07.05.2004 - 00:00 | Son Güncellenme:
TAYFUN POLAT
İSTANBUL'da gece canlı müzik dinlemek niyetiyle dışarı çıksanız nasıl bir geceyi öngörmüş, kabullenmişsinizdir? Alelade, cover çalan, orta karar bir barda geceyi geçirmekten söz ediyorum. Neler geliyor aklınıza? Kötü havalandırma tesisatları, hakkı verilmeden çalınan şarkılar, iyi çalınsa da tesisatın kötülüğüne kurban giden şarkılar, sıkışık mekanlar, sıkışık dans pistleri, sıkışık sahneler? Bunlar İstanbul'da alışık olduğumuz görüntüler değil mi? Kaldı ki adı ilk akla gelen kulüp ve barlarımızda da karşılaşıyoruz benzeri görüntülere. Ya da oralarda bir fark daha var; sadece endamını göstermeye gelip, purosu, viskisi, alakasız yerlerde koyverdiği kahkahası ile sizi dinlediğiniz müzikle başbaşa kalmaktan alıkoyan, çalan müzikle değil de mekanın popüleritesiyle ilgilenerek kalabalık edenler... İşte eğer üçüncü beşinci içkinin sonunda ne çalarsa çalsın dağıtmak için değil de müzik dinlemek için dışarı çıktıysanız (tabii ki birkaç istisna dışında) İstanbul'un size verecekleri bunlar. Maalesef biz bununla yetinmeye de gayet alışığız. Bu nedenle İzmir'de geçirdiğim bir haftanın hemen her gecesi şaşkınlığımın boyutları gittikçe arttı. Çünkü İzmir'de çok iyi müzisyenler ve iyi müziği hak ettiği gibi dinleyebileceğiniz pek çok mekan var.
İlk önce İzmirlilerin eğlence kültürünün gelişkinliği göze çarpıyor. Birkaç gözlem: İzmirliler iş çıkışı evlerine gidip dinleniyorlar, saat 11.00'den önce mekanlar sinek avlıyor. 12.00'ye doğru dolmaya, 02.00'de taşmaya başlıyor. Eğlence sabaha kadar sürüyor ve birkaç saat daha uyuyup işlerine gidiyorlar. Bu anlattıklarım hafta sonu olanlar değil, her gece böyle yaşanıyor burda. Bana imkansız gelen bir fark da polisin yaklaşımı. Eğlence mekanlarının yoğunlaştığı yerlerde (Alsancak, Konak) polis de yoğun. Ancak polis sanki eğlenmek isteyenlerin eğlenebilmeleri önceliğiyle çalışıyor. Mesela bir kimlik kontrolünde ne içerinin ışıkları açılıyor ne de müzik kesiliyor. Kimse rahatsız değil. Sonra Beyoğlu'ndaki Abdullah Sokak'ın eski halinin bir benzeri var burda. Ama sokakta 200 genç, ellerinde içkileriyle kocaman bir açıkhava barı oluşturabiliyor. Ve ne sokağın başını tutan polisler ne de sokaktaki pek çok bar sahibi sesini çıkartıyor.
Peki, mekanlara gelelim. Barların yüzde yetmişinde canlı müzik var. Artık hangi tür isterseniz... Doğal olarak hepsini gezmesem de dışardan bakıldığında bile fark edilen davullu, klavyeli dört - beş kişilik orkestralar çalıyor çoğu mekanda. Hem de hemen hepsinde iyi ses tesisatları var. İyi de yalıtım. Çünkü çoğunda içeri girmedikçe çalan müziğin türünü bile anlamıyorsunuz. Mekanların iki temel özelliği; ya iyi manzaralarının olması ya da eski ve çok güzel binalarda yer almaları.
Gelelim müziğe ve müzikle ilgili konulara. Burada beş ayrı gece, beş ayrı mekanda, beş ayrı tür müzik dinledim. İddia ediyorum bu adını sanını duymadığımız müzisyenler İstanbul'da müzik diye dinlediğimiz, bize dayatılanlardan çok üstün. Burada icra önemli tabii. Ancak müziğin sunumu da bir o kadar önem kazanıyor. Örneğin Neyzen'de hiç programda yokken bir gitar, bir mandolin ve bir vokal usul usul çalmaya başlıyor. Mekan da bu gizli bilgiye sahip fanatik bir dinleyici kitlesiyle dolmaya; Ege müzikleri, Hümeyra, Timur Selçuk derken farkında olmadan siz de müzikle doymaya...
İzmir hakkında tek bilgisi Mavi olan bir turist olarak methini duyduğunuz bu mekana giden benim gibi biriyseniz, ilk başta şöyle bir binayı inceleyip etkileniyorsunuz. Taştan bir Rum evi. Bana denk gelen müzik her ne kadar "Anılar 9" repertuvarıyla çalan bir gitar - vokal olduysa da, saatler ilerledikçe gitaristimizin maharetlerini ve sesinin rengini çeşitlendirebileceği repertuvar zenginliğine sahip olduğunu görebildim. Ama beni en çok etkileyen bu mütevazı bardaki ses tesisatı.
