Yediveren Burak Yılmaz

7 Kasım 2011

Bir çiçeğin açması ve sağlıklı bir şekilde büyümesi için yerini sevmesi gerekir; tıpkı futbolcular gibi. Bu yüzdendir ki geçmişi başarılarla bazı dolu futbolcular yeni takımlarında başarılı olmazken elle tutulur bir kariyeri olmayan bazı oyuncular da yeni takımlarda elmas gibi parıldıyor.

Burak Yılmaz adını ne zaman bir gol dakikasının yanında görsem aklıma onun Beşiktaş’tan Vestel Manisaspor’a Holosko eksi 5 milyon avro eksi Koray Avcı, Fenerbahçe’den Trabzonspor’a ise Gökhan Ünal eksi 3.2 milyon avro karşılığında transfer olduğu gelir. Bugün ise Burak takasta kullanılarak alınan iki futbolcu ve üzerine ödenen milyonların toplamına eşit bir değerde. Bu enteresan durum yerini sevmekten başka nasıl açıklanabilir?

Burak’ın Antalyaspor karnesi başarılıydı, Beşiktaş ise vasatın altında. Vestel Manisaspor’daki görüntüsü yine tatmin ediciyken Fenerbahçe performansı neredeyse sıfır. Fakat bu inişli çıkışlı grafiğin tek sorumlusu olarak genç futbolcunun kendisini, onun teknik direktörlerini veya bulunduğu takımları göstermek yanlış olur zira her futbolcunun başarısı veya başarısızlığında bu unsurların tamamı ile birlikte daha onlarca değişken var; takımdaki arkadaşlık ortamı,

Yazının Devamı

Fenerbahçe savunmasını yazıyor

2 Kasım 2011

Bu sezon Fenerbahçe, bir futbol takımın başına gelebileck en kötü durumlardan birini yaşadı ve sürüncemede kalan durum nedeniyle yaşamaya da devam ediyor.

Temmuz ayından beri geçen sürede sarı lacivertliler, suçlandı, aşağılandı, henüz yargıç tarafından değil ama kamuoyunun bir kısmı tarafından yargılandı ve hatta infaz edildi. Bu büyük manevi sorunların yanı sıra kulübün Şampiyonlar Ligi bileti son dakikada iptal edildi, sarı lacivertliler büyük bir gelir kaybına uğradı ve çok önemli futbolcularını kaybetti.

Tüm bu yaşananlardan sonra aslında Fenerbahçe’nin dağılması işten bile değildi fakat başta takımını yoğun bir çaba sarfederek yaşanan tüm olumsuzluklardan olabildiğince uzak tutmayı başaran Aykut Kocaman’ın başarısı olmak üzere sarı lacivertli camianın taraftarından as başkanına kadar kenetlenmesi Fenerbahçe’nin bu büyük fırtınada savrulup gitmesini engelledi.

Bu kenetlenme bununla kalmayıp sahadaki oyunculara da yoğun bir şekilde sirayet edince sarı lacivertliler kaynağı çok üzücü olsa da futbolda her takımın şiddetle ihtiyaç duyduğu ve teknik direktörlerin takımlarına kazandırmak için akla karayı seçtiği çok önemli bir özelliğe kolayca sahip olmuş oldu: motivasyon!

Yazının Devamı

Deprem terörü

25 Ekim 2011

Bu köşe bir spor köşesi olsa da bugün paylaşmak istediklerim sadece spor değil özellikle son haftalarda devamlı acı haberlerle gündeme gelen ülke gerçeklerimiz üzerine.

Yazdıklarımın beğenmeme veya olumsuz konuşma merakı olarak algılanmasını asla istemem zira kendi ülkesi, insanı, dili, tarihi, kültürü veya alışkanlıklarından olur olmaz yerde şikayet edip tabiri caizse içinden çıktığı kabuğu beğenmeyen tavuklardan hiç haz etmem fakat mesnetsiz şikayetler ile gerçeklerden bahsetmek arasında da çok büyük bir fark var.

Batı dünyasının temelinde bireye verilen önem yatıyor, bizim önceliğimiz ise toplum. Bu yüzdendir ki batıdaki üniversitelerde büyük psikoloji fakülteleri bulunurken bizde bu dal hala sosyolojinin gölgesinden çıkamamış durumda. Aynı doğrultuda batılı insanlar toplumda rahat tavırlarıyla dikkat çekerken bizim hareketlerimiz daima “başkası ne der?” sorusu ile sınırlanmaktadır.

