Kış oldu mu, birçok kentimizde yaşam adeta duruyor.
Oysa dört mevsim, bu topraklarda milyonlarca yıldır yaşanıyor.
Çok daha çetin kış şartları gördük, görmeye de devam edeceğiz.
Akıl, bilim ve yaşanmışlıklar, önlem alınırken, 15-20 yıllık öngörüleri değil, yüzlerce hatta binlerce yıllık doğa koşullarının
göz önünde bulundurulmasını zorunlu kılar.
Peki, biz ne yapıyoruz?
Tam tersini.
Günü kurtaralım, yarına Allah kerim mantığı, yaşadığımız her türlü sorunun ana nedeni.
Bir sınav cumhu- riyetine dönüştüğümüzü ve bu durumdan bir an önce kurtulmamız gerektiğini dün dile getirmiştik.
İyi de bu nasıl olacak, sınavlara mecburuz, başka çaresi yok yönünde itirazlar geldi.
Hiç şaşırmadım.
Zaten böylesi kafalar yüzünden bu noktaya geldik, görünen o ki bu sistemin aynen devam etmesinden yanalar. Çünkü bundan nemalanıyorlar.
Kimileri madden, kimileri siyaseten, kimileri de bilmeden...
Peki, dünya bu sorunu nasıl çözüyor?
Daha da önemlisi bize dönük çözüm yöntemleri ne olabilir?
Üniversite başvu- ruları başladı, devam ediyor.
Geçen yıl 2 milyonu aşkın aday başvurmuştu.
Bu yıl da bir o kadar adayın, hatta daha fazlasının başvurması bekleniyor.
Çünkü Sınav Cumhuriyeti olduk ve sınav kazanmadan yol kat etmeniz mümkün değil.
Geçen yılki sınavlara 20 milyondan fazla aday başvurmuş ve bu sektöre milyarlarca lira aktarılmıştı...
ÖSYM, sınavlar sayesinde, ülkemizin en büyük holdinglerinden biri haline geldi.
ÖSYM, her yıl daha çok adayı sınavdan geçiriyor, daha çok para topluyor ve daha çok sınav için daha çok yatırım yapıyor.
Milliyet Şişli’ye taşın-madan önce, çok uzun yıllar Bağcılar’daydık.
Esenler ile iç içeydi.
Zamanımızın çoğu orada geçiyordu.
Minnacık bir ilçeden İstanbul’un en kalabalık ilçelerinden biri haline gelmesini günbegün yakından izledik.
Çarpık kentleşme 20 yıl içerisinde 50 kentten daha büyük bir ilçe yarattı.
Her şehirden insanlar vardı. Ama en çok da Karadeniz, Doğu ve Güneydoğu’dan olanlar ve göçmenler.
Sıralama şöyle: 1-Malatya, 2-Kastamonu, 3-Sivas, 4-Tokat, 5-Sinop, 6-Giresun.
YÖK ve ÖSYM başkan- larından peş peşe açıklamalar geliyor.
Üniversiteye girişte yeni bir dönem başlıyor.
Sınavlarda artık, kimilerine göre açık uçlu kimilerine göre de kısa cevaplı sorular dönemi başlıyor. Peki, bu ne anlama geliyor?
Daha da önemlisi, yeni sistem, adil, güvenilir, anlaşılır, seçici ve ölçme değerlendirme tekniği açısından objektif olacak mı?..
YÖK’ün ilk açıklamalarında “açık uçlu soru” kavramı yer alıyordu ama son açıklamalarında “kısa cevaplı soru” denilmeye başlandı. Yani kompozisyon anlamında cevaplar değil, daha kısa cevaplar, tarih, isimler, formüller istenecek.
Ya da cümle içerisinde boşluklar bırakıp, …. yerleri siz tamamlayın denilecek. O kadarla da yetinmeyip, o tek kelimelik cevabın, dijital kutucuklara kodlanması istenecek. Asıl önemli ayrıntı ise, kısa cevaplı soruların değerlendirilmesinde, doğru cevap sayısından, yanlış cevap sayısının dörtte biri çıkarılmayacak. Yani dört yanlış bir doğruyu götürmeyecek.
YÖK Başkanı Saraç, açık uçlu sorulara yumuşak bir geçiş yaptık derken, ÖSYM Başkanı Demir de kısa cevaplı soruların da, aslında açık uçlu soru olduğunu söylüyor.
Hemen her kesimde müthiş bir güvensizlik var.
Dünya geneline baktığınızda da durum farklı değil.
Neredeyse hiçbir ülke bir diğerine canı gönülden güvenmiyor.
AB, NATO, Arap ya da Müslüman ülkeler ve benzeri ittifaklar da güven erozyonu yaşıyor...
Her ne kadar mümkün olmasa da, dünyadan bize ne, biz kendimize bakalım noktasına geldiğimizde ise karamsarlığımızın dozu daha da artıyor!
Fırtınada dümeni kırılmış gemi misali, bir o yana bir bu yana savrulup duruyoruz.
Birimizin doğru dediğine diğerimiz yanlış diyor, orta noktada buluşamıyoruz.
Zor yıllar geride kalsın dedikçe bir yenisi geliyor ama hepsinin üstesinden geleceğiz.
Bundan hiç kimsenin kuşkusu olmasın.
Bizim kuşak öylesine zor dönemlerden geçti ki en umutsuz anlarda bile tünelin ucundaki ışığa yani huzura koşmaktan vazgeçmedik.
Terör, tam da artık sonu geldi dediğimiz dönemlerde, içinde bulunduğumuz coğrafyadan kaynaklanan nedenler yüzünden, her defasında başka bir yüzle karşımıza çıktı.
Tarihe yolculuk yaptığınızda, bölgede yaşanan kaosun ve şiddetin, binlerce yıllık geçmişi ve öyle ya da böyle, bir şekilde bize yansımaları olduğunu görürsünüz...
Terörün ve kaosun panzehri, birlik ve bütünlüğümüzdür.
Ve şimdi, tüm kırgınlıkları bir yana bırakıp, bunu gerçekleştirme zamanıdır.
Biz, üzümün çöpü, armudun sapı diye birbirimizi yerken, başkaları altımızı oymaya devam ediyor. Buna izin vermemeliyiz...
Hiç bitecek gibi gelmi- yordu.
Bitti işte.
Kötü olan ne varsa, hepsini ona malettik.
Şimdi, arkamızdan kıs kıs gülüyor, artık ben de yokum, bakalım tüm kabahatleri kimin sırtına yükleyeceksiniz diyordur.
Her yeni gün gibi, her yeni yıl da, yeni bir başlangıçtır.
Bazıları, yılda bir kez muhasebe yapar, biz gazeteciler ise hemen her gün, yeni bir boş sayfanın karşısına geçer, dünü, dünde bırakırız.
Çünkü yarın yeni bir gün olacak ve sizler, ilginizi çekecek yeni bir yazı beklersiniz.