Maçı izlemeyen biri, her iki devrede de gol bulan ve rakibine gol izni vermeyen Fenerbahçe’nin rahat bir galibiyet elde ettiğini düşünebilir. Fakat maçı izleyenler gördü ki, sarı lacivertliler için galibiyet, iddia oranlarına yansıyan beklenti kadar kolay olmadı.
Bu durumun en önemli nedeni Fenerbahçe kadrosunun rakibine oranla daha iyi olsa da genel anlamda yeterli seviyede olmamasıydı. Nitekim maçın ilk yarısında iyi paslaşması, oyunu kontrol etmesi ve rakibinin hata yapması sayesinde öne geçen Fenerbahçe, maç boyunca sağ kanadının hiç çalışmaması, ikinci yarıda orta alanda güç kaybetmesi ve tehlikelerinin sadece iki isme bağlı olması nedeniyle maçı bir türlü koparamadı.
Aykut Kocaman bu senenin farklı bir sene olduğunu, bu nedenle belirli bir sistemden ziyade maç içinde, o maçı kazanmaya yönelik değişik anlayışlara yöneldiklerini olduklarını belirtiyor fakat Fenerbahçe’nin Stoch’un yükünü hafifletecek, formda bir Dia’ya ve ortasaha oyuncuların hücüma destek vermesine son derece fazla ihtiyacı var.
Beşiktaş’ın kadrosu ise Şükrü Saraçoğlu Stadı’nda her şeyden önce mücadele vadediyordu; öyle de oldu. Fakat siyah beyazlıların Kadıköy’de mücadele etmektendaha fazlasını
Geçen haftaki beyin jimnastiğinde kaldığımız yerden ve bu kez Galatasaray ile Beşiktaş'ı esas alarak devam edersek Spor Toto Süper Lig ve Premier Lig arasındaki takım-futbolcu eşleşmelerinde ortaya yine enteresan ve bir o kadar da heyecan verici transfer olasılıkları çıkıyor.
Vorm – Beşiktaş
Swansea bu sene İngiltere Premier Ligi’ne kelimenin tam anlamıyla damga vurdu ve bu başarıdaki en büyük paylardan biri takımın Hollandalı file bekçisi Michel Vorm’a ait. 28 yaşındaki Vorm’un bu yaşa kadar adını duyuramamış olmasının tek mantıklı açıklaması “keşfedilememek”. Zira hem sene başında Galler ekibine sadece 1.5m£’a transfer olması hem de bu seneki penaltı kurtarışları ve 9 maçta kalesini gole kapatması düşünüldüğüne ,tüm bunları başka türlü açıklamak mümkün değil.
Galler’in siyah beyazlı ekibinden bizim aynı renkleri taşıyan takımımıza geldiğimizde ise karşımıza, Vorm’un mevkisinde, iki isim çıkıyor; Rüştü ve Cenk. Cenk malum. Tek cümleyle özetlemek gerekirse takımından bugün ayrılsa kimseye “nereye gitti bizim kaleci” dedirtmeyecek bir oyuncu.
Rüştü ise asında daha da malum. Asla kötü kaleci değil ama en iyi zamanlarında dahi bir kaleciden beklenen en önemli özellik olan
Spor Toto Süper Lig’de 21, Premier Lig’de ise 22 hafta geride kalırken bu iki ligin büyük takımlarının artıları ve eksileri net bir şekilde ortaya çıktı.
Bizim ligimiz ile İngiltere ligi arasında her açıdan dağlar kadar fark olduğu malum. Fakat bir an için, iki ligdeki şartlar aynı kabul edilip her takıma, karşı ligden bir oyuncu seçme hakkı tanınsa, seçilmesi gereken isimler kimler olurdu?
Alex De Sousa – Arsenal
Arsenal son beş yılda üçüncülükten daha iyi bir derece elde edemedi. Fakat Londra ekibinin işi, bu sene eskisinden de daha zor. Zira bir yandan rakipler daha güçlü hale gelirken diğer yandan Wenger’in kadrosu önemli oyuncularını kaybetmiş durumda.
