Özgürlük kavramı bazıla- rımızı rahatsız etse de hiç istisnasız hepimizin olmazsa olmazlarının başında geliyor.
Basın özgürlüğü önemli de yargının, siyasetin, öğrencinin, üniversitenin, esnafın, sporcunun, sanatçının özgürlüğü önemsiz mi?
Özgürlüklerin nerede başladığı, nerede bittiği, daha da önemlisi, nereden baktığınıza göre değişkenlik göstermesi tartışmaların ana konusu.
Normal koşullarda hiç ama hiç kimsenin özgürlüklere karşı çıkması beklenemez.
Yoksa kısıtlanan özgürlük, başkalarının değil, kendi özgürlüğü olur...
Soran, sorgulayan...
Tüm siyasi partilerin parti programlarına bakın, hiç tartışmasız, hepsi de soran, sorgulayan, düşünen, görüşlerini özgürce ifade eden nesiller istiyor.
Çünkü onlar da çok iyi biliyor ki düşünmeyen, sormayan, sorgulamayan ve bunları en çarpıcı şekilde ifade etmeyen bir kişinin sadece kendisine değil, partisine, işyerine, ailesine, ülkesine de bir yararı olmaz...
Öyle ya da böyle, hemen herkesin bir mesleği var.
Peki ya siz, mesleğinizden memnun musunuz?
Çocuğunuzu ya da bir yakınınızı bu mesleğe yönlendirmek ister misiniz?
Bugünün Türkiye’sinde zor bir soru diye düşünüyordum.
Twitter’da sordum, sadece yüzde 4 “Kesinlikle evet” dedi!
İşinden ve mesleğinden memnun olmayanların çok olduğunu biliyordum ama bu kadar yüksek çıkacağını hiç tahmin etmiyordum.
Dün akşam saatlerinde anketle ilgi son durum şöyleydi.
Soru:
Böyle bir söz, literatüre, niye ve ne zaman girmiş olabilir ki? Ne zamandır kullanılıyor, bilmiyoruz.
Daha da önemlisi ne anlatmaya çalışıyor?
Nasıl bir mesaj vermek istiyor?
Kelimeler ve deyimler üzerinden tahliller yapmak, hele hele ulusları, milletleri değerlendirmek hiç kolay değil ama sanki yukarıdaki söylem çok şey anlatıyor.
İsterseniz gelin, her cümleyi tek tek ele alalım.
Türk gibi başlamak deyince aklınıza neler geliyor?
Heyecan, girişimcilik, tez canlılık, enine boyuna düşünmeden balıklama dalma, donanım, özgüven, itaat, hırs, samimiyet, dost ve daha pek çok sıfatı sıralayabiliriz.
Kafamızı nereye döndürsek, bir memnu- niyetsizlik var.
Öğrenciler sınavlardan, vatandaş da seçimlerden bıkmış durumda.
Oysa sınavsız eğitim, seçimsiz de demokrasi olmaz. Yani hem sınavlara hem de seçimlere alışmak zorundayız.
Ha, abartılmıyor mu?
Kesinlikle abartılıyor!
Peki, çok sınav ve çok seçim, daha iyi eğitim ve daha iyi demokrasi getiriyor mu?
İşte o da tartışılıyor.
Türkiye, eğer geleceği yakalamak istiyorsa, siyasetin gölgesinden kurtulmak zorunda.
Sabah akşam birbirimizi yiyoruz. Seçimin biri bitiyor, diğeri başlıyor. Ne kadar kötü örnek varsa, herkesin dilinde.
Haberler siyasetten, programlar magazinden, gazeteler de ‘o ne dedi, bu ne dedi’den geçilmiyor!
Peki ya gurur duyacağımız işler?.. Örneğin bilim adına yapılanlar, yapılmayanlar, hevesi kursağında kalanlar?..
Onların farkında bile değiliz.
Cumhuriyet’in kurulduğu ilk günden bugüne çok büyük reformlar gerçekleşti ama en büyüğü, eğitim ve bilimde yapılanlar.
Osmanlı’nın son birkaç yüz yılı, duraklama ve gerilemeyle geçtiği için eğitim, bilim ve teknoloji neredeyse yok gibiydi.
Daha önce de birkaç defa yazdım.
Yazmaya da devam edeceğim.
Çünkü özellikle büyük kentlerde okul yapacak arazi kalmadı.
Bu yüzden, şehir içindeki boşalan tüm askeri alanlar eğitim kampüsü haline getirilmeli!
Böylece, hem ranta kapı açılmamış hem de o yeşil alanlar korunmuş olur.
Peki, bu konuda gelinen son nokta ne?
Askeri birliklerin pek çoğunun taşındığını görüyoruz.
Eğitimde model arayışları yine hız kazandı.
Çünkü mevcut sistemden, devletin en tepesinden anaokulu öğrencisine kadar hiç kimse memnun değil.
Peki sorunun çözümü ithal eğitim modellerinde mi yoksa kendi eğitim sistemimizi revize etmekten mi geçiyor?..
Eğitim sistemimizde ciddi sıkıntılar olduğunu bilmeyen ve bunu dillendirmeyen yok gibi.
Bu öyle 5-10 yılık bir sorun değil, en az yarım asırlık bir geçmişi var.
Ve her iktidar, sorunu düzelteceğiz diye geliyor, içinden daha da çıkılamaz hale getiriyor.
Çünkü eğitime pedagojik değil, ideolojik bakıyoruz.
Bu böyle devam ettiği sürece de taşların yerli yerine oturması mümkün değil.
Kiminle konuşsanız, sanki dünyanın sonu geldi havasında.
Herkesin gerekçesi farklı.
Kendilerine göre haklı, hem de çok haklılar.
Eğer olaya onların baktığı çerçeveden bakarsanız, dünyanın sonunun geldiğine inananlar kervanına anında siz de takılırsınız.
Ama biraz konuşup, farklı bakış açıları sunduğunuzda, en karamsar olanı bile, bir süre sonra, hayatın pek de o kadar vahim olmadığı noktasına getirebilirsiniz.
Yeter ki hayatın mücadele etmeye değer olduğuna ve iyinin kötüyü kovacağına inanın!..
Ölüm ve doğum