Kültür Sanat Son Röportaj!

Son Röportaj!

06.04.2020 - 07:00 | Son Güncellenme:

.

Son Röportaj

Atilla Birki- ye’nin yeni romanı “Sevgi Soysal ile Son Röportaj”ı çok severek okudum; daha doğrusu, apaçık hayranlık duyarak okudum. Atilla bu romanın Literatür Yayınları’nca okurla buluşturulacağını söylediğinde, her zamanki bilgiçliğimle, adını beğenmemiş, hatta Atilla’ya değiştirmesini önermiştim. Şimdiyse, gerçekten çok yaraştığını düşünüyorum bu adın romana.

Yıllar yılı romanlar okusanız da, yıllar yılı romanlar yazdığınızı sansanız da, kimileyin bir romancının tuzaklarına düştüğünüz oluyor: “Sevgi Soysal ile Son Röportaj” sessiz sedasız tuzaklarla dolup taşan bir metin. Arka kapaktaki tanıtımı dikkatle okumalıyız: “Yazar, nesnel gerçeklik ile kurmaca arasındaki sınırın belirsizliğinin altını çizerek, gerçek kişilere gerçek olaylara da gönderme yapıyor. Dolayısıyla bir romanda ‘gerçek nerede bitiyor, kurmaca nerede başlıyor’ sorusunu da gündeme getiriyor.”

Haberin Devamı

Gençlik yitiminin romanı

Ne yazık ki başta anlamamışım. Sık sık bir Selim adı geçiyor; yeniden bir roman kişisi oldum diyordum… Sık sık “Memet Ağbi” adı beni uzun yıllar öncesine götürüyor, yolun başında yardımlarını çok gördüğüm Memet Fuat’ı okuduğumu sanıyordum. Anlatıcı da bu durumda elbette Atilla Birkiye… Ama roman boyunca anlatıcının adı bir kez olsun anılmıyor. Ne yazık ki sona yaklaşırken bu durumu ayırt ettim. Neredeyse bir anılar toplamı, bir anı-roman olarak okuduğum “Sevgi Soysal ile Son Roman”ı zorunlulukla yeniden okumaya koyuldum.

Romandaki derinlikli kurguyu ancak ikinci okuyuşta kavradım. Ve yazarın çabasına, emeğine çarpılıp kaldım. Adsız sansız anlatıcının bize dile getirdikleriyle baş başaydım artık: Edebiyat tutkunu bir genç adam, daha doğrusu bir yeniyetme. Kaç yaşında? Heyecanlarına, edebiyata tutkusuna bakarak çok genç; fakat yıllar sonrasının olgunluğuyla, sönmüş sevinçleriyle, hatta hayal kırıklıklarıyla karşımızda. Bir gençlik yitiminin romanı diye de okuyabiliriz “Sevgi Soysal ile Son Röportaj”ı.
38. sayfada anlatıcı “(…) Aklımda kalanlar işte” diyor. Öyle mi? Yoksa Birkiye bu, akılda kalanları kurgulamak, var etmek için koca bir ‘roman’ mı yazmış?

Edebiyat ortamının coşkusu

Dıştan bakıldığında genç anlatıcı Sevgi Soysal’la bir röportaj yapmak istiyor; Ankara’ya gitmiş. “Yenişehir’de Bir Öğle Vakti” anlatıcının çok sevdiği bir roman. Herkesin anlattığından hayli farklı, biraz yorgun bir Sevgi Soysal’la karşılaşacak… Anlatıcının en büyük isteği, bu röportajı Dergi’de yayınlanması. Dergi’nin yöneticisi “Memet Ağbi” anlatıcının sorularını denetlemiş… Gerisini anlatmayacağım, budalalık edip. Gerisi çünkü ‘asıl’ roman.

1970’lerin edebiyat ortamını; o, ülkülerle, gelecek düşleriyle dolup taşan, tek başına bir ‘ışık’, aydınlık olan edebiyat ortamını Atilla Birkiye bütün coşkularıyla yaşatıyor. Roman artık roman olmaktan uzaklaşıp o yıllara dair bütün bir edebiyat yaşamı oluyor.

Anlatıcının büyük heyecanlarla Ankara Caddesi’nden Sirkeci’ye inişine tanıklık ediyoruz. Bir zamanlar romandaki değil, hayattaki Selim de o yokuşlardan inmişti. Şimdi okurken romandaki Selim’i, ben de yine aynı heyecanları duyuyorum.

Bir ayna motifi söz konusu: Birkiye’nin romanı “Yenişehir’de Bir Öğle Vakti”nden alıntıyla başlıyor: “Olcay sokak kapısını hızlıca örttü. Çıkmadan antredeki boy aynasına göz atmayı unutmamıştı.” Evet, boy aynası. Boy aynası ve antrede. Ve kapıyı usulca kapatırken. Başta “Sevgi Soysal ile Son Röportaj”ın anlatıcısı, bütün roman kişileri de öylesi bir boy aynası önünde bir an, kıpkısa bir süre donup kalıyorlar.

Bitimine doğru birdenbire sinema sanatının bazı olanaklarından yararlanan bu roman, bence, çağdaş romanımızın en güzel eserleri arasında, şimdiden!

Yazının tamamı Milliyet Sanat dergisinde...