İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü Müdürü ve Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Biyokimya Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Sevil Atasoy ile Genome Projesi üzerine konuştuk. 12 yıl Adalet Bakanlığı Adli Tıp Kurumu Kimya Dairesi Başkanlığı yapmış olan Atasoy, Adli Bilimler Derneği başkanı, Birleşmiş Milletler Eğitim Komisyonu, Amerikan Adli Bilimler Akademisi, Avrupa Adli Bilimler Ağı, Alman Adli Tıp Derneği gibi uluslararası pek çok dernekte üye ve Asya - Pasifik Tıp, Hukuk ve Bilim Birliği yönetim kurulu üyesi.
*Genome Projesi ile ilgili olarak yapılan açıklamalar, sizce DNA'nın sırrının çözüldüğünü mü göstermekte?
26 Haziran'da tamamlandığı iddia edilen aslında bir ilk taslak, eskilerin deyimi ile müsvedde. Çünkü DNA'nın nükleotid dizilişlerini bilmek ne hastalıkların önlenmesine, ne de tanısı yada gen tedavisi ile tamamen ortadan kaldırılmasına yetmiyor. Önce, sayıları yüzbini aşan genlerin nerelerde yerleştiği belirlenecek, daha sonra bunların ürettiği proteinlerin yapısı ve işlevleri aydınlatılacak. Ancak bundan sonra genlerin sırrı tam olarak çözülmüş olacak.
*DNA dizininin aydınlatılmış olması adli tıp mesleğini nasıl etkileyecek?
Ülkemizde, adli bilimler çerçevesinde bir suçun aydınlatılması için DNA analizleri halen kriminalistik amaçlı olarak yapılıyor. Yapılmakta olan çalışmaların temel hedefi ise kriminalistikten ziyade, hastalık tanısı, engellenmesi ve tedavisini amaçlıyor.
Yani olay yerinde, ya da mağdur üzerinde bulunan kan, kıl, sigara izmariti, sperm lekesi, tükürük lekesi gibi bir biyolojik delil ile şüpheli kimsenin karşılaştırılması konusuna bir yararı yok. Çünkü bu karşılaştırma sırasında, dünyanın tüm ileri ülkelerinde olduğu gibi Türkiye'de DNA profilleri çıkartılıyor.
DNA profili için FBI 13 bölge çalışılmasını, Interpol ve Europol ise 8 den az olmamasını öneriyor. Eğer FBI'ın 13 bölge kriteri kullanılırsa, tek yumurta ikizleri hariç, yeryüzünde DNA profili birbirinin aynı olan 2 kişi bulunmadığını biliyoruz.
Adli Tıp Enstitüsü olarak biz, gerek babalık tayinlerinde, gerekse olay yeri biyolojik materyalinin karşılaştırılmasında Avrupa için konan kriterlerden ziyade, güvenilirliğinin daha fazla olduğuna inandığımız FBI'ın kriterlerine uymaktayız. Ancak bildiğiniz gibi, Türkiyede kriminal amaçlı DNA profillemesinde uyulması gereken "olmazsa olmazlar" ne yazık ki yasalarla düzenlenmiş değil. Halbuki kalite güvenilirliği açısından bu tür düzenlemelere mutlaka ihtiyacımız var.
Adli Tıp Enstitüsü olarak bir Delil Yasası, bir Genetik Bilginin Gizliliği Yasası, bir DNA Bankası Yasası'nın çıkabilmesi için 90'lı yılların başından beri uğraşmaktayız. Bu yönde hazırladığımız yasa teklifleri halen Adalet Bakanlığının ilgili komisyonlarında.
Ülkemizde ne yazık ki biyolojik deliller hala istenilen oranda ve biçimde toplanmıyor ve analizlerinde gereken standartlara uyulmuyor. Halbuki hem gerçek suçlunun bulunmasında, hem de suçsuz olanların haklarının korunmasında DNA analizlerinin vazgeçilmez bir yeri var. Yalnız ABD'de onlarca mahkumun DNA analizleri sonucunda haksız yere cezalandırıldığı ortaya çıkmış ve serbest bırakılmışlardır.
*DNA ile yapılan araştırmaların hep insanların yaşamını kolaylaştıracak sonuçlarından söz ediliyor. Acaba kötüye kullanılabilecek etkilere ve genetik ayırımcılığa yol açabilir mi?
