Depremzede Türkiye'nin kanayan yarası çadırkentler Osmanlılar zamanında Batı'da hayranlık uyandırıyordu
Marmara depreminde çadırkentleri "çamurkentlere" dönen Türkiye'de, Osmanlı İmparatorluğu'nun bu konuda Batı'da hayranlık uyandıran organizasyonundan hiç ilham alınmadığı da ortaya çıktı.
İngiliz gazeteci Jason Goodwin'in "Ufukların Efendisi Osmanlılar" adlı kitabında, "Osmanlı'nın; kuşattığı Viyana'dan daha büyük ve düzenli, sebze - meyve bahçeli, güneşe ve suya dayanıklı malzemeyle yapılmış çadır kentler kurduğu" vurgulandı.
Türkçe baskısını Sabah Yayınları'nın bastığı kitaptan bazı bölümler şöyle:
200 bin kişiye taze ekmek:1683'te Osmanlı ordusu Meriç Nehri'ni geçip Viyana'ya doğru yola çıktığında hareket halindeki 200 bin kişi her akşam taze ekmek yiyordu ve 1548'de İran Şahı'nın üzerine yürüdükleri zaman -yerel şeyhlerin onları batıl itikatlarla doldurmaması için hızlı hızlı ilerledikleri söylenir- düşmanın üzerine toplarla -böyle şeyleri İranlılar daha önce hiç görmemişlerdi- saldırdıkları zaman, ordunun ihtiyaçları öylesine iyi karşılanmış ve yaşam için gerekli herşeyin ikmali öylesine iyi örgütlenmişti ki, Osmanlı ordusu, Şah'ın çekilirken yaktığı bozkırda haftalarca hiç aksamadan yürüyebilmişti.
Güneşe ve suya dayanıklı çadırlar: Batı karargahları ayyaşlık ve fuhuşun kol gezdiği yerlerdi. Osmanlı karargahları ise çadır kazığına vurulan tokmağın sesinden, deve öksürüğünden, pilav kazanlarının fokurdamasından daha yüksek bir sesin duyulmadığı çay partileriydi. Bizans vakanüvisi Chalcocondyle, "Hem erzak bolluğu, hem de ordugah kurarken hiçbir kargaşaya ya da şaşkınlığa düşmemeleri bakımından, orduları ve karargahları daha iyi durumda olan başka bir hükümdar yoktur" diye yazdı. İtalyan seyyah Comte de Marsigli, 18. yüzyılda Osmanlılar'ın hala g"çebe geçmişlerinin etkisi altında olduğunu söylerken, en başta onların çadırlarını düşünüyordu. Osmanlı ülkesi bunlarla doluydu. Onların, kendilerini çöl güneşinden ve Balkan yağmurlarından koruyan çadırlar vardı.
Viyana'dan düzenli çadırkent:İmparatorluğun gerçek temeli, Topkapı'yla, o taştan çadırla atılmıştı. İmparatorluğun gerçek gücü kendisini ileri atma yeteneğiydi. Öyle ki,
son Viyana kuşatmasında Avusturya başkentinin yanında, çadırların arasındaki düzgün sokakları ve sadrazamın meyve ve çiçek bahçeleriyle Viyana'dan daha büyük ve daha düzenli çadırdan bir kent kurmuştu.
Hava kararınca, açık arazinin ortasında, bir saat gibi mucizevi bir zaman içinde ve imrenilecek bir hesaplamayla koskocaman bir şehir gibi kurulunca, Dursun Bey ordu karargahına "Osmanlı düzeni" demişti.
Bürokrasi ve kabul çadırları:Hükümet bürokrasisi dört çadır direği ile şematik olarak temsil edilirdi: Sadrazam, haznedarlar, kadılar ve vezirler. Her sultan kendisi için bir kabul çadırı yaptırıyordu; Galland'ın gördüğü, 16 direk üzerinde duran hipodromun üzerine kurulmuş ve üzerine kırmızı ve yeşil stilize yapraklar işlenmiş atlas çadırları yapmak yıllar sürüyordu. Ordu beş ay süreyle açık arazide kalıyurdu ve ordugahlarının mükemmel düzeni onları savaşa tazelenmiş olarak hazırlamakla kalmıyor, ayrıca açılır - kapanır bir kale gibi hizmet veriyordu; çünkü ordugah, ani bir saldırıya karşı halatlarla çevrelenmişti. İlk zamanlarda bir tanık, "Osmanlılar arazide evdekinden daha şahane yerlerde kalıyorlar" diye düşünmüştü; üst düzey yöneticiler için kırmızı ve sarı, sadrazam için mor çadırlar, sultanın kulları arasındaki güç dağılımını gösteriyordu.
İsyan ilanı da çadırdan:Ahırlar bile çadır bezleriyle kaplanırdı ve büyük bir sarayda bulunan her türlü konfora sahipti. Atlılara, ücretlerine ilave olarak, yıpranan çadırları satma hakkı tanınıyordu. Yeniçeriler İstanbul'daki kışlalarında tıkılıp kaldıklarında, memnuniyetsizliklerini belirtmek için
yemek kazanlarını devirirler ve sultanın yemeğini yemeyi reddederlerdi; sefer esnasında ise komutanın çadırının ipleri kesilip de şahane satenler çamurlara bulanınca, isyan ilan edilmiş olurdu.