Üniversite sınavı YGS için geriye sayım başladı. Bu çerçevede “Doğru Tercih, Doğru Gelecek” konulu bir konferans için İzmir Karşıyaka Belediyesi’nin konuğu oldum. Karşıyaka Gençlik Eğitim Merkezi’ndeki (KARGEM) toplantıya, iki bine yakın katılım vardı. Şaşırdım. Çünkü ne zaman İzmir’e gitsem boş salonlardan şikayetçi olurdum. Bu kez tam tersi bir tablo vardı ve iki saati aşkın bir süre teki bile ayrılmadı. Eğitimi ve geleceklerini konuştuk...
İşsizlik, üzerinde durdukları en önemli konuydu. Hangi üniversiteyi, hangi mesleği tercih ederlerse şansları artardı. En çok merak ettikleri de buydu...
Eğitim ve kültür
İzmir’e sık sık gidiyorum. Ama gezme fırsatım çok olmuyordu. Bu kez biraz zamanım vardı ve İzmir’i olmasa da Karşıyaka’yı gezme olanağı buldum. Özellikle de eğitime ve kültüre yönelik merkezleri...
Karşıya Belediye Başkanı Cevat Durak inşaat mühendisiymiş. Belli ki mesleğinde çok başarılı. Kenti gezerken bunu her adımda hissedebiliyorsunuz. Geniş caddeler, bir birini tamamlayan mimari bütünlük, yeşil alanlar, sosyal tesisler, en önemlisi de eğitim ve kültür merkezlerine her adımda rastlamak mümkün.
Bu ikinci dönemi, ilk dönemde 49, ikinci seçimde de yüzde 64
Nihat Ercan, öğrenimini hem Türkiye’de ve hem de Almanya’da yaptıktan sonra, Almanya’da değişik okullarda 32 yıl Almanca ve Türkçe öğretmenliği yapan bir eğitimci. 4+4+4’e yönelik gelişmeleri çok yakından izliyor. Tartışmalarda, özellikle Almanya örneği öne çıkartılmasına karşın, konunun uzmanı olmayanlar tarafından, çok yanlış bilgiler verildiğini söylüyor. Bu yüzden, hiç üşenmeden oturup, “Hem yetkililer ve hem de kamuoyu aydınlanabilsin“ diye tüm sistemi bizler için özetlemiş:
6 yaş bitince okul başlıyor
Almanya‘da “Okul Yükümlülüğü” Federal Anayasa ya da bir başka federal yasa tarafından düzenlenmez, federe devletlerin “Kültürel Egemenlikleri” nedeniyle, federe devletlerin anayasalarıyla ve yasalarıyla düzenlenir. Ancak Almanya Anayasası’nın 7. maddesine göre, “Tüm okullar devletin denetimindedir”. Alman Anayasa Mahkemesi’nin kararıyla da, bu yetkinin kullanımı, eyaletlere verilmiştir.
Okullardaki seçmeli din derslerine katılmayı belirleme yetkisi de, yine Alman Anayasası’na göre ana-babalara tanınmıştır. Din dersi seçmelidir, veli isterse çocuğu din dersine katılır. Velinin bu özgür kararından sonra, bu derse öğrencinin katılması ve ders notu alması yükümlülüğü
İş dünyasının en renkli isimlerinden Ali Ağaoğlu, Kocaeli Üniversitesi’nde Genç Bakış’ın konuğu oldu. Pahalı saat ve arabaları, en merak edilen konu oldu. Özel hayatına yönelik hiç soru gelmemesi ise dikkat çekti. “Cebinde kaç para var” diyen öğrenciye dolar destesi göstermesi ise çok konuşuldu. Staj, iş ve yardım isteğinde bulunanların hepsine olmasa da bir bölümüne destek sözü verdi. İşte programdan satır başları:
İlk ihaleyi ortaokuldayken aldım
- Babamın bana bıraktığı en büyük zenginlik beni ticaretin ve iş hayatının içinde yetiştirmesi oldu. İlkokuldan beri hep işin içinde oldum. Çocukluğum inşaatlarda geçti.
- Lise mezunu değilim. Kabataş Lisesi’ni yarım bıraktım. Babam rahatsızlandı. Beni okuldan aldı. İşin başına koydu. İki sene sonra da kuşak çatışması yüzünden ayrıldık.
- Ortaokul son sınıftayken okulumuz tenis kortu, basketbol ve futbol sahası için ihale yaptı. Ben girdim ihaleyi aldım. Arkadaşlarım teneffüste oynarken ben okulda çalışan mühendislerimin başında dururdum. Kendi başıma yaptım.
Aslında yukarıdaki cümle her şeyi özetliyor. Fazla söze gerek yok.
Peki bu sözlerin sahibi kim?
Herhangi birimiz olabiliriz. Hatta hepimiz. Altına kim imza atmaz ki?
Ama aşağıdaki sözler, harfi harfine, 10 yıldır ülkeyi yöneten Başbakan Erdoğan’a ait:
“Türkiye’de maalesef eğitim zaafa uğratıldı. Türkiye’de bugüne kadar öğretim verildi. Eğitim verilmemiştir. Bundan sonra eğitim-öğretim olacak...”
Şimdi hemen, “Peki bu hale kim getirdi ki“ diye başlayan çok farklı yorumlar olacaktır. Ama geç de olsa, ortada çok ciddi bir durum tespiti var. Ve önemli olan dünü dünde bırakıp geleceğe bakmak olmalıdır.
