2000 yılını dört gözle beklemiştik. Son, üç, beş yıl Milenyum hayalleriyle geçti. 2000’li yıllar, yani, yeni bir yüz yıl, yeni bir bin yıl başladığında, her şey çok değişecekti.
O günler de fazlasıyla umut dolu yazılar yazdığımı hatırlıyorum.
Sonra görkemli şekilde 2000’e yani Milenyum’a girdik…
Peki, ne değişti?
Şu günlerde Jo Guldi ve David Armitage’nin Tarih Manifestosu’nu okuyorum. Özetle, tarihi, dar aralıklarda değil, bin yıllık perspektifte inceleyin diyor.
Sanki haklı gibi!
Milenyum’daki ilk yazım aşağıda, söyler misiniz, o günden bugüne ne değişti?..
Franz Kafka, çağımızın en önemli yazarlarından biri.
Çek asıllı Avusturyalı yazar (1883-1924), gözü paradan ve işinden başka hiçbir şey görmeyen, kendisini her koşulda haklı gören, çocuklarını ne kadar çok sevse de bunu açıkça göstermeyen taşralı zengin ve biraz da psikolojik sorunları olan bir babanın oğlu.
Kafka’nın, babası Hermann Kafka’ya 1919’da yazdığı mektup, alıcısına hiçbir zaman ulaşamasa da eminim ki bugüne kadar on milyonlarca anne, babaya yol gösterici olmuştur.
Kafka ile babası birbirine öylesine uzaktır ki yaşamları boyunca birlikte sevindikleri ya da birlikte üzüldükleri tek konu dahi yok gibi.
Toparlayıcı rolü, pek çok ailede olduğu gibi yine anneye düşüyor. En büyük eziyeti
hep o çekiyor!..
Çocuklarımızın yarın
Amerika’yı Amerika yapan ya da Çin, Almanya, Fransa, Rusya, Güney Kore ya da İngiltere’yi güçlü kılan ne?
Nüfusları mı, askeri güçleri mi, yer altı zenginlikleri mi yoksa bilim ve teknolojide geldikleri son nokta mı?
Elbet bilim ve teknolojide geldikleri son nokta!
Peki, ABD’yi diğerlerinden farklı kılan ne?
Dünyanın en iyi üniversiteleri ve araştırma merkezleri orada.
Daha da önemlisi Ar-Ge’ye en fazla para harcayan ülke onlar!
Dolayısıyla, dünyanın en büyük şirketleri sıralamasında da yine onlar ilk sırada yer alıyor!
Dünyanın en büyük küresel yazılım şirketlerinin çoğu ABD’de çünkü Ar-Ge’ye en fazla parayı onlar harcıyor.
Türkiye bir tarım ülkesi mi?
Eskiden okullarda, dünyada kendi kendine yeten 7 ülkeden biriyiz diye öğretilirdi.
Ama sanki o günden bugüne çok şeyler değişti.
Samanı, mısırı, buğdayı, muzu ve daha neleri neleri dışarıdan ithal eden bir ülke haline geldik.
En acısı ise üretimi artırma pahasına, o güzelim ürünlerimizi, o güzel tatlarımızı kaybettik..
Yerel tohumlarımız adeta devlet eliyle yok edildi.
Tek ekimlik hibrit tohumlar yüzünden, tıpkı enerjide olduğu gibi, hatta daha fazla, yurtdışına bağımlı hale geldik.
Urla, ülkemizin ismi en öne çıkan beldelerinden biri.
Özellikle İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük kentlerden kaçmayı düşünenlerin huzuru aradıkları yerlerin başında geliyor.
Urla’ya gelenlerin diğer huzur kentlerine gidenlerden farkı, kafa dinlemek için değil, üretim için buraya gelmeleri.
Yani, her gelen köşesine çekilmek yerine, kente ve üretime nasıl katkıda bulunabilirim diye kafa yormakla kalmayıp, taşın altına elini de koyuyor.
Hafta sonunu, eğitimi konuşmak için Urla’da geçirdik.
Eğitime yönelik uzun uzadıya bir söyleşi gerçekleştirdik.
Eğitimin sorunlarını ama daha çok geleceğini konuştuk.
İlgi yoğundu ve katılanların çoğu da kadınlardı.
YÖK Başkanı Yekta Saraç, üniversite giriş sınavlarında çok az da olsa açık uçlu sorular sorulacağını açıkladı.
Eğer öğretmen mülakatlarına dönüşmez ve objektif bir değerlendirme formülü bulunursa, sevindirici bir gelişme...
Test sınavları keşke tümüyle ortadan kalksa.
Çünkü çocuklarımızın, gençlerimizin, dolayısıyla, tüm ulusun yaratıcılığını köreltiyor.
Bu işten nemalananlar ya da dünyadaki gelişmeleri yakından izlemeyenler, bu kadar öğrenciyi başka türlü nasıl sınavdan geçireceksiniz diye anında itiraz edecektir.
YÖK, ÖSYM ve MEB’e düşen görev, ilkokula başlayan tüm öğrencileri üniversite önüne yığmak değil, çok doğru yönlendirmelerle hayata hazırlamaktır.
Üniversite okumak isteyen üniversiteye, meslek adamı olmak isteyen meslek liselerine, köyünde çiftçi olacak olan da yapacağı işin niteliğine göre doğru bilgilerle donatılmalıdır...
YÖK, yine YÖK’lü- ğünü yaptı.
Dün neyse, bugün de o.
Değişen hiçbir şey yok!
Bu ülke, yıllarca “katsayı belası”ndan kurtulmak için mücadele verdi.
Ak Parti iktidarının en önemli misyonlarından biri de oydu.
Zor ve geç de olsa kaldırdı.
Ama bugün, tekrar o noktaya geri dönüldü.
O kadar çok iyi özelli- ğimiz var ki saçma sapan oluşumlar nedeniyle, maalesef bunların hepsi göz ardı ediliyor...
Şu an için dünya genelinde bir anket yapılsa ve Türkiye denilince aklınıza ne geliyor diye bir soru sorulsa, eminim ki ilk sırada terör çıkar.
Oysa biz, bunu, kesinlikle hak etmiyoruz!
Kötü bir dönemden geçiyoruz ve bu yanlış algıyı düzeltmek için hepimize önemli görevler düşüyor.
Birbirimizle sorunlarımız yok mu?
Fazlasıyla var ama gün, onları kaşıma günü değil, yaraları sarma, kendimize ve değerlerimize sahip çıkma günü.
Hele bu badireleri atlatalım, sonra, kavgalarımıza kaldığımız yerden devam ederiz!..