Mesleki eğitim, bir ülke için olmazsa olmazların başında geliyor. Örneğin Almanya’yı bu kadar güçlü kılan, mesleki eğitime verdiği önemdir.
Peki, bizde mesleki eğitimde taşlar yerli yerine oturdu mu?
Evet demek mümkün değil.
Dahası, önceden en azından bir kalite vardı, şimdi o da dibe vurdu.
Yeni gelişmeler oluyor. Sevinelim mi, üzülelim mi, belli değil.
Üniversiteler bünyesinde üvey evlat muamelesi gören meslek yüksekokullarının durumu da meslek liselerinden farklı değil.
Kendi içlerinde üniversitelerden bağımsız bir şekilde yeniden yapılandırılmaları gerekiyor ama bunu kim, nasıl yapacak belli değil! Onlar da sürekli kan kaybediyor!..
Yeniden yapılanma?
Yeni YÖK’ün yeniliği kalmadı ama hâlâ o ismi kullanıyorlar.
Kim mi? YÖK’çüler.
Başkan Yekta Hoca 2005’ten bu yana YÖK’te. Başkanlıkta da ikinci dönemi. Yani eskisinde de, yenisinde de hep o vardı.
Değişen ne oldu derseniz, sadece ismi diyenler çok olacaktır ama Yekta Hoca’ya haksızlık etmeyelim.
İğneyle kuyu kazar gibi yükseköğretimde bir şeyler yapmaya çalışıyor ama sistem o kadar bozuk ve bozmaya çalışanlar hâlâ o kadar çok ki yaptığı doğru işler arada kaybolup gidiyor!..
Hoca şu günlerde, Milli Eğitim Bakanı kadar olmasa da ülkeyi dolaşıp, yaptıklarını, yapacaklarını, hayallerini anlatıyor.
En azından ortada yaptığı bir şeyler var!..
Antalya’daki toplantıda, bu toplantıların öğrencilerin istekleri doğrultusunda gerçekleştiğinin altını çizerek,
Sınavsız eğitim hayali, görünen o ki yine bir başka bahara kaldı.
Sınavsız eğitim olur mu, diyenleriniz elbette çıkacaktır.
Elbette sınavsız eğitim olmaz ama bu kadarı da olmaz.
Okula başlayan her öğrencinin sınav yarışına girdiği, üniversite hayali kurduğu ya da kurdurtulduğu bir başka ülke de göremezsiniz!
Sınavsız eğitim, bizim değil, siyasilerin söylemi. Bugüne kadar defalarca dile getirildi ama hiçbir zaman arkası getirilmedi.
Keşke bu sevdadan vazgeçip yerine daha adil, daha kalıcı ve çok daha önemlisi herkesi memnun eden bir sistem getirebilsek. Çünkü bugünkü gidişattan hiç ama hiç kimse memnun değil!..
Kalifiye meslek çeşitliliğini artırıp, ara insan gücünü onore etmediğimiz sürece, üniversite önündeki yığılma artacak, mezunlar işsiz kalmaya devam edecektir. Bunun yaratacağı sosyoekonomik sorunları ise düşünmek bile istemiyoruz. Okumuşların işsizliği, sadece onları değil, dalga dalga yayılarak tüm ülkeyi demoralize eder, çökertir, enerjisini çalar...
Keşke bu konuya iktidarıyla muhalefetiyle ortak bir çözüm yolu aransa. Türkiye İttifakı için eğitimden daha birleştirici bir argüman bulunamaz!..
Bayram tatili, durduk yerde bir haftaya çıkıverdi. Oysa her yıl son dakikaya kadar beklenir ve tatilcilere dokuz doğurtturulurdu.
Bu erken karar, umarız hem seyahat severler hem de turizmciler için keyifli bir sezonun geçmesine vesile olur.
9 günlük tatilden oteller, tatil köyleri, restoranlar, kara, deniz, havayolu şirketleri başta olmak üzere sektörün tüm paydaşları çok memnun. Ama sanki aynı memnuniyeti, tatilcilerde göremiyoruz. Çünkü hemen her şeyin fiyatı, daha şimdiden katlanmış durumda. Görünen o ki, fiyatlar daha da artacak ve son dakikaya kalanları, yüklü faturalar bekleyecek...
Keşke herkesi koruyan, kollayan adil bir sistem olsa ama nerdeee!..
Göcek’e de kıymayalım!
Fethiye’den Dalaman’a geçerken, Göcek’e uğradık. Panayır yeri gibiydi. Sezon öncesi hazırlıklar nedeniyle dedik ama günübirlik tur otobüslerini görünce, eyvah eyvah çektik.
Gelmesinler mi, elbette gelsinler, yeni binalar yapılmasın mı elbette yapılsın, tekne turları konulmasın mı elbette konulsun ama her şey bir plan ve program çerçevesinde olmalı.
Kuşadası, Bodrum, Marmaris, Alaçatı, Datça, Didim, Çeşme, Erdek, Harbiye, Urla, Cunda ve İstanbul’un o güzelim adalarını ve daha pek çok turistik beldemizi böyle öldürdü
Aşağıdaki yazıyı, birkaç yıl önce, yine böyle bir pazar günü için yazmıştım. Türk Dili Edebiyatı kitabına okuma metni olarak alınacakmış, çok sevindim...
Yazıya tekrar göz attım, dünden bugüne değişen bir şey var mı diye, hemen her şey aynı. Bir yanda, bir ömre sığan üç dört çağ, öte yanda hiç değişmeyen biz!..