Üçüncü mekan Bios. Tamamen rastgele seçilen bu mekana girince (tabii bomboştu) bir şaşkınlık daha yaşadım. Giriş kapısının üstünde yüksek bir sahne ve daha da yüksek bir davul platformu. 5 - 6 metrelik bir tavan. Geniş, ferah bir mekan. Sonunda müzik başlıyor. (Bu arada İzmir'de ne kadar iyi canlı müzik yapılıyorsa, o kadar kötü DJ'ler var. Hemen her mekanda çalan müzikler felaket. İnsan sürekli "Bu şarkıdan sonra bu ne alaka," diyor). Brit - pop, alternatif rock tarzında cover'lar... Herkes enstrümanına hakim. Hiçbir şey aksamıyor. Cover çalan bir grubu dinlerken yaptığım eleştirilerle çevremdekilerin bile keyfini kaçıran ben, ağzımı açıp bir şey söyleyemiyorum. İyi ses tesisatına burada iyi ışık tesisatı da giriyor. Bir ara kafamı çeviriyorum, içerisi dolmuş taşıyor. Grubun adı Antisilence. Her şey dört dörtlük.
Dördüncü mekan için son derece önyargılıyım. "Çok iyi türkü söylüyorlar," diye methediyor arkadaşım. Gözümün önünde İstanbul'daki türkü barlar. Ayıp olmasın diye kabulleniyorum. Ve İzmir'deki en büyük şaşkınlığımı yaşıyorum. Mekanın adı Nektar, grubun adı Boran. Mekan klişe, grubun adı klişe. İyice keyfim kaçıyor. "Bir bira içip kaçarım," diye düşünürken müzik başlıyor. Dedim ya önyargılıyım. Ama bağlamacı şelpe ile funk, capo ile kısalttığı sapta ritm gitar çalmaya başlayınca kayıtsız kalmak mümkün olamıyor. Bir klavyeci var. The Doors'un basçısı mübarek. Bir funk, bir ritm derken başlıyor ayaklarım yere vurmaya. Hemen tüm Anadolu üflemelerini çalan genç yeteneğin müzikte kapladığı hacme dikkat kesilmişken davulcu Manisa'dan geliyor. Davul kuruluyor, ben utanmasam peçeteye istek yazıp gönderecek hale geliyorum. Hiç bilmediğim türkülerden en gaza getirici türkülere harmanlanmış bir repertuvar... Her biri solculuğunu içkiye meze etmeden eğlenen bir dinleyici kitle. Gencecik yetenekler tevazu ile virtüözlük arasında geziniyor.
Son mekanımız Roi. "Nereye gidelim," diye dolanırken giriyoruz içeri. Bina dışardan hiçbir sır vermiyor. Ama içeri girince etrafa bakmaktan müzikle ilgilenemiyoruz. Geniş bir giriş, şömineli bir oda derken o da ne. Bir Shakespeare tiyatrosu var aşağıda. Yine yüksek bir sahne, önünde bir pist ve sağ tarafta iki kat balkon locası. Pist dolu, localar dolu, girişten sahneye bakan balkon dolu. Aşağıda kendilerine De Tone ismini seçmiş gençler, gitarlarının ırzına geçiyor. Nu - metal, hard - core formları arasında gezen Türkçe ve İngilizce cover'lar. "Sarı Çizmeli Mehmet Ağa"yı böyle dinlemek hiç fena değil. Davulcu bazen ritm kaçırıyor ama olsun. Davulda çift tomtom, çiftli cross pedal ve toplam on iki zil var. Bu arada davuldaki mikrofonları saymaya başlıyorum. Yedi tane. İstanbul'da Açıkhava, Babylon ya da ne bileyim Venue'de bir konser dinlemiyorsanız nerede bir davula yedi mikrofon konulduğunu gördünüz? Hepsi de olması gereken özelliklerde. Biz mikrofonsuz davullara alışığız. Burada neler oluyor?
Özetle İzmir'in geceleri müzikle dolu. Rastgele seçilmiş bu mekanların hepsinde iyi müzik dinledim. Kim bu müzisyenler, kim bu işletmeciler? Bu güzel müzik ortamı nasıl oluştu? Niye kimsenin haberi yok?
İstanbul'un "En iyisini ben bilirim," tavrını bir yana bırakıp gözünü kulağını dışarıya çevirme zamanı gelmiş. O ise kendini o kadar önemsiyor ki hak ettiğini elindeki zannediyor. n
Bios: (0232) 463 10 68 / Nektar: (0232) 464 20 10 / Mavi: (0232) 463 01 94 / Roi: (0232) 422 19 19 / Neyzen: (0232) 422 62 18