındayım. Ne gerekirse ben de öncü olmak isterim.
‘İmza atmadan da olur’
* Toplumun değerlerine hep dikkat ettiniz, hatta seyirciniz sizi öpüşürken görmek istemez diye efsanevi Türkan Şoray kanunlarını getirdiniz. Ama bir yandan 19 yıl boyunca evlenmeden birlikte yaşadınız. Burada kalıpları kırdığınızı, bir anlamda öncü olduğunuzu düşünmüyor musunuz?
- Hiç böyle düşünmedim. Evlilik sadece yasalar önünde bir imza değildir ki. Siz o ilişkiyi saygı ve sevgi içinde yıllarca evliymiş gibi sürdürürseniz... Birlikte olduğum kişi evli bir insan değildi, o da yanlış biliniyor. Biz birlikte olduğumuz zaman mahkeme ayrı yaşama kararı almıştı. Toplum bunu kabul etti. Evlilik nedir, bir beraberliğin teminatıdır. İmza atmadan da olabildiğini gördü insanlar.
* Bugün RTÜK Behzat Ç.’ye bile evlenmeyi şart koşuyor. Türkiye nasıl değişti? Nasıl görüyorsunuz?
- Ben laik kesimin de, muhafazakâr kesimin de bu coğrafya içinde diledikleri gibi yaşadıklarını düşünüyorum. Bir dönem genel bir endişe vardı. Ama ben böyle bir durum görmüyorum. Herkes istediği gibi yaşıyor diye düşünüyorum.
* Kitapta diyorsunuz ki: “Sanatçı topluma sesini duyurmakta siyasetçi kadar etkilidir. Tavrını gereğinde ortaya koyar”. Açlık grevleri sırasında Yaşar Kemal, Murathan Mungan, Zülfü Livaneli çağrıda bulundular. Siz bu konularda söz söylemeyi tercih etmiyor musunuz?
- Bu ülkede yaşayan ve ülkesini çok seven bir vatandaş olarak toplumdaki her olay beni çok ilgilendiriyor. Yaşanan her olay içimi acıtıyor. Mutlaka benim de görüşüm var, yıllar önce de eylemlerde yer aldım. Sendikalaşma döneminde grevlere de katıldım. İnsanı ilgilendiren her konu beni de ilgilendiriyor. Ama birey olarak bir şeyin çözümlenemeyeceğini biliyorum. Toplum olarak kenetlenerek çözümleneceği düşüncesindeyim. Hemen ortaya atılmak değil de, değerlendirmek istiyorum. Faydalı olabileceksem bundan kaçınmam.
* Muhsin Kızılkaya’dan bir alıntı yapacağım: “Türkan Şoray ırk ve köken farkını ortadan kaldırıyor, dil farklılığını hiçe sayıyor”. Bu sözden yola çıkarsak Kürt sorununun çözümünün bir parçası olmak ister misiniz?
- İstemez miyim? Doğuya gitsem ne yapabilirim diye düşünüyorum zaman zaman. Keşke yapabileceğim bir şey olsa... Ülkemde barış ve huzur için bana düşen bir görev varsa seve seve yaparım. Ben anne olarak çok etkileniyorum. Gazetelerde beni çok etkileyen şeyleri keserim. Kestiğim resimlerden biri, evlatlarını kaybeden Kürt annesiyle Türk annesinin birbirine sarıldığı kare. Ben anneyim, o acıyı hissediyorum. İnsanları sevgide buluşturabilirim. En büyük gücüm bu olabilir.
‘Eğer esirsem, bu esarete seve seve varım’
* Muhsin Kızılkaya sizin için “Koca toplum bir hayatı esir aldı” diyor. Öyle mi?
- Ben o esarete seve seve varım. Eğer bu esaretse, ben de gönüllü esirim.
* Bu söylediğiniz üzücü değil mi?
- Ben üzülmüyorum. Çünkü böyle güzel bir dünya kurdum kendime. Ben bunu genç kızlığımda da yaşamadım. Köyde yaşayan biri şehrin güzel hayatını bilmediği için mutsuz olmaz ya, ben de öyleyim belki de. Flörtümle buluşup sinemaya gideyim, yolda bana dondurma alsın, parkta oturalım. Bunu hiç yaşamadım.
* Zaten ilk öpüşmenizin film çekiminde olduğunu anlatıyorsunuz.
- Tabii canım. Öldürürlerdi beni. O, cami yatırı olan Mehmet Dede Sokak’ta bu mümkün değildi. Hayatı sinemada yaşamaktan başka bir seçeneğim yoktu. Diyelim ki bir dans sahnesi var, çok sevinirdim.