Evet kötüye kullanılabilir. En azından sigorta şirketleri, işverenler, mahkemeler, okullar, güvenlik birimleri ve silahlı kuvvetlerin insanların genetik bilgilerine ulaşmaları mutlaka engellenmeli. Sigorta şirketleri kişilerin genetik test sonuçlarına bakarak primlerini yükseltebilir, hatta hiç sigortalamayabilir. Öte yandan okullar en akıllı öğrencileri, ordular en güçlü, en dirençli, en savaşçı olanları seçmek isteyebilirler.
Genetik bilginin sağlık personeli dışındakilerin eline geçmesi bir ayırımcılığa yol açabilir. Nitekim Amerikan sigorta şirketlerinin bir kaç yıl öncesinde başlayan böylesi uygulamalarına
son verebilmek amacıyla Clinton Hükümeti sigorta şirketlerine genetik test yaptırma yasağı getirdi. Ayrıca Federal Hükümet de personel alırken yada işten çıkartırken genetik test yaptıramıyor. Bu uygulamayı özel sektör işyerlerine yönelik olarak genişletme gayreti içindeler.
Genetik araştırmalar durdurulamaz. Her türlü kötüye kullanımın engellenmesi yasal önlemler ile sağlanabilir. Günümüzde A.B.D. dışında hiç bir ülkede gerçekçi boyutlarda yasal düzenleme yok. Oradakiler bile daha çok eksik.
*DNA yapısının ve işlevlerinin tam olarak bilinmesi suçla mücadeleye nasıl bir boyut katacak?
Bizim beklediğimiz gelişme daha çok teknik yani deney aşamasında olan DNA chipleri alanında. Bu olduğu takdirde artık delillerin toplanması, paketlenmesi ve kriminal laboratuvarlara gönderilmesi gerekmeyecek ve analizler daha olay yerindeyken yapılabilecek. Bu gelişme bir yandan delil toplanması ve gönderilmesi ile ilgili hataları ortadan kaldıracak, diğer yandan suçlunun bulunmasını hızlandıracak. Hele bir de yasalarla düzenlenen bir DNA bankamız olursa suçla mücadele istenen ve özlenen başarıyı yakalayabileceğiz.
Suçla mücadelede, "her ne pahasına olursa olsun suçluyu bulacağız" gibi radikal söylemlerde bulunmak; yeryüzünde yaşıyan tüm insanların DNA profillerini bir bankada toplamak mümkün. Ancak, bu, gerek insan hakları, gerekse etik açıdan pek de desteklenecek bir durum değildir.
Bu boyutlarda olmasa bile kanımca, belirli suçları işlemiş ve mahkum olmuş olanların DNA profillerini içerir, güvenilir ellerde bulunan ve yasal olarak düzenlenmiş bir DNA bankasının kurulmasında büyük yarar var. Çünkü yasal olmayan DNA bankaları var. Büyük tehlike yaratan bu durum bir an önce ortadan kalkmalıdır.
*Suçluların tedavisi de yapılabilecek mi?
Örneğin DNA ile ilgili araştırmalar yakın bir gelecekte bir kişinin alkol ve diğer uyuşturucu ve uyarıcı maddelere karşı bağımlılığına genetik olarak yatkın olduğunu saptamamızı mümkün kılacak. Benzer şekilde var olan ya da olası, değişik akıl hastalıkları hakkında da
bilgi verebilecek. Bu durum, yasalar karşısında anılan kişilerin ne ölçüde kendi davranışlarından sorumlu tutulabileceğini de gündeme getirecek.
Suçluların, "Bu durum benim genlerimde yazılı, ben davranışlarımdan sorumlu tutulamam ve cezalandırılamam" şeklindeki savunmalarına; ciddi boyutlarda hukuki tartışmalara yol açacak. Belki de tüm ceza yasaları yeniden yazılacak.
Belki de suçluluğa yol açabilecek genler, daha suçluluk ortaya çıkmadan saptanabileceği için hiç suç işlenmeyecek. O zaman suç nedir, kusur nedir, hastalık nedir? diye sorular sorulacak. Ancak her şeyin genetik bir determinizm olmadığını, çevre koşullarının da ifade üzerine etkili olduğunu unutmamak gerekir.