Spor Toto Süper Lig yayın gelirlerinde Avrupa altıncısı ama Avrupa Kupaları’ndaki başarıda on birinciyiz. Ligimiz gerçekten o kadar değerli mi?
Milyonlarca dolar harcayıp yeni statlar yapıyoruz ama seyirci ortalamamız Avrupa’da ilk yirmiye zor giriyor. Futbolu gerçekten seviyor muyuz?
Avrupa ülkelerinde lisanslı futbolcuların toplam nüfusa oranı %50’ye yakın ve büyük bir çoğunluk spor yapıyor fakat ülkemizde lisanslı sporcu sayısı yeni yeni %3’ün üzerine çıktı ve yaptığımız spor etkinlikleri halı sahaları saran çelik teller ile sınırlı. Sporu gerçekten seviyor muyuz?
Avrupa’nın önde gelen liglerinde, statlardaki şiddet olayları 80’lerde kalmışken bizde küfürsüz maç olmadığı gibi her sezon birkaç maç, sahaya girenler veya sahaya atılan maddeler nedeniyle yarıda kalıyor. Sahi statlara ne için gidiyoruz?
Kuyu ne kadar derinse taş o kadar çok ses çıkarır
Yukarıdaki sorular elbette sadece Kamil Ocak Stadı’nda sahaya atılan ve yardımcı hakemi yaralayan cisimler ile ortaya çıkmadı ama atılan bu
Derbiler her zaman ilgi çekici olmuştur ama dünkü karşılaşma iki takımın da yeni kimlikleri ile birçok bilinmeyeni ihtiva etmesinden dolayı ayrı bir merak konusuydu hepimiz için.
Hem Fenerbahçe’nin hem de Beşiktaş’ın oyuncu tercihleri, oyun anlayışları ve ilk ciddi sınavlarındaki performanslarının nasıl olacağını görmek için gözler sezonun ilk derbisine çevrildi ve 90 dakikalık mücadele bize iki takımı değerlendirme açısından birçok veri sağladı.
Fenerbahçe
Fenerbahçe’nin genel analizinden önce bir Alex değerlendirmesi yapmakta fayda var.
Deplasmanda oynanan Young Boys maçında Alex 80. dakikada oyundan alındığında skor sarı lacivertliler lehine 2-1’di ve maç 2-2 sonuçlandı.
Trabzonspor karşısına Alex’siz çıkan Fenerbahçe ilk yarıyı 3-2 geride tamamladı.
Kayserispor karşısında Brezilyalı oyuncu devre arasında oyundan alındı ve ikinci yarı sarı lacivertliler kalesinde iki gol gördü.
Dün akşam da Beşiktaş aradığı beraberlik golünü Alex kenara alındıktan sonra buldu.
Her şey ne kadar çabuk değişiyor?
Kadıköy’deki son Fenerbahçe-Beşiktaş maçının üzerinden sadece beş ay geçti ama takımların bugünkü görüntüsü ile 18 Nisan’daki durumları arasında dağlar kadar fark var. Geride kalan beş aylık süre zarfında iki takımın da yoluna yeni teknik adamlar, yeni futbolcular ve hepsinden önemlisi yeni anlayışlar ile devam etmesi Pazar günü oynanacak karşılaşmayı da yepyeni bir boyuta taşıdı.
Bu hızlı değişiklik sürecinin ardından girilen yeni dönemin ilk derbi maçının değerlendirmesini yapabilmek için genel yorumlardan ziyade maçın gidişatını ve sonucunu belirleyecek tüm etkenleri ayrı değerlendirmek çok daha faydalı olacaktır.
Kadro Kalitesi
Fenerbahçe ve Beşiktaş ligimizin en iyi iki kadrosuna sahip. Fakat Beşiktaş’ın kadro kalitesi başta Guti, Quaresma, Bobo ve Ernst gibi öne çıkan birkaç isim ile sağlanırken Fenerbahçe’nin kadrosunda bariz bir şekilde öne çıkan bir futbolcu bulunmuyor ve kadro kalitesi daha homojen bir yapıdan kaynaklanıyor.
Bu durumun Beşiktaş
Dünya basketbol şampiyonasının ardından, eminim sizin de aklınızdan “keşke yarı final maçı ile final arasında en azından birkaç gün olsaydı da finale kalma keyfini doyasıya yaşasaydık” düşüncesi geçmiştir. Fakat elbette tarihimizde ilk kez yaşadığımız dünya şampiyonasında finale çıkma onurunu, son bir mağlubiyetin gölgelemesine izin vermiyoruz, hele ki rakip klasman dışı olarak değerlendirilebilecek ABD olunca.
1 +12 Dev Adam
Takım sporlarında bir başarı elde edildiği zaman bu başarı ile ilgili akla ilk gelen isim o takımın mimarı olur ki bu isimler maçların saniye saniye ilerlemesi nedeniyle basketbol takımları için futbolda olduğundan daha da önemlidir. Bu doğrultuda, nasıl ki Galatasaray’ın UEFA Kupası ve Süper Kupa başarılarında Fatih Terim’in, Inter’in Şampiyonlar Ligi Kupası’nı kaldırmasında Jose Mourinho’nun veya Arsenal’in herkesin takdirini kazanan vizyonunda Arsene Wenger’in payı ilk sırada geliyorsa basketbol milli takımımızın tarihi başarısında da aslan payı Bogdan Tanjevic’indir.