Bu durum aslında başlı başına bir sorun değil ama eğer toplum önceliği bireye hak ettiği değerin verilmesini engelliyor başka bir tabirle bireyi değersizleştiriyorsa o noktada sorunlar ortaya çıkıyor.

Ülke olarak maalesef ezelden beri teröre kurban veriyoruz. Sadece son 30 yılımızı kabusa

Yazının Devamı

Carlos Carvalhal

17 Ekim 2011

Carlos Carvalhaloldukça kısa bir süredir Beşiktaş’ın teknik direktörü olmasına karşın dün akşam katıldığı televizyon programında bize kendisini uzun süre dinleme fırsatı verdi; yıllarca teknik direktörlük yapıp da hiç bir zaman bu şekilde bir programa katılmayan nice meslektaşının aksine. Öncelikle bu durum, özellikle de takımı haftayı yenilgiyle kapatmışken, Carvalhal’ın kendine olan güvenini, sözüne sadık oluşunu ve dürüstlüğünü gösteriyor ki bunlar bir teknik direktör için çok önemli artılar.

Carvalhal bizim alışık olduğumuz tipte bir teknik direktör değil. STSL’de görev yapan çoğu meslektaşının aksine o, vasat futbolculuk kariyerine akademik çalışmalar da eklemiş, kendini bu alanda da yetiştirmeye çalışmış farklı tipte bir teknik adam.

Zaten %100 Futbol’da kendisini beş dakika dinlemek bile onun mayasında farklı bir şeyler olduğunun anlaşılması için yeterli oldu. Portekizli teknik adamın program boyunca gerek takımı gerekse Türk Futbolu ile ilgili teşhisleri ve tespitleri oldukça yerinde olduğu gibi onun “bu maçı unutacağız” klişesinin aksine “Kayserispor yenilgisini unutmayıp ondan dersler çıkaracağız” gibi bu işin teorisine kafa yormamış dimağlardan çıkmayacak

Yazının Devamı

B.Gezer neyi yorumlayacak

14 Ekim 2011

Ülke olarak malesef futbola dair iki kötü alışkanlığımız var. Bunlardan biri eski futbolcuları kırpıp kırpıp teknik direktör, diğeri ve daha vahimi de eski hakemleri aynı şekilde yorumcu yapmamız.

Emekli bir hakem, yorumcu olduğunda onun tartışacağı tek konu, eski meslektaşının maç içerisindeki kararları olacaktır. Fakat işin trajik yanı, verdiği kararların saatlerce, enine boyuna tartışılmasını faal bir hakem asla istemez. Neticede ortaya öyle bir durum çıkıyor ki yeşil sahalardan parlak stüdyolara transfer olan hakemler, kendilerine kapılmasını istemedikleri bir şeyi arkadaşlarına yapıyor; etik değerler sıfırın altında!

Bu işin bir diğer sakıncası da toplum olarak futbolun kendisinden ziyade tartışmalarına meraklı olmamızı göstermesi ve medyanın da düdüğünü asan hakemleri kamera veya klavye başına oturtmak can atmak suretiyle bu yaklaşıma çanak tutarak aslında bindiği dalı kesmesi.

Tıpkı sınavda başarısız olan bir öğrenciyi hocasının bıraktığı gibi, maç içinde aleyhimize olan her kararı hakem vermiş, lehimize olanları ise biz almışızdır. Rakibimi bir penaltı kazandıysa bunun müsebbibi rakibe atak şansı veren ortasahamız, atağı önleyemeyen savunmamız veya penaltı yapan

Yazının Devamı

Milli takimin iki yüzü

12 Ekim 2011

Milli takım ile ilgili iki ayrı durum var. Bunlardan birincisi grubun ikinci sırada tamamlanması, ikincisi de kapasitenin çok altında bir oyun sergilenmesi.

Bu iki durum ilk bakışta birbiri ile çelişiyor gibi görünse de aslında ortada bir çelişki olmadığı gibi bu iki gerçek birbirini destekler nitelikte.

Zira kötü oynarken kısa vadeli hedefe ulaşmak mevcut potansiyelin ne denli yüksek olduğunu gösteriyor. Nitekim bu potansiyel ve özellikle motivasyonla birleştiğinde ortaya öenmli bir güç çıkıyor;tıpkı Avusturya ve Belçika maçlarında olduğu gibi.

