Hilton Oteli'nde ,"burası Amerikalıların " diyerek oda verilmeyince, otel personeni silah zoruyla kapıya dizerek, Amerika aleyhtarı bir nutuk çeken Kılıç, aynı otele daha sonra kumarhanenin sahibi olarak girdi
Atilla GÜNER
Altı erkek kardeşi ve ailesiyle geldiği Ankara'da ilk ve ortaokulu okuyan Kılıç, sonradan açtığı "bitirimhane" ile iş sahibi oldu. Kumar pastasından pay alan bu yeni konuğa, eskiler "dur bakalım" demek için kahvehanesini basmakta gecikmediler. İlk baskında üç yaralı vardı, polis fezlekesinin sanık bölümünde Dündar Kılıç'ın adı yazılıydı. "Kürt Cemal" lakaplı kumarhane duayeni Cemal Koşar bir baskında ölünce Kılıç da tutuklandı. Sonradan beraat etti ama bu olay "kan davası"na dönüştü ve hep onu gölgesi gibi izledi. 1960'lı yılların başında Kürt Cemal'in öldürülmesi binlerce kişiyi ayağa kaldırmıştı.. Nuri Sesigüzel, bu infazın ardından hüzün dolu bir ağıtı plağa okudu. Piç Ahmet diye tanınan bir amatör de benzer bir plak çıkardı. Kılıç, Halit Çapın'a (Bir Kabadayının Anotomisi) o dönemi şöyle anlatıyor:
" Halit abi, Allah inandırsın, Ankara'da bu plakları dinleyip, rakıyı, şarabı içen, silahlanıp bizi öldürmeye çıkıyordu..."
Nuri Sesigüzel'e "Niye canımızı aldırmak istercesine böyle bir plak yaptınız" diye sitem edince Dündar Kılıç şu yanıtı alıyordu:" Seni tanımış olsaydım. Sana zararlı olacağını bilseydim yapmazdım"
Cezaevindeki pusu
Ankara Cezaevi'nde Yozgatlı Şahin, 25 lirası peşin 100 lira karşılığı Kılıç'ı öldürme işini üstlendi. Ancak Kılıç'ın cezaevindeki dostları bu planı boşa çıkardı. Kılıç tetikçiyi bıçağıyla yakalayıp, kendi ifadesiyle " öldürmekten beter" etti. Bu olaydan üç yıl ceza aldı ve 1963 affıyla tahliye oldu. Bu dönemde tutuklanan ihtilalci subay Talat Aydemir'le de tanıştı.
'Amerika' nutku
Dündar Kılıç, yalnız tetikçileriyle değil, İstanbul'un kuralları ve kendisine "yanlış yapan"larla da karşı karşıya geldi. Çapın'a anlattığına göre bir hanım arkadaşıyla -üstelik kravatlı olarak- geldiği Hilton'da kendisine oda verilmeyince, olan olmuş. "Burası Amerikalıların size oda yok" demeleri ve diretince "küstah" yanıtını alması üzerine silahını çekip, görevlileri sıraya dizmiş. Amerika ve Amerikalılar üzerine çektiği nutuğun ardından çağırdığı taksiye atlayıp uzaklaşmış. Ve yıllar sonra Kılıç bu otelin kumarhanesini işletirken, otomobilinden her inişte saygıyla karşılanmış nutuk çektiği kapı önünde..
Belki de bu olayın etkisiyle Kılıç, yıllarca "Amerikan malı" diye viski içmemiş. İngilizlerin ürettiği bir içki olduğunu öğrenince bu ambargoyu sona erdirmiş.
Kılıçlar ve "tetikçileri" İstanbul'da
Ankara'da başı dertten kurtulmayınca aile kararıyla 1964'de İstanbul'a göç edip Hasköy'e yerleşti. 10 amcaoğlu da onu izledi. 25 bin lirayla geldiği kentte Kürt İdris ile Beyoğlu'nda klüp açtı. Burada da "Ankara hesaplaşması" peşini bırakmadı. İnfaz için gelen iki ekibin iki ayrı pususuna düştü. Sultanahmet Adliyesi'nde "horoz" lakaplı tetikçi Kaya Işıkmeşik'in kurşununa Smith Wesson'uyla ve "nefsi müdafaa" ile karşılık verince hasmını yere düşürdü. Tetikçi iki kurşunla yaralandı, Kılıç isabet almadı. Ve mahkemede beraat etti.
İkinci pusu Tarlabaşı Süslü Saksı Sokağı'nda kuruldu. Kahvehanesinin önünde otururken sokak iki taraftan kuşatıldı. Cumhur Şahin'in sıktığı kurşun Kılıç'ın arka sol tarafından girdi ve ciğerini parçaladı. Yere düştüğünde silahını ateşleyen kılıç, tetikçiyi alnından vurarak öldürdü. Ardından otomobile koşan Dündar Kılıç, diğer tetikçi Hüseyin Turan'ı ağır yaraladı. Ve "Türk Milleti adına" karar veren İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi'nin hükmü:"Dündar Kılıç'ın beraatine, sanık Hüseyin Turan'ın 23 yıl 8 ay ağır hapis cezasıyla tecziyesine..."