Fakat ister dilimize dolanan “12 dev
Kayserispor - Fenerbahçe maçının ilk yarısı biterken maçın sonunda yazacak şey bulamama konusunda endişeye kapılmadığımı söyleyemem fakat Aykut Hoca ikinci yarıda öyle hamleler yaptı ki doksan dakika sonunda hepimiz sarı lacivertliler adına bir kitap yazabilir konuma geldik.
Aykut Kocaman’ın Fenerbahçe’yi Alex’siz de oynayabilir bir hale sokmak istemesi son derece doğru bir karar; Alex’in ilk yarı çok kötü bir performans sergilemiş olduğu de o derece yerinde bir tespit.
Fakat bu iki doğru teşhisten ilkinin tedavisi için öncelikle sarı lacivertlilerin Alex’siz nasıl oynayacağını öğrenmesi gerekiyor. Zira Brezilyalı’nın yokluğunda onun görevini ne Emre alabiliyor ne de M.Topuz. Böyle bir ortamda da orta alanda topu ayağına alan oyuncun ne yapacağını bilememesi bir yandan Fenerbahçe’nin ataklarını başlamadan bitirirken diğer taraftan da hücumda yaşanan top kayıpları rakip takıma müthiş gol fırsatları veriyor; örnek Kayserispor’un ilk golü.
Aykut Kocaman’ın ikinci doğru teşhisine gelince, Alex’in kötü oynadığı
Bir futbol takımını başarıya götüren iki önemli unsur varsa bunlardan biri teknik kapasite ve taktik, diğeri de motivasyondur.
Başarılı takımlar incelendiğinde bu takımların büyük çoğunluğunun başarısında en önemli payın teknik kapasite ve taktik olduğu görülür fakat ay yıldızlı futbolcularımız için bu iki başarı öğesini terazinin iki kefesine koyarsak şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki: bizim esas dinamomuz motivasyon.
Öyle bir milli takım düşünün ki turnuvalara katılmakta çok zorlanıyor fakat katıldığı turnuvalarda dünya üçüncülüğü veya Avrupa Şampiyonası yarı finali gibi çok önemli başarılar elde ediyor.
Gruplarda puanları güçlü takımlara karşı değil, hem diğer rakiplere hem de kendisine nazaran çok daha mütevazı takımlara karşı kaybediyor.
Ve belki de en önemlisi maçları kontrollü oynarken değil panik halindeyken kazanıyor.
Tüm bunların özeti şudur: milli takımımızın başarısında en önemli etkenler istek ile motivasyon ve bu özelliği ile milli takımımız muhtemelen dünyada
12 Dev Adam ile gurur duymaya bugün değil Çin maçından sonra başladık. Hatırlayacaksınız 87-40 gibi müthiş bir farkla kazandığımız maçın son anlarında artık her şey netleşmiş olmasına karşın maçın saniyesine kadar Semih, Kerem, Oğuz başta olmak üzere tüm oyuncularımız adeta maç başa baş gidiyormuşçasına sahada savaş vermeye devam ediyordu ve verilen bu savaş bugünkü tarihi galibiyetin de şifresiydi.
Bugün bir basketbol devi Fransa karşısında üstesinden gelmemiz gereken tek şey rakibin ismiydi. Daha önceki turnuvalarda şansımızın Fransızlara karşı bir türlü tutmamış olması mavi beyazlıları ister istemez gözümüzde büyütmemize neden oluyordu ancak bu önyargıyı yendiğimiz ilk çeyreğin ardından Fransa karşısındaki oyunumuz sahamızda, seyircimiz önünde dişimize göre bir takımla zevkle ve keyifle sürdürdüğümüz ve hiç bitmesini istemediğimiz gerçek bir eğlenceye dönüştü.
Basketbol milli takımımız ile gerçekten gurur duymalıyız. Çünkü onlar maçı kazanmayı bir
Dün Fenerbahçe’nin resmi internet sitesinde bir liste yayımlandı, tam 260 futbolcunun isminin yer aldığı uzunca bir liste.
Listedeki futbolcuların ortak özelliği şubat ayından itibaren tüm bu oyuncuların adının Fenerbahçe ile anılmış olması. Bir başka deyişle yazılı basında çıkan haberlere göre sarı lacivertli yöneticiler Demichelis’ten Gago’ya kadar yüzlerce oyuncu ile ilgilenmiş ve bu oyuncuları transfer etmeye çalışmış.
Bu listenin hazırlanması ilk bakışta gereksiz bir iş gibi gelebilir fakat bu özenli çalışmanın medyamızdaki kirliliği çok çarpıcı bir şekilde ortaya koyduğunu da görmezden gelmemek lazım. Zira özellikle liglere ara verilen dönemlerde transfer haberleri gazetelerimizin adeta can simidi oluyor ve bu zamanlarda bırakın maddi ve manevi olanakları hepimizin hayal gücünü dahi zorlayan transferleri gazete manşetlerinde görmemiz hiç de zor olmuyor.
Takımlarımız için atıp tutulan yüzlerce transfer haberi arasından Quaresma, Misimovic veya Niang gibi birkaç tanesi de gerçeğe dönüşünce