Fakat gönül ister ki milli takımımızın daha uzun vedeli planları olsun. Avrupa’da yetiştiklerinde ağzımız açık kalarak seyrettiğimiz Türk fidanları kendi vatanlarında da yeşersin ve ortaya Almanya karşısına çaresizleri oynayan değil onlara kafa tutan bir milli takım çıksın. Zira bugün her ne kadar play-off’a katılıyor olsak da bu bu durum milli takımımızın hâlâ kadrosunu oturtamadığı, Avrupa ülkelerinin yaptığı gibi elindeki değerli oyuncuları gerçek yıldızlara dönüştürecek alt yapıyı bulundurmadığı ve genel olarak organizasyon sorunları yaşadığı gerçeklerini ortadan kaldırmıyor, kaldırmamalı.

Sonuç olarak milli takımın grubu

Yazının Devamı

Milli Takım 2002-2012

8 Ekim 2011

26 Haziran 2002 günü, Dünya Kupası yarı final mücadelesinde, rakibimiz Brezilya değil de Almanya olsaydı şu an en azından dünya ikincisi olmuş bir milli takımımız olacaktı. Gerçekten de o zamanki Türk milli takımının Almanya’dan değil eksiği fazlası vardı. Peki ya bugün?

Bugün Almanya’ya yenildiğimize üzülenleri daha doğrusu şaşıranları anlamak mümkün değil. Zira bizim takımımız 2002 yılından beri bir arpa boyu yol katedememiş, eleme gruplarında devamlı acı çekmiş ve kazandığı maçları rasyonel futbol doğrularından ziyade motivasyon ile kazanmış; gücü sınırlı bir ekip.

Almanya’yı bir kenara bırakırsak, rakiplerimizin Belçika –ki kadrosunu tepeden tırnağa yeniledi-, Avusturya, Kazakistan ve Azerbaycan olduğu grupta 7 maçta 14 puan toplayabilmişiz ve biz hâlâ Selçuk’un neden çıktığını veya Sabri’nin neden oynadığını tartışıyoruz.

Allah aşkına biz dün Almanya’yı yenseydik ne değişirdi? Bu bir maçlık galibiyet iki takım arasındaki uçurumu ortadan kaldıracak mıydı? Gerçek şu ki: bu iki takım 100 maç yapsa 90’ını beyaz formalılar kazanır.

Bu nedenle asıl tartışılması gereken 2002 yılında, en azından onlarla aynı seviyedeyken bugün Almanya ile aramızdaki büyük farkın

Yazının Devamı

Oğuzhan Özyakup ve onun gösterdikleri

6 Ekim 2011

Oğuzhan Özyakup Avrupa’da top koşturan yüzlerce Türk veya Türk asıllı futbolcudan sadece biri. Oğuzhan ya da İngilizlerin ona seslendiği şekilde Ozzie 13 yaşında katıldığı AZ Alkmaar kulübünden 16 yaşında Arsene Wenger’in yeni bir keşfi olarak Birleşik Krallık’ın yolunu tuttu.

Oğuzhan henüz Londra ekibinin genç takımı kadrosunda fakat o, 20 Eylül’deki Shewsbury karşılaşmasında A Takım formasını giyme şerefine de nail oldu ve sahne aldığı son 13 dakikada Benayoun’a verdiği gol pasıyla sadece eline geçen fırsatı çok iyi kullanmakla kalmadı aynı zamanda tüm dikkatleri üzerine çekmeyi başardı.

Oğuzhan’ın bugün Gunners’ın genç takımın en ünlü oyuncularından biri olmasının nedeni, sadece isminin doğru telaffuzunun İngilizler için imkansız olması değil. 20 yaşındaki futbolcu ada basını tarafından tekniği, oyunu anlayış kapasitesi ve oyun zekası çok yüksek bir orta saha oyuncusu olarak tanımlanıyor. Hatta bir adım daha ileriye giderek onun geleceğin Overmars’ı veya Iniesta’sı olacağını iddia edenler dahi var. Gerçekten de oyun içinde yaşını asla belli etmeyen olgunluğu, yüksek teknik kapasitesi ve akıl dolu pasları düşünüldüğünde genç yıldızın beş sene sonraki yeri için hayal

Yazının Devamı