Milliyet’te, son 35 yılda, neredeyse 15 yayın yönetmeni değişti.
Her gelen, hiç istisnasız derin “temizlik” yaptı. Bol bol da adam attı.
Ve bugün, onlardan hiçbirisi yok!
Oysa, Milliyet’in kurtarıcılara değil, kurumsallaşmaya ihtiyacı vardı ama hiçbirisi bunu göremedi!..
Milliyet’i, Milliyet olarak güçlendirmek yerine, başka bir gazete yapmaya, başka kulvarlara kaydırmaya çalıştılar, olmadı!..
Geriye dönüp baktığımızda, eğitim sistemimizin genelinde ve özellikle de üniversitelerde de benzer rüzgârlar esiyor.
1930’lu yıllarda büyük bir savrulma oldu. 1960’da daha hafifi geldi ama 12 Eylül darbesiyle yine ciddi “temizlik” yapıldı.
Eğitim sistemimizi ciddiye almıyorsunuz ama geleceği çok önceden gördüler!
Fütüristler, fazla değil, 20 yıl içinde, eğitimin dört duvardan kurutulacağını, sınıf, okul, kampus kavramlarının değerini kaybedeceğini söylüyorlar. Yani öğretmen ve okula dayalı klasik eğitimin yerini, içinde robotların da, yapay zekânın da olacağı sanal eğitimin alacağını söylüyorlar.
Bizimkiler de, bu öngörüleri, çok önceden gördükleri için, biraz da “Şu okullar olmasa Maarifi ne güzel idare ederdim” diyen Osmanlı Nazırı’nı yanlış anladıklarından olsa gerek, okulsuz eğitime çok önceden başladılar ve bu konuda dünya liderliğine soyundular!
Çin’den sonra okulsuz eğitimde, yani açık ve uzaktan eğitimde iki numarayız!..
Öğrenci sayımız, üniversitelerde, örgün öğretime gidenleri aştı. 6 milyon yükseköğrenim öğrencisinin yarıdan fazlası açık öğretimde. Uzaktan eğitime devam edenlerin sayısı da hızla artıyor!
Daha da komiği, zorunlu temel eğitimdeki açık öğretim öğrencilerinin sayıları da artık milyonlarla telaffuz edilmeye başlandı ki, dünyanın bir başka yerinde böylesine bir örnekle karşılaşamazsınız.
Açık ve uzaktan öğretim, dünya genelinde, çalışmak, meslek değiştirmek ya da farklı bilgiler edinmek isteyen ya da
Eğitime bakış açısı herkese göre değişebiliyor.
Örneğin bana göre, çocukları ilgi ve yetenekleri doğrultusunda hayata hazırlamaktır.
Kimilerine göre de başarılarla dolu bir süreçtir.
Takdir, teşekkür, sınavlarda alınan en yüksek puanlar, en iyi okullar, en popüler meslekler, en iyi işler, en iyi kariyer ve en dolgun maaşlar...
Daha ne istenir ki!
Çocuklarının bu başarılarını heyecanla anlatanlara, peki ya çocuğunuz mutlu mu diye sakın sormayın!
Çünkü, onlara göre, eğitimin görevi, çocuğu mutlu etmek değil başarılı kılmaktır!..
İşte bu yüzden, başta devlet ve anne babalar olmak üzere hepimiz eğitime şaşı bakıyor ve farklı beklentiler içerisine giriyoruz.
Mali suçların neredeyse hemen hepsinin affedildiği bir ortamda, öğrenim harcını yatıramadığı için bir öğrencinin kaydının yenilenmemesi ya da üniversiteyle ilişiğinin kesilmesi kabul edilemez. Alt tarafı kaç lira ki, o kadarını da yatıramıyorlarsa üniversitede ne işleri var diyenler mutlaka çıkacaktır.
Ama hiçbir şey dışarıdan görüldüğü gibi değildir, bazen birkaç yüz lira bile, ödenemeyecek kadar, çok büyük bir para haline gelebiliyor. Ailesinden para gelmediği için çalışmak zorunda kalan ve bu yüzden üniversite hayali suya düşen on binlerce genç var. Parası olanların istediği üniversiteye girdiği bir ortamda, parasızlık nedeniyle okuyamamak çok acı!İşte bu olmamalı.
Hemen her gün öylesi çarpıcı örnekler geliyor ki, yüreğiniz sızlıyor. Örneğin, ailesinin hali vakti yerindeyken, devletten hiçbir katkı almadan yoluna devam eden öğrencilerin durumu!Ekonomik kriz nedeniyle, bir anda her şeylerini kaybedip, tutunacak dalları olmadığı için okullarını bırakmak zorunda kalabiliyorlar… Hiç ama hiç kimsenin öğrenim hakkı, parasızlık nedeniyle, engellenmemelidir.Devletin de, hükümetin de görüşü bu yöndeyken, hâlâ öğrenim ücretini yatırmadı diye kayıt yenilenmemesini anlamak mümkün
Öylesine sancılı bir süreçten geçiyoruz ki karmakarışık duygular içerisindeyiz.
Doğrularla yanlışlar birbirine karıştı.
5-10 yıl öncenin doğruları, bugün yanlış oldu!
Bugünün doğrularından pek çoğu da tartışmalı.
Kimse kimseye güvenmiyor!
Dur durak bilmiyor.
Başkalarını yargısız infazla suçlarken, en acımasızını bazen kendimiz yapıyoruz.
Peki, daha nereye kadar?..
Pozitif olmak iyi bir şey.
Keşke olabilsek.
Çünkü hep mutlular...
Pozitif olmak, elbette Polyannacılık değil.
Sadece bardağın boş olan kısmı kadar, dolu olan kısmını da görmektir.
İlle de yarıya kadar dolu olması da gerekmez!
Bazen bir yudum su bile kendimize gelmemizi sağlayabiliyor...
Eğitimde ciddi sorunları-mız var.
Ne kadar çok kaynak ayırırsak ayıralım, gözle görülür bir iyileşme olmuyor.
İşte bu yüzden, eğitime bakış açımızı yeniden değerlendir-memizde yarar var.
Örneğin, eğitim hedeflerimizi, misyon ve vizyonumuzu, özellikle de beklentilerimizi revize etmemiz gerekiyor.
Hiç kimse farkında değil ama hemen her alandaki ötekileşmenin ve birbirimize yabancılaşmanın altında yatan asıl gerçek, eğitim elbisesinin bugünün çocuklarına dar gelmesi...
Fark ettiniz mi?
Eğitimde sürekli patinaj yapıyoruz.
Dışarıdan bakıl- dığında, Milliyet için Abdi İpekçi’nin önemi çok büyük.
Bizden önceki bazı çalışanlar için de, müritleri için vazgeçilmez bir şeyh gibi!
O dönemden neredeyse hiç kimse kalmadı.
Başkalarını bilmem ama anlatılan İpekçi ile 35 yıldır çalıştığım Milliyet’i, ta en başından beri hiç örtüştüremedim.
Sorun bende mi yoksa anlatılanlar mı çok abartılı içinden çıkamadım.
Örneğin Atatürk denildiğinde, her sözünün, her yaptığının, bir karşılığı var.
Demokrasi demiş meclisi kurmuş, eğitim demiş ülkeyi okullarla donatmış, laiklik demiş hilafeti kaldırmış, müzik demiş konservatuvar açmış, sanayi demiş fabrikalar kurmuş. Anlayacağınız, ne söylediyse yapmış, kurumsallaştırmış, miras bırakmış...