"Lastikli işkence" mi, "Seher Bülbülü" mü?
Ara rejimler sırasında sürekli cezaevinde bulunan Kılıç, 1960 ve 1971'den sonra 12 eylül 1980'den hemen sonra gözaltına alındı, kısa süre içinde serbest kaldı. Müdahelenin 4.üncü yılında "babalar operasyonu"yla gözaltına alındı. Bir kaç yıl önceki bir röportajda, ara rejimlerin doğurduğu felaketlerin kolay kolay onarılamadığını söyleyen Kılıç, bir dileğini de şöyle dile getiriyordu: "İsterim ki ülkeme bir daha ara rejim gelmesin"
Kılıç, Genelkurmay'da yapılan bir toplantının ardından 1984'de gözaltına alındıktan sonra 65 gün MİT elemanlarınca sorgulandı. Bu süre içinde nerede tutulduğunu hiç öğrenemedi. Yaklaşık 5 yıl sonra tahliye olunca, o dönemde ayaklarına üç bin sopa vurulduğunu ileri sürdü. Ve ilginç bir işkence yönteminin ilk kez kendi üzerinde denendiğini iddia etti. Kocaman bir kamyon lastiğinin içine konulduğunu söyleyen Kılıç, o anı yıllar önce vurdurduğu gazeteci Ahmet Vardar'a şöyle anlattı:
"Bir tekme atıyorlar devriliyorsun ve döne döne karşı duvara kadar gidiyorsun. Sonra karşıdaki bir tekme atıyor geri yuvarlamaya başlıyorsun. Acayip bir şey yani. Bunu herhalde ilk bende denediler."
O tarihte Mit'te görev yapan ve yıllar sonra Susurluk skandalı nedeniyle çete davasında yargılanacak olan Korkut Eken ise, işkence iddialarına çok geçmeden "asılsız" açıklamasında bulundu. Eken, " ufak tefek rahatsızlıklarını beyan edince iki kez hastaneye sevk ettik" dediği Kılıç için şaşırtıcı bir tespitte de bulundu:"
Kahve çay içerek saatler süren ifadeler vermiştir. Bunun üzerine kendisine "Seher Bülbülü", "Şafak Bülbülü" gibi lakaplar takılmıştır."
Yılmaz Güney'i kim kaçırdı?
Sorgu sırasında, Kılıç'a çok şey soruldu:"Bazı üst düzey askeri yetkililerin ilişkileri, MİT mensuplarıyla bağlantısı, mafya liderlerinin faaliyetleri ve Yılmaz Güney'in yurt dışına kaçışı..." Her türlü soruya hazırdı ama bu
son bölüm Kılıç'ı şaşırttı. Sınavda, cezaevi dostu Yılmaz Güney'le ilgili böyle bir soru geleceğini kestiremediği için bu soruya hiç çalışmamıştı:
"Nasıl kaçırdın diyorlar. Onun da hesabını benden sordular. Ben nasıl kaçırayım. Neredeyse Mao'yu da Atatürk'ü de sen öldürdün diyeceklerdi"
"Çirkin Kral"la dostluğunun boyutları biliniyordu. 1969 yılında hileli zarla 7.5 milyon lira borçlandırılan "zar tutkunu" Güney'in borcunu bir gözdağı ile sildirmiş, kumardan uzak durması için uyarmıştı. Güney'in öldüğünü yine cezaevinde öğrendi ve herkesin önünde ağladı.
Hümanist kabadayı
"Gangster başka, mafya babası başka, kabadayı başka. Kabadayı sever, sayar, hümanisttir. İnsan sevgisinden başka şey tanımaz., Ama kabadayılığı maske olarak kullanan arkadaşlar da vardır."
Bir röportajında konumunu böyle belirleyen Kılıç, kendisini saatlerce sorgulayan MİT sorgucusu ile kabadayılık konusunda ilginç bir diyaloga da girmişti:
Sorgucu: Sen şimdi bu dünyanın kralısın
Kılıç: Zavallıyım efendim zavallı
Sorgucu: Kabadayı dünyasında bir numaralı sensin
Kılıç: Eefendim ben. Benim şeyim şu.
Sorgucu: Bir gün seninde postunu delecekler, bir başkası çıkacak
Kılıç: Beni öldürselerdi şimdiye kadar öldürürlerdi. Beni öldüren yaşayamaz ki, yaşamasına imkan yok. 42 tane yeğenim, kardeşlerim var. Benim katillerimi hapishanede gardiyanlar bile temizler, parçalar. Ben halkıma hizmet ettim."
Kılıç'a göre kabadayı sayısı azdı, hepsini toplasan sayıları 10'u, 20'yi bile bulmazdı.