Başkent ekibinin savunma sorunları da hat safhada ancak kırmızı beyazlıların ilk ihtiyacı, arkadaşlarına pozisyon hazırlama becerisi ve lider özellikleri olan bir ortasaha oyuncusu. Bu noktada, gerek üstün yetenekleri gerekse agabeyliği ile Alex, Arsenal için biçilmiş kaftan.
Gözlerinizi kapatın ve düşünün; Alex ve Robin Van Persie.
Gary Cahill – Trabzonspor
Geçen sezon bu haftalarda 47 puana sahip olan bordo mavililerin bu sene sadece 33 puanda kalmasının en önemli nedenlerinden biri savunmadaki hatalar. Nite
Newcastle United, bu hafta içinde Papiss Cisse’yi renklerine bağladı. Bu transferin gerçekleşmesinde hiç şüphe yok ki Papiss’in, takımın yıldızlarından Demba Ba gibi Senagalli olmasının rolü büyüktü.
Fakat diyeceğim o değil.
Siyah beyazlılar, 26 yaşındaki futbolcu için Freiburg’a yaklaşık on milyon pound bonservis bedeli ödediler.
Diyeceğim o da değil.
Söyleyeceğim şey, Newcastle’lı Papiss’in ilk röpörtajındaki ifadeleri ile ilgili.
“... Giyeceğim 9 numaralı formanın son derece önemli olduğunun farkındayım ve teknik direktörüm bu formanın taşıdığı büyük önem ve anlamı bana gayet iyi anlattı. Bu formaya son derece saygıyla yaklaşacağım ve bu forma ile her maçta elimden geleni yapacağım...”
Anlaşılan o ki Newcastle United teknik direktörü Pardew –ki kendisi sadece iki senedir Newcastle’lı- Papiss ile ilk buluşmasında ona her şeyden önce, giyeceği 9 numaralı formanın kulüp için ne kadar önemli olduğunu, bu formayı zamanında Gallacher (624 maç, 463 gol), Malcom McDonald (381 maç, 193 gol), Milburn (420 maç, 255 gol), Les Ferdinand (443 maç, 184 gol) ve alan Sharer (622 maç, 313 gol) gibi efsane isimlerin giydiğini, kendisinin de bunun bunun bilincinde olması
Bana sık sık hangi takımlı olduğumu soruyorlar. Ben Fenerbahçeliyim ama Lefter Fenerbahçelisi.
Ondandır içimdeki Galatasaray sevgisi. Hiç gocunmam BeşiktAŞK yazmaktan veya Trabzonspor İnter’e gol attığında havaya zıplamaktan.
Bir anadolu takımı şampiyon olunca o yüzden mutlu olurum, durup durup Ankaragücü’nün içler acısı haline üzülmem de Lefter Fenerbahçeliliğimdendir.
Aslına bakılırsa, aynıdır tuttuğum takım Metin Galatasaraylısı ve Hakkı Beşiktaşlısıyla.
Üç oğlumuz olsa, adlarını Oğuz, Rıdvan, Aykut veya Metin, Ali, Feyyaz değil Hakkı, Metin, Lefter koymak isteriz biz.
Hepimizin gönlünde sarı lacivertin, sarı kırmızının ve siyah beyazın yeri ayrı olsa da gözlerimiz perdeli değildir eğriye eğri, doğruya doğru demeyecek kadar.
Daima kazanmak isteriz ama karşımızdakinin de bizim kadar kazanmak istediğini unutmayız. Kazanınca çok seviniriz ama kaybedince dünyamız kararmaz; teselli buluruz kendimize rakibin sevincinden.
Dedim ya Lefter Fenerbahçeliliği bu veya Metin Galatasaraylılığı, Hakkı Beşiktaşlılığı. Onların bize öğrettikleri.
Ne o muhteşem futboluna şahit olamamak engelledi seni tanımamızı ne de attığın golleri sonradan izleyememek. Bundan sonra yüzünü görememek de mani olmayacak, çocuklarımızın seni anlamasına, sevmesine ve senden ilham almasına.
