Kültür Sanat Resim dost olunca...

Resim dost olunca...

26.03.2007 - 00:00 | Son Güncellenme:

İlk kapsamlı kişisel sergisi Milli Reasürans Sanat Galerisi’nde süren Hatapkapulu, 'Evlere girebilmek çok önemli. Ev sahibi resimle iletişim kurduğunda, resim misafirden öte dost olur’ diyor.

Resim dost olunca...
Aslı Onat

Uzun yıllar Viyana’da ve Moskova’da yaşadıktan sonra, 2002’de Türkiye’ye dönen ressam Sedef Hatapkapulu’nun Türkiye’deki ilk kapsamlı kişisel sergisi, Milli Reasürans Sanat Galerisi’nde devam ediyor.
Sergide Hatapkapulu’nun soyut çalışmaları yer alıyor. Aralarında sanatçının hem bu sergi için özel olarak yaptığı tablolarını hem de eski dönemlerinden eserleri bulmak mümkün. Hatapkapulu çalışırken özellikle 'renk’ konusuna ağırlık verdiğini söylüyor:
“Resimde bir yere sarı koyuyorsam, o anda benim için sarının zıttı olan rengi hemen onun karşısına koyarım. Ama 'o an’ gerçekten de çok önemli; 10 saat sonra tercihim değişebilir”.  
Önce Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde okuyan, ardından  Viyana’da 10 yıl sanat öğrenimi gören Hatapkapulu, bu sergi için neden 5 yıl beklediğini sorduğumuzda şöyle yanıt veriyor:

Haberin Devamı
Dokunmayı önemsiyorum
“Samimi ve açık olmak gerekirse bekleme niyetinde değildim. Pek çok galeriye kataloğumu götürdüm. Resimler beğenildiği halde bana geri dönüş yapılmadı. Oysa 20 yıldır resim yapıyordum. Benim için insanların evlerine girebilmek çok önemli, orada sonsuza dek misafir gibisiniz. Ev sahibi resimle özel bir iletişim kurduğu zaman, resim misafirden öte dost olur. İstanbul’da resim yapan, T.C. sınırları içinde yaşayan bir kadın sanatçı olarak burada var olmak istiyorum”.
Hatapkapulu, resim yapmak için boş bir tuvalin karşısına geçtiğinde bazen saatlerce yoğunlaşarak bir tür trans durumuna girdiğini belirtiyor:
“İlham geliyor derler ya, aslında gelmiyor. Gençlikte bu olabilir ama belli bir yaştan sonra ilhamı siz kendinize getiriyorsunuz. Renklerin yanında dokunmayı da çok önemsiyorum. Resim yapmak organik, aynı zamanda bedensel bir eylem benim için. Bazen elimle de resim yapıyorum. Sergideki panoları yaparken birkaç parmağım nasırlaştı, derileri soyulmaya başladı.
 Ama bu bana zevk veriyordu. Bir resme başlayınca onu bitirmek zorunda hissediyorum. Araya 3 gün girerse, yaptığım, başka bir resme dönüşüyor. Sonunda o tuval bir şahıs gibi oluyor sizin için; 'Tanıştığıma memnun oldum’ dediğiniz anda onu benimsiyorsunuz”.

Kafka şehri ama...
Hatapkapulu, yurtdışındayken kaybetmiş olduğu yılları tekrar kazanmaya çalıştığını anlatıyor. Viyana’daki 10 yıldan sonra, Moskova’da 5 yıl geçiren sanatçı, yurtdışındaki süreciyle ilgili olarak şunları söylüyor:
“Viyana tam bir Kafka şehri. Orada çok iyi bir eğitim aldım ama aynı zamanda hayatımın en kötü dönemini geçirdim. Yabancı düşmanlığı da fazlaydı.”
“İstanbul beni tatmin etseydi gitmezdim” diyen Hatapkapulu, Mimar Sinan’da öğrenciyken disiplinli fakat kısıtlayıcı bir eğitim gördüğünü, durumun bugün de benzer olduğunu ifade ediyor:
“Öğrenci sanatı seçtiyse, bunun bir sebebi vardır. Bizde, öğrenciler büyük bir coşku içinde girdikleri akademinin son sınıflarına doğru şevklerini yitiriyor.
Çıplak ve detay çizip kompozisyon ve natürmortla uğraşa uğraşa kendilerinin ne yapmak istediklerini unutuyorlar. Oysa Viyana’dayken bize gelecekte sanatçı olacak insanlardan çok zaten sanatçı olmuş insanlar gibi davranılıyordu. Sürekli olarak kendimize ve yaratıcılığımıza konsantre olmaya yönlendiriliyorduk.
 Viyana’dayken hoca olmayı da öğrendim. Kendi çocuklarımı da, şunu bunu yapın demek yerine, davranmalarını istediğim şekilde hareket ederek eğitmeyi tercih ediyorum”.
31 Mart’a kadar Milli Reasürans Sanat Galerisi’nde. (0212) 231 47 30