Aziz Yıldırım ve Şekip Mosturoğlu’nun, katıldıkları televizyon programında gayet açık konuşmaları takdire şayan bir tutumdu fakat konuşmanın Fenerbahçe ekseninde olacağını bekleyenler sanıyorum hayal kırıklığına uğradı zira konuşulanların geneli Fenerbahçe’den ziyade Türk Futbolu ile ilgili konulardan oluştu.
Programın Aziz Yıldırım’ın kontrolünde geçtiğini söylemek yanlış olmaz fakat şunu da kabul etmek gerekir ki Yıldırım’ın konuşmaları, bundan önceki yaklaşımın aksine, oldukça ılımlıydı. Bu ılımlı yaklaşımın bir yansıması mıdır bilinmez ama kırmızıyı sevmediği söylenen Fenerbahçe başkanının programa kırmızı bir kravatla başlaması oldukça ilginç bir ayrıntıydı!
Yıldırım’ın söylediklerinin çoğuna sadece biz izleyiciler değil diğer kulüp başkanlarının da katılacağına hiç şüphe yok ancak Fenerbahçe başkanına katılmadığım noktalar da oldukça fazlaydı.
İşte Pazar akşamı konuşulanlar ve değerlendirmeler:
Önce Doğrular…
Aziz Yıldırım’ın futbolcular ile ilgili açıklamaları ve tespitleri son derece yerindeydi.
2010 yılında hem bireysel branşlarda hem de takım sporlarında ülke olarak oldukça önemli başarılar elde ettik. İşte bunlardan bazıları:
Görünen o ki geride bıraktığımız sene -her ne kadar futbolcularımız ve basketboldaki kulüp takımlarımız buna ayak uyduramasa da- ülke sporu açısından oldukça verimli bir dönem oldu. Bu tarihi başarılar arasından üç tanesini ayrı bir kefeye koymak gerekirse benim tercihlerim Türk Futbolu adına bir dönüm noktası olmaya aday olan Bursaspor’un şampiyonluğu, uzun mesafelerden farklı olarak teknik bir branş olan 100m engelli yarışında Nevin Yanıt’ın birinci olması ve elbette bize olağanüstü sevinçler yaşatan milli basketbolcularımızın dünya ikinciliği olurdu. Dilerim 2011’de de ülke sporumuz en az geçen yıl olduğu kadar yüzümüzü güldürür ve bu başarılara UEFA Şampiyonlar Ligi, UEFA Avrupa Ligi, THY Euroleague ve Eurocup’ta kazanılan başarıların yanı sıra A Milli Futbol Takımımızın zaferleri de eklenir. Her biri diğerinden daha fazla mutluluk ve huzur getiren nice yeni
Fenerbahçe’den bu sene beklenti yüksekti. Zira geçen yıl çok eleştirilen Daum ile yollar ayrılmış ve şampiyonluğu kıl payı kaçıran kadro Stoch, Dia, Niang ve Yobo gibi isimlerle daha da güçlendirilmişti. Fakat bugün bakıldığında sarı lacivertliler adına işlerin iyi gittiğini söylemek çok zor. Evet, Aykut Kocaman çok iyi niyetli ve kendisinin takım ile ilgili teşhisleri çok yerinde fakat genç teknik adamın aceleci tavrı ve yanlış tedavileri, aylar geçmesine rağmen sarı lacivertlilerin hala sene başındaki istikrarsız görüntüsünden kurtulamamasına neden oldu.
Aykut Hoca’nın takım ile ilgili ilk tespitleri yavaş oynamak, kanatları kullanamamak ve atağa çıkmakta güçlük çekmekti ve aslında bu tespitlerin hepsi doğruydu. Bu eksiklikleri ortadan kaldırmak adına takıma Stoch ve Dia gibi iki genç ve enerjik isim katıldı fakat bu değişikliğin akşamdan sabaha yapılmak istenmesi hem hazır olmayan yeni futbolcuları hem de senelerdir oynadığı sistemin dışında bir anlayışa sahip olması beklenen eski futbolcuları olumsuz yönde etkiledi
Sezona üst üste altı galibiyetle giren ve bu grafiği ile yoluna geçen sene kaldığı yerden devam eden Bursaspor, Trabzonspor’un ardından sezonun ilk yarısının en başarılı ekibi oldu. Hatta Şampiyonlar Ligi’nden alınan ağır darbelere karşın ligdeki istikrarlı başarı, Ertuğrul Sağlam ve öğrencileri için ayrı bir takdir vesilesi.
Geçtiğimiz sene kazandığı şampiyonlukla sadece kendisi için değil diğer tüm Anadolu kulüpleri için adeta bir çağı kapatıp yenisini açan yeşil beyazlılar ile ilgili en büyük endişe, Bursa ekibinin bu başarıyı bu sene sürdüremeyeceği ve ligin orta sıralarındaki yerine geri döneceğiydi. Fakat geride kalan on yedi maçta sadece iki yenilgi ve dört beraberlik alarak bu beklentileri boşa çıkaran Bursaspor bu sezon da en az geçen seneki kadar iddialı olduğunu göstermiş oldu.