Fenerbahçeliydin ve bununla her zaman gurur duydun ama kalbin o kadar büyüktü ki orada sadece sarı laciverte değil tüm renklere yer vardı. Almanlara karşı milli takım olarak Galatasaray’ın çıkmasını isteyecek kadar sarı kırmızılılara sevgili, Baba Hakkı’nın forma giydiği kulüpte oynamaya cesaret edemeyecek kadar Beşiktaş’a saygılıydın.
Paf takımı formasıyla a takımına dört gol attıktan sonra utancından bir yerlere kaçıp ortadan kaybolacak kadar mahçuptun.
Her zaman bizden biri oldun, hayatının dört yılını bu ülke için askerde geçirdin, ay yıldızlı formayla elli maça çıkıp onlarca gol attın fakat biz baban Rum diye sana çokça haksızlık ettik, seni üzdük. Sense değil bunlara ses çıkarmak her fırsatta alttan aldın ve bu ülkeye sahip çıktın.
Ellerinden gelse birbirlerini bir kaşık suda boğacak olan kulüplerin arasındaki ender bağlardan biriydin ve bu dünyadayken dokuduğun bu ağları ebediyete göç ettiğinde daha da güçlendirdin. Zira tüm kulüpler
Pazar günü Manchester City - Manchester United maçı oynandı, hakem Chris Foy, henüz maçın ilk dakikalarında skandal bir kararla City kaptanı Kompany’e kırmızı kart gösterdi.
Aynı olayın bizde olması halinde yaşanacakları çok iyi bildiğim için maçın ardından, özet görüntülerden ziyade Manchester City teknik direktörü Mancini’nin ne söyleyeceğini merak ettim. İtalyan teknık adamın çok sert konuşmayacağını az çok tahmin ediyordum fakat duyduklarım kafamın içinde adeta bir şimşek çakmasına neden oldu. Mancini maçla ilgili sadece bir cümle söyledi: “kırmızı kart maçın dönüm noktasıydı fakat hakem hakkında konuşmayacağım çünkü ceza almak istemiyorum.”
Bu açıklamanın üzerinde önemle durulması, defalarca başa alınıp dinlenmesi ve hatta pankart yapılıp dört bir yana asılması gerekir. Çünkü, bir bağlaçla birbirine bağlanmış bu iki kısa cümle, bizim futbolumuzda olmayan fakat olması gereken son derece önemli iki şeyi içeriyor; sisteme saygı ve güven.
Açıklamanın yapıldığı topraklardan yaklaşık 2.800km güney doğuya, ülkemize geldiğimizde ise ortam bambaşka.
Öyle eskilere gitmeye gerek yok. Daha Trabzonspor’un resmi sitesinden, başkan Sadri Şener’in ''TFF’nin bütün kurulları
Ne de çok seviyoruz arabeski, ajitasyonu!
Dört başı mamur olmaktansa bayılıyoruz kendimizi haksızlığa uğrayan taraf olarak göstermeye ve içimize kapanmaya. Çünkü karşı tarafla savaşmak zor kendi içine dönmek ise çok kolay.
Hatta meziyet sayarız içimize kapanıp dışarıya sırt çevirmeyi.
Bu iş millet olarak genlerimizde var. “Türk’ün Türk’ten başka dostu yok” demiyor muyuz? Şahsen benim bir dolu yabancı arkadaşım var ve hepsi de gayet iyi insanlar. Türk’üm ve başka milletten dostlarım var yani, daha nasıl söyleyebilirim; yanlış bu söz.
Aynı yaklaşımla,Fenerbahçe “biz bize yeteriz” diyor, Beşiktaş fazla yaratıcı olamadan, Beşiktaş’ın Beşiktaşlıdan başka dostu olmadığını söylüyor, Galatasaray’ın sloganı “tek büyük Galatasaray” ve Trabzonspor’un İstanbul takımlarına, diğer Anadolu takımlarının da büyüklere karşı tutumları zaten malum.
Bu sözlerin ve tutumların amacı camia içerisindeki birlik ve beraberliği arttırmak olduğundan, onları gayet masumane bulabilirsiniz fakat bu birlik ve beraberlik neye ve kime karşı?
Camiaların kendi içine kapanıp diğerlerine göre başkalaşmalarının tek nedeni diğerlerine karşı daha güçlü olabilmek. Fakat aynı tutum karşı tarafı da kendi