Geç gelen yaz!
Farkında mısınız, bu kış sanki biraz uzadı.
Güneş arada bir görünür gibi oluyor ama fazla kalıcı değil.
Yüzünü göstermesiyle kaybolması, kahve molası kadar kısa.
İyi, güzel de, yaz gelse değişen ne olacak diyenlerinizi duyar gibi oluyorum.
En azından içimiz ısınır. İstanbul trafiği rahatlar. Tatil planları yapar ve en önemlisi de enerji depolarız.
Eğitim sistemimizin dibe vurduğunu bilmeyenimiz, şikâyet etmeyenimiz yok! Ama yine de rakamlar ortaya konulunca şoke oluyoruz.
Türk Eğitim Derneği’nin düşünce kuruluşu TEDMEM tarafından hazırlanan 2018 Eğitim Değerlendirme Raporu açıklandı. Rapora göre hem akademik hem de etik açıdan lime lime dökülüyoruz.
Fen ve Matematik’te başarı yerlerde sürünüyor. Üniversite giriş sınavlarında, YKS’de yer alan testlerin herhangi birinden Türkiye genelinde yüzde 50 başarı yakalanamadı. Yani ana dilimiz Türkçe’de bile sınıf geçecek durumda değiliz!
Peki ya zorunlu eğitim olmasına rağmen okul yüzü görmeyen ve sınav dönemlerinde okul yerine dershaneye gidenlere ne demeli?..
MEB, açıklanan bu raporla ilgili olarak ne diyecek bilmiyoruz. Ama şunu çok iyi biliyoruz ki bu rapor devletin zirvesinde de sunulacak. Neden mi? Çünkü raporu hazırlayan kurumun başkanı aynı zamanda Cumhurbaşkanlığı Eğitim ve Öğretim Politikaları Kurulu Üyesi Selçuk Pehlivanoğlu!..
Sınav odaklı eğitim!
İşte o çarpıcı rapordan bazı satır başları:
- Üniversite sınavına hazırlık için yapılan devamsızlıklar önemli bir sorun alanıdır. Sınava hazırlanan 12. sınıf öğrencilerinin birçoğu geçmişten bu yana özürlü ve özürsüz devamsızlı
Mobil oyun yarışması Büyük Oyun’a başlarken tek hayalimiz, katma değeri yüksek dijital yazılım pazarında bizim de söz sahibi olabileceğimizi göstermekti!
Bu çerçeveden baktığımızda, çok önemli bir yol kat etmenin mutluluğunu yaşıyoruz.
“Böylesi bir program, hele ki gece yarısı asla izlenmez” diyenler de oldu, “Bizim çocuklar yazmayı değil oynamayı sever” diyenler çoktu. Ama en büyük hayal kırıklığını, “Böylesi yazılımlar bizi aşar” diyenler yaşadı. Çünkü gençlerimiz, birbirinden ilginç oyunlarla geleceğe damgasını vurdular... Yazılım sektöründe dönen para, yılda bir trilyon dolar! Oyun sektörünün bu pastadan aldığı pay ise 140 milyar dolar!
Evet devasa bir pazar ve sanki daha da büyüyecek.
Biz de geçen yıl, 1 milyar dolarlık bir sıçrama yaptık, eminim ki arkası da gelecektir...
Üretime, özellikle de katma değeri yüksek üretime yönelik bir eğitim modelinin önemini her fırsatta dile getiriyoruz.
Büyük Oyun ile bunun mümkün olabileceğini, herkes anladı ama Ankara ve oyun sektörü ne kadar anladı, işte bu konuda biraz daha zamana ihtiyacımız var!.. Büyük Oyun, paydaşlardan pek çoğunun gerçek yüzünü, turnusol kâğıdı gibi ortaya çıkardı. Bazı kişi ve kurumlar, sektöre, gölge etmesin başka
Birkaç gündür Fethiye çevresindeydim. Binlerce yıldır, onca medeniyete ev sahipliği yapmışlar.
Dikkat çeken en çarpıcı ayrıntı, antik kentlerin neredeyse tamamı yamaçlara yapılmış. Tarım alanları, özelikle de ovalar, sadece kendilerinin değil, gelecek nesillerin de yaşam alanı olarak görülmüş ve bir tane de olsa kent kurulmamış. Oysa şu anki tüm kentlerin neredeyse tamamı, en verimli tarım alanlarına inşa edilmiş!..
Dün, Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’ydı, yine çok büyük laflar edildi. Peki, onlara nasıl bir dünya bırakıyoruz?
Başkalarını bilmem ama binlerce yıldır korunarak bugüne kadar gelen tarım arazileri, doğal güzellikler, su kaynakları, pırıl pırıl bir gökyüzü, yer altı madenleri ve aklınıza her ne geliyorsa, hemen hepsi, akıl almaz şekilde yağmalanmış, yağmalanmaya devam ediyor...
Hani çocuklarımızı çok seviyorduk!
Eğer onları zerre kadar seviyor olsaydık, bilinçsiz gübre kullanımıyla ve kentsel atıklarla zehirlenmemiş topraklar, zehirlenmemiş akarsular, zehirlenmemiş temiz bir hava bırakırdık.
Fethiye değil ama çevresi adeta beton yığınına dönüşmüş. 1957’de yaşanan büyük depremden sonra üç kattan fazlasına izin verilmemiş. Özal döneminde de sit alanı ilan edilmiş. Bu yüzden