Bursaspor’un bu seneki şampiyonluk hedefi önündeki en büyük engel hiç şüphesiz Trabzonspor. Zira üç büyük takımın hem teknik direktörleri hem de futbolcuları ile uyum sorunu yaşadığı bir
Trabzonspor, üç büyüklerin aksine, 2010-2011 sezonunun ilk yarısını beklenenden daha başarılı geçiren birkaç takımdan biri oldu. Zira bordo mavililer topladıkları kırk iki puanın yanı sıra en yakın rakiplerine de beş puan fark atmanın avantajı ile mayıs ayındakı mutlu sona en yakın takım olarak dikkat çekiyor.
Şenol Güneş’in öğrencilerinin sezonun ilk yarısında bu denli başarılı olmasının en önemli nedeni, bordo mavililerin diğer takımlarda olmayan “takım olma” özelliğini oldukça başarılı bir şekilde hayata geçirmesiydi. Gerçekten de Trabzonspor, kadrosunda neredeyse hiç yıldız oyuncu bulundurmamasına -ki bu durum kadrodaki oyuncuların ileride yıldız olmalarına engel değil- karşın disiplinden kopmayan savunması, son vuruşlarda etkili forvetleri ve bu iki bloku kusursuz bir şekilde birleştien orta alanıyla saha içerisinde mükemmel bir uyum yakaladı. Bunun yanı sıra oynayan ve oynamayan oyuncular arasında yakalanan standart sayesinde de Trabzonspor sakatlık veya cezalı olma gibi olumsuzluklardan neredeyse hiç etkilenmedi.
Geride kalan on yedi haftada
2010-2011 sezonunun ilk yarısında üç büyük takım da son derece istikrarsız bir grafik çizince şöyle bir izlenime kapıldık: ligde her takım her takımdan puan alabiliyor. Halbuki bu izlenim son derece yanlış ve bunun tek bir nedeni var o da ilk yarıyı üç beraberlik ve tek yenilgi ile kapatan Trabzonspor!
Trabzonspor Şampiyo…
Ligin ilk yarısını son yılların en yüksek puanlarından biri olan 42 puanla lider kapatan ve en yakın takipçisine beş, üçüncüye de dokuz puan fark atan bordo mavililer için, geriye kalan on yedi maç düşünüldüğünde, şampiyonluğun en güçlü adayı demek bile oldukça hafif kalır. Zira sezonun ilk yarısında biri yenilgi olmak üzere sadece dört maçta puan kaybeden Karadeniz fırtınası, ikinci yarıda ilk yarıya oranla daha düşük bir performans sergilese dahi son beş yılın şampiyonluk puanı olan 76’ya rahatlıkla ulaşabilecek durumda.
Puan avantajının yanı sıra bordo mavililer “yıldızsız” fakat makine düzeninde işleyen kadrosu itibariye de rakiplerinin önünde bulunuyor.
Fenerbahçeli yönetici ve taraftarların sene başında yeni bir teknik direktör ve yeni bir anlayışa sahip olan takımları ile ilgili şu iki seçenekten birini seçmesi gerekiyordu:
Bugün gelinen noktadan geriye dönüp bakıldığında Aykut Kocaman ve Fenerbahçe için tablo şu şekilde:
Şimdi bir soru; Fenerbahçelileri üzen bu tablo mudur yoksa yukarıdaki seçeneklerden ilkini seçmek mi? Başka bir deyişle eğer Fenerbahçeliler bu sene yeni bir anlayışa sahip olan takımlarından en ufak bir başarı beklemeyip hedefi biraz daha uzun vadeli düşünse bugünkü durum onları aynı oranda rahatsız eder miydi?
Fakat ortada yönetici ve taraftarların seçiminden çok daha büyük bir sorun var ki o da Aykut Kocaman’ın birinci seçeneği seçmiş olması!
Aykut Kocaman’ın gerek hafta sonu katıldığı televizyon programındaki gerekse Bucaspor maçı sonrası yaptığı açıklamalar genç teknik adamın şampiyonluğa olan inancını çok net bir şekilde gösterdi ama eminim Kocaman bundan önce Avrupa ve Türkiye Kupası maçları
Aykut Kocaman futbolumuzun yetiştirdiği en beyefendi futbol adamalrından bir; tıpkı Şenol Güneş, Ertuğrul Sağlam, Rıza Çalımbay veya Tugay Kerimoğlu gibi. Bu yönüyle hem böylesine düzgün hem de bu topraklarda yetişen birinin Fenerbahçe teknik direktörlüğü gibi çok önemli bir görevde bulunması Türk futbolu adına çok önemli ve olumlu bir durum. Fakat elbette tüm bu olumlu özellikler Aykut Kocaman’ın eleştirilmeyeceği anlamı taşımıyor zaten eleştirilen de Aykut Kocaman değil Fenerbahçe teknik direktörü.
Dün akşam Aykut Kocaman’ın katıldığı televizyon programında yaptığı açıklamalardan umduğumu bulduğumu söylemem mümkün değil. Zira açık sözlülüğü ile tanıdığımız Kocaman, sorulara yine içtenlikle yanıt vermeye çalıştı fakat bir saati aşkın bir süre devam eden program sounda Fenerbahçe ile ilgili yeni bir şey öğrenmemiş olmamız oldukça enteresandı.
Diğer taraftan genç teknik adamın şampiyonluk yolundaki iddialı açıklamaları gibi bazı ifadeleri