Başbakan Erdoğan‘ın tespiti çok önemli!
Vakıf üniversitelerinin sayısı 60’ı geçti. Hemen her ay, bu kervana yeni isimler katılıyor. Görünen o ki daha da artacak.
Toplam üniversite sayımız, bu yıl olmasa bile gelecek yıl, 200’ü bulur.
Peki bu kadar üniversite fazla mı? Fazla diyenlerin sayısı çok. Sınırlama getirilsin diyenler de var.
Ama rakamlara baktığımızda; yani AB ülkelerinin yükseköğrenimdeki okullaşma oranlarına baktığımızda bu sayı 250’ye kadar çıkabilir.
Üniversite sayısının artmasında bir sorun yok. Asıl sorun bu işi ne kadar hakkıyla yerine getirdikleri. İşte o noktada büyük sıkıntılar var. Tabelasında üniversite yazmasına karşın, üniversite demeye bin şahit isteyen üniversiteler var.
Ama eğer bu konu ciddiyetle ele alınır ve destek çıkılırsa, o kadar çok olması bir handikap değil.
ODTÜ ve Hacettepe de barakalarda kurulmuştu. Anadolu’daki pek çok üniversite de kuruluş yıllarında benzer sıkıntılar yaşadı. Ama şu anda, çok iyiler. Yeter ki desteklensinler...
Bilindiği gibi üniversite giriş sınavlarında 4 yanlış bir doğruyu götürüyor. 4+4+4 sisteminde de sanki benzeri bir durum yaşanıyor.
Ortada hiç kimsenin tartışmadığı doğrular var. Örneğin okul öncesi eğitimin zorunlu hale gelmesi, örneğin temel eğitimin 12 yıla çıkartılması.
İktidarıyla muhalefetiyle, öğretmeniyle öğrenci ve velisiyle her iki konuda, hiç kimsenin bir tereddüdü yok.
Hemen herkes bir an önce gerçekleşsin istiyor. Aynı şekilde, giriş sınavlarının kaldırılarak dershaneye olan bağımlılığın azaltılmasına da hiç kimsenin itirazı yok.
8 yıllık kesintisiz eğitim ille de böyle kalsın diyenler de eskiye göre daha esnekler. Yani ortada kavga gürültü yaratacak çok önemli konular yok.
Peki o zaman bu gerginlik niye?..
Tartışmanın detaylarına bakıldığında, gerginliğin okula başlama yaşı ve yönlendirmeden kaynaklandığı dikkati çekiyor. Aslında her iki konu da milletvekillerinden çok uzmanların yani pedagogların karar vermesi gereken ayrıntılar. Bu konuya milletvekilleri değil de MEB karar verseydi, muhtemelen bu kadar kargaşa yaşanmazdı.
Milliyet’in başlattığı “Öğretmenim Sen de Konuş” kampanyası müthiş ilgi gördü. Hemen her gün, 4+4+4’le ilgili binlerce mail geliyor. Ve hemen hepsinde de çok önemli anekdotlar var. TBMM ve MEB, keşke biraz da onların görüşlerine değer verseydi...
Öğretmenlerimizin birikimleri ve değerlendirmeleri öylesine önemli ki, değil bir sayfa bütün gazeteyi bu işe ayırsak, aylarca sürer. Ama özetlememiz gerekiyor. Çünkü mümkün olduğunca daha fazla görüşe yer vermeliyiz. Bu yüzden, anlam bütünlüğünün bozulmaması için görüşlerinizi 500 vuruşla sınırlandırırsanız çok seviniriz.
Bu arada öğretmenlerimizden gelen hemen her mailin altında, isimlerinin özellikle yazılmamasının istenmesi de manidar. Bakan Dinçer’i tanıyorum, görüş bildirdiği için hiç bir öğretmen hakkında soruşturma açtırmaz. Ama öylesine bir gelenek oluşmuş ki, birikimlerini paylaşırken bile tedirginlik duyuyorlar.
Öğretmenlerimizin görüşüne kulak verilmeli, çünkü onlar uygulamanın bizzat içindeler ve sonuçta bu projeyi hayata geçirecek de yine onlar.
Tek tek okunduğunda eminim ki iktidar da, muhalefet de bu görüşlere hak verecek, biz olayın bu yönünün düşünmemiştik diyeceklerdir...
Gelen maillerdeki dikkat çekici bir
Ülkelerin zenginlik kriterleri artık çok değişti. Ne döviz rezervlerine bakılıyor ne de yer altı zenginliklerine. İyi yetişmiş yaratıcı ve üretken genç nüfusunuz ne kadar fazlaysa, o kadar zenginsiniz...
Dünya bilimine katkı sıralamasıyla ülkelerin zenginlikleri arasındaki korelasyon neredeyse aynı. Yani ne kadar bilim üretiyorsanız, o kadar zenginsiniz. Ama, sabah akşam eğitimi tartışanlar, eğitim sistemimizin ne kadar yaratıcı ve üretken nesiller yetiştirdiğini hiç sorgulamıyor. Oysa, eğitimin süresi kadar, içeriği ve çıktıları da çok önemli.
Bazı okullarımızın bu yöndeki çabaları takdire şayan. Ancak üç, beş okulun bu yöndeki girişimleriyle bilim toplumu olunmaz. Bilim toplumu olunmadan da topyekun, kalıcı ve sürdürülebilir bir kalkınma sağlanamaz.
Keşke biraz da bunlar konuşulsa, tartışılsa ve hedefler konulsa!..