Nasıl olsa ben değilim ya, kendimden geçerdim. Şarkılar, danslar... Çekim bir kere daha olsa derdim içimden, bir daha dans etsem. Ağlarken de öyle... Asya’nın, Leyla’nın dramına ağlarken kendime de ağlıyordum.
* Genç kızlığınızda babanız yanınızda yok. Gidiyor ve gelmiyor. Babanız yanınızda olsaydı aynı hayatı yaşıyor olur muydunuz?
- İtiraf edeyim baba yokluğu bende iz bırakmıştır. Hala içimde bir sızıyla bakarım, “Ah keşke benim de babam beni böyle omuzlarına alsaydı, saçımı okşasaydı” derim. Çocukluğunda yaşadıklarınızın, ne kadar aşmaya çalışsanız da etkisi kalıyor. Belki babam yanımda olsaydı daha özgüvenli bir çocuk olarak yetişebilirdim. Hayata ürkek ve özgüvensiz başladım.
* Uzun yıllar hayatınızı başkalarının yönlendirmesi bundan mı? Önce anne, sonra Rüçhan Adlı, sonra evlilik ve ancak boşanırken kendi kararınız veriyorsunuz. Belki de hayatta tek başına aldığınız ilk karar...
- Evet. Bugünün özgür kadını, ayakları yere basan, mücadeleci, hayattan korkmayan kadın boşandıktan sonradır. Şimdi her güçlüğü yenebilecek güçte hissediyorum kendimi.
‘Bin tane hayat yaşadım, ruhuma ağırlık yaptı’
* Üzerinizde hiç toplum baskısı hissettiniz mi?
- Duygusal olarak hissettim. Ve onun da tedbirini aldım. Beni canlandırdığım rollerdeki gibi seven ve algılarında öyle yer veren seyircimi yanıltmamaya çalıştım. Hayal kırıklığına uğramalarını istemedim. Mesela ben evlendim, eşim el ele yürümek isterdi sokakta. Ben utanırdım. İnsanlar “A kadına bak, bir de el ele dolaşıyor” diyecekler diye çekinirdim.
* Sizin seyircinize bağlı yaşamanızı yakınınızdakiler nasıl yaşıyor? Evlisiniz ve eşiniz elinizi tutamıyor.
- Evet, o mutsuzluğu yaşamıştır.
* Sizin o evliliğin içinde Türkan Şoray olmamanızı mı istedi?
- İstemiştir.
* Peki, siz o evliliğin içinde Türkan Şoray değil miydiniz?
- Dışarıda Türkan Şoray’dım ama evde Leyla, Ayşe, Emine...
* Evliliğiniz kurgudan gerçeğe geçiş gibi... Şaşaalı hayatın içinde bir sinema yıldızıyken Ankara’da bir ev kadını oluveriyorsunuz. Sarsılmadınız mı o geçişte?
- Atıf Yılmaz bana derdi, “Sen her türlü zorluğun üstesinden gelecek güçtesin”. Ben hayatımda psikoloğa gitmedim. Halbuki ruh sağlığımın çoktan bozulmuş olması lazımdı. Bin tane hayat yaşadım. Bin tane acı çektim. Bin tane tokat yedim. Bütün bunlar ruhuma ağırlık yaptı. Çünkü etkilenen insanım ben. Bir de çok duygusalım. Bütün bunların üstesinden gelebildim, o dengeyi kurabildim. Hani çok gerçek bir hayat dediniz ya... Belki de “Şimdi de bu kadınım” ben dedim. O yüzden yadırgamadım.
‘Sinemam ve Ben’ nasıl yazıldı?
- Bir gün balkonda oturuyorum. Kış günü... Karşıdan bir vapur geliyor. Bölük pörçük aklıma gelmeye başladı bu yazdıklarım. Birisiyle paylaşma ihtiyacı hissettim, kimse yok. Yukarı çıkıp birkaç sayfa yazdım. Kitap böyle başladı. İlk aklıma gelen 7 yaşımda sinemayla karşılaşmamdı. Silvana Mangano “Acı Pirinç” filminde eteklerini toplamış, suyun içinde bir şeyler topluyor.
Zaten bir kitap yazmayı düşünüyorum. İnsanlar sinemada yaşadıklarımızı bilsinler istedim. Bunları yazmayı bir görev bildim. Şimdi sinema o kadar farklı ki... Mecburlar iyi film yapmaya, bütün imkânları var.
Bu kitapta bir tek şeyden ürküyorum: Kendimi methediyormuş gibi görünmekten. “Kadına bak, kendini öven yazıları koymuş” demesinler.